LEHVA: 1 Ekim 1992… Câmide, saf saf oturanlar… İmâm birşey anlatıyor… Sanki MÜZİK bahsi… Yanımda sakallı ve SARIK’lı bir genç bir soru sorunca, orada bulunan rahmetli YESARÎ Asım Arsoy, “bu soruyu her yerde soruyor musun?” diyor… Hem sorduğu soruyu sormanın doğru olmadığı, hem de o soruyu her yerde soracak girginliği olmadığı kasdıyla… O genç de, “bu mevzuda temayüz etmiş arkadaş var!” diye, Yesarî Asım’ın sözünü bana çeviriyor… Sonra biri, benim hakkımda KÂZIM Albayrak’a “kendi söylüyor ama, gazete küpürlerini bir getirin de bakalım!” demiş… Kâzım, gazete küpürlerini almak için safta bulunan birinden para istiyor… Ben, eski gazeteleri alması için para verebileceğim… Sonra, Kâzım ve Mehmed Tarakçı, yavaş bir sesle bana, ÇAY demlendiğini söylüyorlar… Fazla adam gelmesin diye yavaş bir sesle… Ben sevinçle koşup zıplayarak bir çiti aşıp bahçeye girerken, KAYA Balaban, çok ÇAY içeceğimi imâ ederek, “eyvah, Hayran Hanım yandı!” diyor… Bu arada, ÇİT’i zıplayarak aşmış olmam takdir edilmekle edilmemek arasında!..

*

Çay içmeyi bir tören adabına döndürmüş eski Çin’den kalma bir söz: “İyi demlenmiş bir çayda, Kâinat’ın dengesi vardır!”… İngilizce, THE-Harf-i tarif, kelimeyi muarife eden, belli kılan: 15: BD-İBDA…  Fransızca, THE: Okunuşu Te, “Çay” demek… Fransızca, TE-Seni, senin, sana: 400: TE harfinin ebcedi; bu harf, Allah’ın “Kâabid-Kısıcı, sıkıcı” ismi, ESİR mertebesi ve Kamer menzillerinden “Kalb” ile ilgili… ÇAY: 14: TAHA-Huruf-u mukattaadandır. Allah Sevgilisi’nin “Sin” mânâsında bir ismi ve Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin Şeyhi’nin Şeyhi ismi… ZİCAC-Karanfil. (Ahmed Hâşim’den: Bir katre alevdir bu karanfil, / Kalbim acısından bunu bildi!): 14: IZDIRAB-Acı, elem, vesvese… İCADE-Tag. Köpek. Zelil. Tekâmülü gereken. Hayat. Basiret: HİDB-Kambur. Ezel… Dİ-Dün, dünkü gün: 14: UDRİC-Sarı kaftan. Hızlı ve çok yürüyen at. “Sararmış, solmuş sıfat. Vücud. Haste, istenen. Geçen”… VAZ-Terketme, bırakma: 14: VEHC-Alevli olmak. Alev ile yanmak. Parlamak.

*

Hakas Lûgatı’nda, ÇAY-Yaz, sıcak mevsim. “Yazı. Nefs. Sin”: ÇAY-Hakas Lûgatı’nda, “Boş yer. Hürlük”. (Şekil veren ve kendi o şekil olmayan Heba maddesinin meydana getirdiği yokluğu dolduran ve yokluğu yokluk olarak tesbit eden ilk madde Esir’in, sonra varlık mertebeleri hâlinde şekil ve suret kabul etmesi; önce ve sonranın bir izafiyet kaydından ibaret birliği… İDRİS Aleyhisselâm, 16 sene yiyip içmeden riyazetle, hayvanî şehvet denilen bütün beden arzularından arzularından kurtularak, en yüksek mekân yüceliği Güneş’e mekân tutturuldu; ruhanî makamı, amelle edinilen… İLYAS Aleyhisselâm suretinde ikinci nübüvveti olarak Lübnan’a indirildiğinde ise, akıl şehveti denilen arzularından sıyrılınca, Alevden bir at şeklinde dağdan çıkan temsil olmuş kendi hâline uygun bu ata binerek en yüksek mekanet yüceliğine erdi; bilgi ile erilen… İDRİS Aleyhisselâm suretinde “Kuddüsî” hikmet, İlyas Aleyhisselâm suretinde “İynasî” hikmet tecellisi… İynasî hikmet, beşeri suretiyle insan ve ruhanî suretiyle meleklerle ünsiyetin müşterek vasıflarından… Nasut denilen İnsanla ilgili ve melekut denen –Allah’ın her mahlukun ona mahsus yanında tecelli eden– âlemleri arasında, Berzat’ta iki berzah ünsiyeti!)

*

İspanyolca, ARROYA-Çay. Dere. (Nehr: Dere. Çay. Genişlik, vüs’at… Nehr: Boğazlamak. Kesmek. Sadr, göğüs. Namazda sağ eli sol elin üzerine koymak… Kamer menzillerinden, “kesmek, boğazlamak”; 21 harfi, Allah’ın Aziz ismi ve madenler mertebesi ile ilgili… Tıb’: Nehir. Çay… Tıb’: Gölge… Tıbb: Hekimlik): 418= 1417: NECİB Fazıl Kısakürek… İspanyolca, RİACHUELO-Çay: 265: NİRİX-Kürtçe, “Nefs muhasebesi” demek… ASKALE-Serab. Kuru ot. Kurd. Ezel yönü. Vehim: 265: İSRAC-Yakma, yandırma. (Üstadım’dan bir mısra: Yaklaştıkça daha sıcak bölmeler!)… MUTAYERE-Uçurup gönderme. Uçurma: 265: KISRAK-At.

*

ÇAYA-Hakas Lûgatı’nda, “Kalça” demek: 16: HIRİDAD-Müşteri, talib. (Yay Burcu, unsuru Ateş, tabiatı Sıcak-Kuru, türü Birleşik, yıldızı “Müşteri”, vücutta tesir yeri Kalça ve Uyluklar, cinsiyeti Dişi, simya’da İcâd safhası… Balık Burcu, unsuru Su, tabiatı Soğuk ve Nemli, türü Birleşik, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, simya’da Yansıtma safhası)… Kıpçak Lûgatı’nda, ÇAYAN-Kırkayak. Akreb. Çok ayaklı. (Yengeç Burcu, unsuru Su, yıldızı Ay, vücutta tesir yeri “Göğüs-Karın-Bâtın”, simya’da Deberan safhası… Akreb Burcu, unsuru Su, yıldızı Merih, vücutta tesir yeri Tenasül organları, simya’da Ayırma-Istıfa, seçme safhası): 66: SU… ÇAYAN-Hakas Lûgatı’nda, “taş sanduka, lâhid” demek. (Sin. Mezar taşı. Şahide): 66: ÇAYAN-Hakas Lûgatı’nda, “Tabiat, yaratılış. Yaratan” demek. (Allah’ın hayat sıfatı suya işledi ve herşey çift olarak sudan yaratıldı. Su, yaratıcı değil, yaratılandır!)

*

CAY-Mekân yer: 14: GIYAB-Görünmemek. Göz önünde olmamak. Arka. Arkasından… İNS-İnsan: 111: MEKÂN. (Halk Âlemi, Berzâh âlemi’ne nisbetle mekân hükmündedir; Berzah âlemi de Allah’ın Zât Âlemine nisbetle!)… HAZAİR-Duvar ve çitle çevrili yer, mezarlık. Küna. Kuşatan: 1100= 101: AKAK-Çok sıcak olmak. (Nar-ı Beyza: Ateşin, müntehasında “bürüdete-soğukluğa” dönmesi… Bürüde: Kesik baş… Bürde: Hırka. Sıfat… Bürd: Bilmece… İngilizce, Bird: Kuş. Can)… MUSE-Arı. Nahl. “Arı Beyi, müz”: 111: SAHABÎ

*

İngilizce, CAY: Yassı ve kumluk kıyı adası. (Okunuşu kay, key)… Kıpçak Lûgatı’nda Kay-“Nereye?”: 111: Kay-Yağmurlu birlikte yağan dolu… Kıpçak Lûgatı’nda Kay-Kaymak. Ayağı kaymak: 111: Kay-Uygur Lûgatı’nda “Kaç?” demek… KAY: İstifra. Kusmak, çıkarmak… KAY’: Yağmurlu hava… KAY’: Kedi. Sinnevr. “Parlak insan. Uslûb sahibi”… KAYY-Fakirlik. “Yokluk, nur”… KEY: Şah. İyi. Giyinmek… İngilizce, CAYENNE-Çok acı birkaç çeşit toz kırmızı biber. Hint biberi. Arnavut biberi. (Rüyâda gelen mânâ: Adıyaman Şeyhi, Muhammed Raşid Hazretleri, Adıyaman İstanbul arasında Mehdî için acı biber gergefi dokuduğu söylüyor. Mehdî için; ve Mehdî’nin kim olduğu sorulunca beni gösteriyor!): 130: DA’VA Cetveli’nde Ye harfi’nin sayı değeri ve Allah’ın “Yasin” ismine işaret ediyor… KİYAN-Yıldız. Tabiat. (Cayanne’nin okunuşu, Keyen, kayan).

*

YEVMİYE: Mart 1983… Fas veya Cezayir’den gelen gençle birlikte iki-üç kişi…. “Sultan Abdülhamid’in piyano çaldığı gibi bir idda var, siz ne dersiniz?” suâline Üstadım’ın verdiği cevabtan sonra, devamı soru ve cevab: “Yâni, dinî yönden müzik hoş karşılanmıyor diyerek…”; sorunun kasdı tercüme ediliyor… “Dinî yönden… Bu da yanlış bir telâkki… Şunu aynen yazın: MÜZİK, İlâhî tefekküre yaklaştığı kadar mübaha yaklaşır. Fitneliğe ve kötülüğe iltifat ettiği kadar da harama yaklaşır… Yoksa asla yasak değildir! Bu bir fıkhî mesele midir? O zaman Mevlevîler’i tekfir etmek lâzım gelir… Yâni nefsanî olduğu mertebede yanlıştır… Abdülhamid ise, en büyük diyanetperver Padişâh olduğuna göre, böyle bir şeyi irtikab etmez! Sorularınız tamam mı?”

*

MUZÎK-Sıkan, sıkıştıran. (Muzi’: Meydana çıkaran, açığa vuran… Muzi’: Gayb eden… Muzi’: Aydınlatan, ışık veren… Müz: Derin düşünce. Sanat iradesi suretleri… Uygur Lûgatı’nda, Muz: Buz. “Meser, buz, soğuk. Meserret, sevinç, nefâd”… Kıpçak, Muza: Yusyuvarlak. “Kusursuz”… Kıpçak Lûgatı’nda, Müz: Boynuz. “İçinden yel geçen. Helezon”… Kıpçak Lûgatı’nda, Müz: Ucret. Karşılık… Yevmiye: Yevm gün ve yevmiye günlük ücret… Arabça’da “havadis”in gün kasdıyla birlikte bir terkib hâlinde kullanılışını hatırla… Karşılık: Halife. Havuz… Te harfi: Allah’ın “Kâabid-Kısıcı, sıkıcı” ismine, Esir mertebesine ve Kamer menzillerinden Kalb’e işaret eder… Müze: Uygur Lûgatı’nda “çizme, ayakkabı” demek… Kafş: Yemekten lezzet alma. Gust. Ekl. Cemetmek, toplamak. Pabuç… Kafs: Sevinç, nefâd. Hayvanın ayaklarını bağlamak. “Yol, yolcunun aynı. Yol din. Hollanda Lûgatı’nda yol ve yok aynı yazılışta iki kelime”… Ayakkabı, ayağa sıfat olan… Balık Burcu, unsuru Su, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, simya’da Yansıtma safhası… Ayak; yerden alan müşteri, amel. Eğer dinlerine sadık olsaydılar, Allah’ın geçmiş ümmetleri de ayaklarından rızıklandıracağını hatırlayınız… Ayak, amel; ve ayak altı topyekûn Kâinat. Kürsî mertebesinin Arş altı bir semâ tabaksı oluşunu hatırlayınız; Arş’ın kaidesi gibi… Ve insanın fiilinin, dininin aynı olarak kuruculuğunu!): 950: MARTİR-İspanyolca, “Şehîd” demek. (Ahenk: Düzgün tarz ve gidiş. Muvazen ve denge sırrı ile birlik bu mânânın beden ve mânâ cihetini “Muzîk” bahsinde gördük… “Allah güzeldir, güzeli sever!” ölçüsü malûm; Allah’ın Bedi’ ismi, hem yaratıcı, hem güzel anlamındadır. Güzel yaratan da… Süryanice’de Bedi’, İbda’ demek; benzersiz yaratıcı… Değerler, ruha nisbet işidir; “güzel” değer ölçüsüne tâbi’ Musiki de, güzel sanat eseri olmasını, ahenk hakikatinin “doğru ve iyi” birlikteliğinde bir birlikle alâkada buluyor… Ahengin musikide ses kompozisyonu tertibi ifâdesi yanında mücerret anlamı, onun insan kanına kadar sari mahiyetini gösteriyor… Uygur Lûgatı’nda, Ahen: Ahenk. Melodi… Ahen: Demir. Sert. Hadiyd. Anlayış. Zincir, silsile. Kılıç. Kalem… “Kalem, kılıç, insan, varlık, nur, gayb”… Hemze, Allah’ın Bedi’ ismi, İlk Kalem mertebesi ve Kamer menzillerinden “Seretan” ile ilgili… Zı harfi, Allah’ın Azîz ismi, madenler mertebesi ve Kamer menzillerinden “Sa’du’z Zabih-Kurbanlık, boğazlanan, boğazlayan” ile ilgili… Musikî izinde olsun, ahenk hakikatinin şu tevafukuna dikkat: “Ahenk: 76: Sehabe-Tek bulut”… En keskin müşahhasla en keskin mücerred arasında görünen mânâ, bilinen ve aranan arasında böyle!)… İspanyolca bir kelime, MARTİRİO-Acı, ıstırab, arzu. Şehidlik, şehâdet: 967= 1966: TA’YİD. “Bayram etmek” + YOLUMUZ, Hâlimiz, Çaremiz. (Üstadım’ın 1966’da Eskişehir’de dinlediğim ilk konferansı)… TAHT-“Abdülhakîm Koltuğu” + SEYYİD Abdülhakîm Arvasî: 1966: NECİB Fazıl Kısakürek + Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu.
 

ÜÇ ADIM


LEHVA: 21 Mayıs 1986… 12 rakamı, herhâlde 13 yerine… “Tas” kelimesi “taş” çıkmış… Spor toto’da basketbol bahsi ve sayısı… Adile Teyzem, Esad Said, babam, annem… Babam, anneme güler yüzlü ve lâtife kılıklı, “ben sana demiştim, acele ettim!” diyor… Yerde büyük harflerle dikine duran tuğlalardan yapılmışı andırır klüp adının yanına, bu TAŞ’ı ekliyor… BEŞİK-TAŞ mı?

*

ONİKİ: 96: MAZMAZ-Allah Sevgilisi’nin Tevrat ve Suhuf-u İbrahim’deki ismi… AMİNE-Allah Sevgilisi’nin annesinin ismi. “Emin, emin olunan”: 96: ALTUN-Sabir… ENDAM-Beden. Vücud. Vücudun tenasühü, muvazeneli oluşu. Letafet. İntizam ve üslûb: 96: MİHAN-Büyükler, ulular… VEK’-Akreb sokması: 96: VEKA’-Ayak parmaklarından baş parmağın –ibham, mübhem–, şehadet parmağı üstüne gelmesi… NE’ME-Nağme, ses. Ahenk: 96: KEVLEM-Fülfül denilen –acı– karabiber cinsi… ONİKİ: ON-İKİ… Kıpçak Lûgatı’nda, ON-Sağ taraf: 56: ON-Mustakim, doğru… Kıpçak Lûgatı’nda, ON-İyi, selâmet: 56: ON-Sararıp, solmak. “Deberan. Bozat. Yeni şekil ve renk almak üzere anlamında, Kamer menzillerinden Heba mertebesi ile ilgili “Deberan” menzili hatırlanmalı!”… İKİ: 41: İKİ-Kıpçak Lûgatı’nda, “Bozat” ve “Dübb-ül Asgar”ın iki yıldızıdır ve çölde yön bulunur. (Yengeç-Seretan Burcu, unsu su, yıldızı AY, vücutta tesir yeri “Göğüs, karın, batn, kemer” bölgesi, simya’da “Deberan-Bozat” safhası… Seretan, Kamer menzillerinden, İlk Kalem mertebesi ve Allah’ın “Bedi’-Yaratıcı” ismi ve Hemze ile ilgilidir… İkizler Burcu, unsuru Hava, yıldızı Utarid, vücutta tesir yeri Akciğer ve Kollar, simya’da Sabitleme safhası!)… İngilizce, TWO-İki: 31: PİÇA-A-PİÇ-Yengeç. Çok ayaklı. Nesebi olmayan. Bulut… Gull-Kelebçe. Bağ. Tutan. (Kelb: Köpek. Kelbeteyn: Kerpeten. İki köpek. İki iz süren. Üst ve alt çene. Tutan. Kıskaç… Kerpeten: Kerbe-Ten… Kerb: Yeri sürüf aktarmak. Yakın olmak. Gam, keder, endişe. Bakara, toprak aktaran, öküz… Ten-İngilizce, on: 451: Salih Mirzabeyoğlu… Öküz: 119… 119+451: 570: Sistem… Üstadım’ın “Çile” isimli şiirinden: “Ben miyim arzı taşıyan öküz?: 2472: İsticabe-Duanın Allah tarafından kabul edilmesi… Keleb: İplik yumağı, iplik… Üstadım’ın “Çile” şiirinden: Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! / Heybem hayat dolu, deste ve yumak. / Sen, bütün dalların birleştiği kök; / Biricik meselem, Sonsuza varmak…)… UHUD-Dağ ismi: 13: DÜVAB-İşi birbirine ulaştırmak.

*

TAS-Kab. Eksik. Gayb. Sene. Kel. Kul. Hizmet eden. Dış taraf, zâhir. Tase, kaygı. Taş: 70: ARZ-Takdîm. Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir kimseye bir şeyi izhâr etmek. (Kâinat, insana sunulandır… Topyekün kâînat Lûgat’ta toplu… Takdim ediliş yazım KKM, bende Lûgat şifresi: Dil, gönül, kâinat nizâmı!)… TAŞ-Sır. Gizli, kuytu. Fal, talih. Taşmak. (Tag: Taşkın. Köprü. Köpek. İz süren. İcâd… Kelb-Köpek. İplik yumağı. Zelil. Su’, gölge: 53: “Dünya Çapında Bir Hâdise”… Kaptan Kusto Müslüman, takdimimin alt başlığı, hâdisenin gün ile birlikte anılıyor oluşuna nisbetle, şöyle bir mânâdır da: “Dünya Çapında Bir Yevmiye!”… Bütün Yevmiyelerimin baş köşesinde!): 701: TAŞŞ-Yağmur çisintisi. Rahmet çisintisi, Kâinat… DÜNYA Çapında Bir Hadise: 1053= 54: ÜÇ ADIM… AHMED-Allah Sevgilisi’nin “en çok hamdeden” mânâsında bir ismi. (Her şeyden önce yaratılan Muhammedî Nur’un mahiyetini, Allah Adem Aleyhisselâma bildirdi: “Bu nur, ismi gökte Ahmed, yerde Muhammed olan ve zürriyetinden bir Peygamber’in nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve göktekileri de yaratmazdım!”… Sultan 3. Murat: “Ehad’tan oldı zâhir çünki Ahmed /Çü geldi âleme dindi Muhammed”… Allah’ın kendi Nur’undan yarattığı Nur-u Muhammed, O’nun Nuru ile doğrudan ilgide, Ehad’tan: BİR’den, şiddetli Bir’den, Mutlak Tevhidi mümkün olmayan BİR’den. Yaratılışlarından sonra, Allah Sevgilisi’nin Nübüvveti’nden önce meleklerin Ahmed ismiyle tanıdıkları… Veda Haccı’nda, “Zaman devrini tamamlaya tamamlaya gaye-var oluş gayesine, noktasına erdi!” buyurduğu üzere, baş son ve son baştır da, O’nun gelişiyle Ahmed’in nuru tecellisinin sıkıntısı –taşan–, Muhammed ismi ile dindi; topyekün Kâinat O’nun içindi meselesi… “Dindi” lâfzını, “Ehad’tan Ahmed, din Muhammed” şeklinde de tâbir edebiliriz… Din, Allah’a eriş yolu olarak, bütün tarifleriyle O’nda tamamlığı gözüken… İslâm: Teslim olunan… Teslim olunan; inanmayanın da Allah’ın kulu ve ister istemez Allah Sevgilisi için yaratılan insanlık kadrosu ferdi olması bakımından onun içine girdiği, onun künhünü de gösteren… Bu yüzdendir ki, ümmeti için “İslâm” ve İmân” bir iken, inanmayanlar için bir değil… Bu husus, âyet ve hâdîslerle de sabit… Dikkat: Kasıd, “Muhammedî Din” değil; Allah’ın vahyettiğidir din… Adem Aleyhisselâm’dan Allah Sevgilisi’nin Nübüvveti’ne kadar, bütün Peygamberler’e gelen dinler, ismi ne olursa olsun, İslâm’dır; her Peygamber’in getirdiği de, kendi ümmetinin dışında, inanmayanları da Allah’ın kulu ve Peygamber’in kadrosu içinde gösteren… Allah Sevgilisi’nin getirdiği, hepsinin hakikati içinde, son ve kâmil din; İsmi de İslâm… Ayetle de bildirilen husus, “Biz İslâm olduk!” diye O’na “mihnet” borcu gibi söylenen bir kavim hakkında; ve Hadîs’te, Allah Sevgilisi’nin “Siz İslâm oldunuz, ama İmân’da değilsiniz!” buyurması… Bu ayırım, “teslim olma”nın mevzuları boyunca, hikemiyattan siyasete ve Devlet şekline göre temel kavramları ihtiva ediyor… Meselâ Osmanlı’da, çeşitli dinler yahud dinsizlerden mürekkeb bir yapıya bakıp, “Osmanlı lâik bir devletti!” denemez. Kimin nasıl, hangi şartlarda tâbi’ olduğuna dikkat; bu, kendi Allah ve Sevgilisi’ne imân etmiş İslâm ümmeti merkezi etrafında bir oluşumdur!): 1054: NECİB-Asil. Soylu. Allah Sevgilisi’nin bir atının ismi

*

TAŞŞ-Yağmur çisintisi. Rahmet. Kâinat. (Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Taş-kab: Üzülmek. Kederlenmek. Çok kaygılanmak. “Taş Beşîk”… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Taş-ay: Gözden kaybolmak. Yok olmak. “Ay taşkını”… Kulaa-Büyük taş. Suyu emerek kopan balçık. Ağız ağrısı. “Diş ağrısı”: 306: İdam-ı Nefs… Şev-Gece. Leyl: 306: Müsevver-İhâta olunmuş. Kolun bilezik takılan yeri): 701: RATK-Ulaşmak, yetişmek. Ratık, bitişik etmek… ALBATR-Ak taş, ak mermer. (Albatros: Uzun kanatları olup çok yükseklerde uçan bir deniz kuşu. “Anka kuşu”… Albatros: Albatr-Us… Us: Büyük kadeh. Beden. Akıl… Kıpçak Lûgatı’nda, Ağ: Ak. Beyaz… Kıpçak Lûgatı’nda, Ağ: İplik, tel gibi şeylerden örülen kafes… Ve, Ağ: Yükselmek, yukarı çıkmak… Yine, Ağ: Akmak. Taşmak. Tag… Rüyâ’da gelen mânâ, yıldızım Tag-ı Sagir hatırda… Abdülhakîm Koltuğu’nun mermer yan taşları: Bitki ve hayvan tortularından ve Yeryüzünün göbeğindeki Magma denilen ve yeryüzüne Lâv olarak çıkmış hâlinden oluşan üst tabakaya yakın “tortu taşı” denen cinsten olan mermer, işaret edilen kelimelerle birlikte düşünülsün!): 309: SERLEHVA-Yazıda başlık. (KKM)… HAŞ-Kalb: 309: HURUFİYE-Harfler. “Nefs, yazılı şeyler, sin”… ARVASÎ-Bir dağ ismi: 308: HARAK-Ateş, nâr… MAGMA-Maden, gaz, taş vesaire karışımı, hamur kıvamında yerkürenin göbeğindeki Ateş tabakası. (Yerkürenin, dıştan içe doğru soğuması ile oluşan kabuk tabakası ve Magmadan çıkan Lâvların meydana getirdiği kaya ve taşların bir kısmının ufalanmasından meydana gelen Toprak örtüsü; herşeyin kendisinden yaratıldığı Hebaî Su’dan olma Esir maddesi, Esir maddesinden meydana gelen onun temsilcisi Ateş unsuru, Hebaî Su’nun temsilcisi Esir’den olma su, yine Esir’den olma Toprak ve Hava. Esir’in sözkonusu 4 unsuru, birbirine dönüşüm içinde, Kâinat’ın bütün maddî varlıklarının çeşitli kıvamlarda bulunan…  Böyle bakınca, Toprak oluşumunda, Mineral, mercan, mikroskobik canlılar, suda ve karadaki bitkiler ile hayvanlar da, taşlaşarak, dağılarak onun keyfiyetinde olabilen. Dağların, kayaların, taşların, toprakların oluşum çeşitleri, –çeşitleri!–, bunun içinde; tasniflerde, toprak oluşumundan bahsedilirken bitki, taş ve kayalardan bahsedilirken topraktan olmuş olanları gibi, “hangisi önce?” benzeri sorulara cevap böyle… ADÎM Eski Mısır’da, Tufan sonrası babası Budaşir’in ruhuna danışarak yeraltı mağarasından memleketi idare eden ve derin bir mağarada deniz suyunu arıtarak tatlı su elde eden bir mit kahramanı… Budaşir: Buda-Şir… Buda: Varlık… Şir: Aslan. Süt… Aşir: On… Aslan Burcu, unsuru Ateş, yıldızı Güneş, vücutta tesir yeri Kalb ve Sırt, simya’da Sindirme safhası… ADÎM: Yok olan… Adm: Gazab eden… Adm: Deve kuyruğu. Öküz kuyruğu. “Su sığırı, manda kuyruğu”… Kuyruk, taşandır… İngilizce, Ox-Öküz: 11: On pîr… Yunanca, Oxigen-Oksijen. Meşhur olarak hava ve suda bulunan gaz: 72: Oxi-Gen… Hadîd: Demir, çelik. Sert, kuvvetli olan. Çabuk kavrayışlı. Öfkeli. Hudut komşusu… Hadîd: Dağ eteği. İçinde yağmur suyu biriken çukur yer. Vakt. Yeryüzü… Dehudüdü-Oniki: 35: Dall-Delil olan. Yol gösteren. Gözeten… Cebl-İbda. İhtira: 35: Cebel-Dağ, yüksek tepe. Bir kavmin, ilim ve fazilette büyüğü… Beşiktaş: 1034= 35: Cülb-Su olmayan bulut. “Bulutlar gibi geçen dağlar”… Boğa Burcu, unsuru Toprak, yıldızı Zühre, vücutta tesir yeri Ense ve Boğaz, simya’da Sabitleme safhası): 1082: İMAN-(Hadîs: “Gün gelecek, imân elde ateş tutmak gibi olacak!”… Varlık cihetinden başka, ateş’in imân ile âlâkalandırılması, ruhî-bilgi meselesi… Te harfi, Allah’ın “Kâabid-Kısıcı, sıkıcı” ismi, Esir mertebesi ve Kamer menzillerinden “Kalb” ile ilgili… Asgaran: Kalb ile dil… “Aklı olanın dini de olur!”; mümin veya inançsız, fiili “dininin-yolunun” aynı, hepsi Allah’ın isimlerinin tasarrufunda olarak, bu mânâda “Allah indinde din İslâm’dır!”… Din ile imân arasındaki fark, Allah Sevgilisi’nin ümmeti için aynı şey olması gerektiğinden, mesele yok; inançsıza gelince, onun imânı örtülü kalmış olarak, hakikati İslâm’da, ama bu onu kurtarmaz… İslâm, aklı olanın dini de olur hakikatin aslı; imân ise kalb işi… Bahsi geçen Hadîs’te, İmân’da olmanın çetinliği yanında, içinde bulunduğumuz devre âit bir mânâyı da sezebiliyoruz… Te-Ebcedi: 400: Taht-Arş. Kaide. Kürsi… Taht’ın “Altta” mânâsı, Arş’a bağlı bir sema tabakası olan Kürsî’yi, Allah Sevgilisi’nin Hadîsleri’nin mücadelesi’nin yapılacağı bir devir olarak gösteriyor ki, bu husus da, “Ben Kur’ân’ın mücadelesini yaptım, benden sonra Hadîslerim’in kavgası yapılacak!” diye O’nun tarafından buyurulanla tamı tamına uyuşuyor… Kısaca: Abdülhakîm Koltuğu çerçevesinde anlatılanlara hep dikkat!)… TAB’AN-Yaradılıştan, doğuştan: 82: DÜZİNE-Oniki parçadan ibaret takım. (Vücuttaki tesir yerleri ve Simya safhaları bakımından 12 Burcu hatırla!)… BENGİ-Esrarkeş. Esrara mübtelâ. “Sır tiryakisi”: 82: KİMYA-Var olan bütün maddelerin elemanlarını araştıran, onların yapısını, bir araya geliş biçimlerini, değişik şartlarda ortaya çıkan tepkilerini, yeni terkibler elde etmeyi sağlayan ilim dalıdır. Gayesine nisbetle, her çeşit madde nitelemesine giren dalları, tabiî ki tıb, bu bakımdan insan bedenî ve ilâç yapımı mevzuu. Ruhun bedende tecellisi ile ikisinin karışımı olarak beliren nefsin bu iki kutbunun karşılıklı alışverişine mevzu olmak bakımından, irca ruh kutbuna, yaradılış sebebi Aşk da onula ilgili. Bundan sonra, “mecazî” mânâda Aşk kasdı ile de kullanılır bir tâbirdir. İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’nin “Kimya’yı Saadet-Saadet Kimyası” isimli eseri misâl… ABİ-Suda yaşayan suda meydana gelen. Kurbanlık nefs payı. (Ze-Zi-Zu; Allah’ın Hayy ismi, Hava mertebesi ve Kamer menzillerinden “Zu-Sahib”… Zı harfi, Allah’ın Aziz ismi, Madenler mertebesi ve Kamer menzillerinden “Sa’du’z Zabih-Kurban olan, kurban kesen, boğazlayan, boğazlanan”a işaret eder!): 82: TIBA-Tabiat. Yaradılış. (Ayn harfi, Allah’ın Bâtın ismi, Tabiat mertebesi ve yıldızlarının dizilişi gerdanlığa benzediği için “Ikd-el Süreyya”da denilen Kamer menzillerinden Süreyya!)

*

YEVMİYE: Yapmacık zannedilmesinden korkuyorum ve ona pek bir şey söylemiyorum… Bana rahatlık verdiği gün ve kendisinden bahsetmemi iltifatla teşviki, her neyse, deyiverdim: “Efendim, öyle oluyor ki, bazen ayakta durabilmeme, –durulabilmesine!– bile hayret ediyorum!”… Heyecanla, “yeter!” dedi; bunlar benim bu güne kadar hiç kimseyle konuşamadığım şeyler! (Ondan sonra pek sek bu sözümü, “Salih’in bir sözü var!” diye kullandı!)… TAB’AN-Yaradılıştan, doğuştan: 82: İMÂN… TABAN-Işıklı, parlak. Parlayan Güneş. (Taban’dan, topraktan gıdalanma meselesi: Lâm, “parlamak, melâme, düşkünlük, zelillik, nurî, ezel, bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları” gelir ki, Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin “bize ne geldiyse zelillikten geldi!” ve “Allah’ın isimleri ve sıfatları tartışmasını bırakın, varlıktan size ne gelirse yokluğa salın; sonra hakikat size zaten zuhur eder!” ve melâmilik yolunun makamsızlık olması gözönünde tutulduğunda, tabanda “sır, ışık” gıdasının alınması hissedilir değil mi? Varlıktan ne gelirse yokluğa salmak; neticede eksikliğini duyduğun kadar alıcısındır. Her şeye sari bir mânâ: “Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktalarını” fark etme… Melâmi tarikinde olmak, zelil bahsi çerçevesinde anlaşıldı mı, elbette onun hâline ermiş olanla, o yolda birine bağlı olduğunu söyleyen arasındaki duruma dikkat: “Ben melamiyim!” demekle, o yüksek hâlde olmak aynı şey değil… Bahsin imânla tevafuku, sadece imânın her şeyden doğabileceğini değil, aynı zamanda irfanla her şeye sarkılabileceğini de anlatıyor. Nitekim, zelillik kökünde birlik, güzellik ve çirkinlik formlarının ondan oluşu ile ilgili. Güzel veya çirkin, mevzuuna ve yerine göre, Şerait’e uygun veya aykırıdır; bu mânâya da dikkat… İspanyol ressam Dally’nin sözü Ben güzelin ressamıyım, Picasso ise çirkinin!): 454: MÜTEVECCİH-Teveccüh etme, yönelme. Bir yere doğru yola çıkan. Birine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzerinde olmak. Pîr-i fâni olmak… NETAİC-Neticeler: 455: FIRKA-İ NACİYE-Kurtuluş yolu… BÜYÜK DOĞU: 1060= 61: TABEN-Akıllılık.

*

TABAN, ayağın altı, ayakla birlikte akla gelen de yürümek; çeşitli mânâlar ifâde ediyor… BAKAR-Öküz. Dana. Sığır. (Bakr, “yarmak” demek olduğundan, öküz bir hayvan temsilcisi, hayvan da toprağı sürdüğü için “Bakar” denmiştir!): 302: KAPTAN Kusto Müslüman. “KKM”. (Noktalı harfler ebcedi)… DERVİŞ Muhammed-“Noktasız harflerle”: 302: MİRZABEYOĞLU…. ARVASİ: 308= 1307: BAKARA-Öküz. Sığır… Kıpçak Lûgatı’ndan, SIR-Sığır. Sıyır: 261: SIR-Şiddetli ateş ve soğuk su… SIR-Gizli tutulma: 261: SÜRA-Gece seyri. “Miraç”. (Hadîs: Müminin miracı secdededir!”… Topyekün Kâinat ve varlık sırrı, kalbte!)… İngilizce, EARTH-Toprak, kara, yeryüzü: 610: TA’LİK-Asmak. Geciktirmek. Mübhem bırakmak. Tefsir… TABANKEŞ-Yayan yürüyen. Piyade: 332: ISRAM-Derviş olmak.

*

ADEM: 45: ADIM-Yürümek. Meyl. Araştırmak… METRİS-BANDIRMA: 1045: LEDİG-AKREB ve Yılan gibi hayvanlar tarafından sokulmuş olan… Hollanda Lûgatı’nda, STAP-Adım. Teşebbüs: 463: STEP-İngilizce, “adım” demek… İngilizce, PACE-Adım. Yürüyüş: 11: ON-PÎR. (Mehdî’yi hamil 10 pîri hatırla)… Portekiz dilinden, PASSO-Adım: 129: LATİF-Allah’ın bir ismi, “Cinler-Gizliler” mertebesi ve “Mukaddem min-ed delâl; Öne alınmış delil, takdim”e işaret eden Be harfiyle ilgili… 2 PASSO-İki adım: 248: İKİ SALİH… MİRZA: 248: MUHAKKİK-Hakikati belli olmuş. Hakikati araştırıp bulan… 3 PASSO-Üç adım: 387: FARUK-Hak ile Bâtılı birbirinden ayıran. İslâm’da Devlet reisi remz şahsiyeti Hazret-i Ömer’in lâkabı… ÜÇ IŞIK ve ADIMLAR isimli eserlerim hatırlanmalı… ÜÇ Adım: 387: ÜÇ Salih… 3 PASSO: SALİH Mirza.

*

KUDSÎ Hadîste: “Bana nafile ibadetlerle yaklaşan kulumun işiten kulağı, gören gözü, eli ve ayağı olurum, o benimle işitir ve görür, tuttuğu şeyi benimle yakalar ve benimle yürür!”… Bedir Savaşında Allah Sevgilisi’nin attığı okun isabeti hakkında, Âyet’te, “Onu sen atmadın, Allah attı!” buyurulması… Hadîs’te: “Dünya öküzün boynuzunda duruyor!” denilmesi… Ay şeklinde boynuzlar ve boynuz, içinden “hava” geçen; nefes, hayat, hüviyet… Salih Aleyhisselâm’da tecelli eden Fütuhî hikmet; hiç beklenmedik zamanda tecelli eden, dağın yarılarak içinden deve ve yavrusu çıkması mucizesi… Üstadım’ın AKINCI GÜÇ fışkırışı üzerine IŞIK isimli ithafı: “Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan  bir ışık fışkırdı!”… Âyet meâli: “Allah bir şeyin olmasını dileyince, Ol der ve o şey de olur!”… Emir Allah’tan, oluş kendinden - kendinden zuhur… Lâm: Zelil… Elif: Hiçbir mertebesi olmayan Allah… Bir yönü Allah, öbürü yönü kul: Allah ile Kul, yaratıcının yaratışında ilgili… ÜSTADIM’ın ESSELÂM Şiirinden: “Lâmelif, elif lâm / Ben mecnun o Leylâm / Hasreti Kerbelâm /…….. incilâm / Ne bir harf ne kelâm / Esselâm Esselâm!”… Mecnun: Zelil… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: “Her şeyi bilen Elif ve Lâm kucaklaştı / İki sevgili gibi - Avam ise uyumakta / Yüce ayaklar birbirine dolaştı / Bana bir haber geldi iki harften / Şübhesiz kalb mânâyı kucakladığında / Onda var etme ve yok etme ortaya çıkar!”

*

Not, TABİAT: Allah’ın yaratması ile ilgili bu mertebe, dört unsurun belirişiyle ilgili olarak, “Sıcak-Kuru, Kuru-Soğuk, Sıcak-Nemli, Soğuk-Nemli” diye ayrılır… Levh-i Mahfuz ve Tabiat mertebelerinden sonra, HEBA mertebesi: Yaratılan hakikatlerin hakikatine en çok benzeyen, Heba’dır. Hebâ, Allah’ın âlemin suretlerini içine açtığı şeydir. Sora nuru ona benzer yapmıştır; Nur, Hebâ içinde bir suret, ona en çok benzeyen de Hava, havaya en çok benzeyen Su, suya en çok benzeyen maden, madene en çok benzeyen de ahşab ve bağırsak gibi şeyler… LAMELİF’te, Lâm’ın Elifi’ni bilmek, Elif’in zâtlarını bilmek ve mertebelerin varlığını yüceltmek için… ELİF ve LÂM, bütün suretleri gerçek anlamda kabul eder, çünkü onların bütün hakikatleri kendilerinde topludur. Hangi şey kendini onlara empoze ederse, kendilerinde o şeyden bulunan hakikati izhar ederler; İBDA Diyalektiği’nde, “Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulur!” diye belirtilen sır!


Baran Dergisi 388. Sayı