KEF harfi ile ilgili olarak, NEDİM-İ Kadim’den bir beyit: Miyan-ı sırrını canumda eyledüm pinhan / Düşer mi âşık-ı şeydâya keşf-i raz itmek... “Sır miyanını –kemerini– canımda eyledim gizli / Düşer
mi divane âşıka gizliyi açmak!”
*
BEYT’in ölçüsü-Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün: 1474: TAVASSUT-Araya girmek. Vasıtalık. “Kemer”... MİYAN-Orta, ara, vasat, meyan: 101: GUSTO... MİYANÎ-Limanlar: 111: ELİF harfi... MEKÂN-Yer. Durulan yer. Hane. Mahal: 111: SAHABÎ... KUTB-Zamanın büyük mürşidi. “Vefatından sonra da irşadına devam eden, İRŞAD Kutbu Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini hatırla!”: 111: MASÎ-Korkusuz, pervasız. “Kürteçe’de, balık demek. Balık Burcu’nun yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri ayaklar”... KATB-Daim çatık çehreli, ekşi yüzlü. Dolu çuval –sır– götürmek için hazırlamak. Aslan. Birikmek, biriktirmek, doldurmak. (Tag: Ekşiyüzlü. Bitirmek, sona erdirmek. Köpek. Basiret. RAÎ. Kemer. İcad. Nefs. Can. Gaib): 111: KUVVE-Kuvvet. Güç. Selâhiyattar. Fikir. Niyet. Hasse. His. Meleke. Kabiliyet... MUHASİB-Hesab eden. Muhasebe eden: 111: İNS-İnsan... MA’-Yeryüzüne yayılıp döşenmek: 111: SİMYA-Adi madenin altına çevrilmesine uğraşan ilim. “Nişân. Alâmet. İşaret”.
*
MİYAN-MEYAN... Kıpçak Lûgtı’nda, MEY: Beyin. (Beyn-Arasında, aralık. Burnu ve ayakları uzun karga: 62: Kelbî-Tag’la ilgili... Karga, rengi kasdıyla, ululuğa teşbih edilir... Keraker-Kuzgun. Karga: 441: Kısakürek... Zebih-Boğazlama, kurban. “Kıpçak Lûgatı’nda Boğ, boğmak; Boğa da kaplumbağa veya kurbağa demek”: Mükâfiş-keşifte bulunan.. Teslis-Üçleme: 1441: Salih Mirzabeyoğlu)... MEY: Şarab. Ruh... Tefekkür, aklın iliğidir!”... Kıpçak Lûgatı’nda, MEYNÎ: Beyin. Mey... Beynin ne olduğunu arayan, aslında onunla onu aramakta ve bu yüzden de kendini aramaktadır; o bu mânâda vücudun her yerindedir... İnsan bedeninin madde, bitki ve hayvan özellikleri ile ruhtan geleni alışta, BEYİN, gayri iradî faaliyetleri de kendine bağlamakla, organ olarak KEMER mevkiindedir. İçgüdü ve ruhî arasında, aklın teşekkül ettiği beyin, içgüdüyü denetleyen olmakla, ona âit bilinen; nefste, ruh kutbuna mukabil akıl kutbu, beden ve bedenle idrak edilenleri kontrol ederken, kendisi de ruh kutbundan gelenle kontrola muhatab... Vücutta kemer bölgesi, gayr-ı iradî faaliyet bölgesidir ve “nebat”ı andıran... “Nebat’ın iradesi olmadığı için yaratılış memuriyetine muhalefeti sözkonusu değildir; bu yüzden de aslında “sadece”, iradenin tam teslimiyetle Allah’a havale olmak bakımından, nebat hareketine benzetilmiştir. Aynı şekilde, BERZAH âlemi de... Aynı sebeb; beyin, düşünce KEMER bölgesinde addedilince, oraya bağlı... KEMER altı ve KEMER üstü bahsi geçen faaliyetlerin ona bağlı, dünyaya açılan beden hakikati bakımından tamamdır... Necis: Temiz olmayan. Pis... Necis: Yavaş hareketli insan ve hayvan. Gizli şeyi ifşâ etmek. Gizlenen sır, nişân. Bir nevi yeşillik... İnsanda nefs, tezkiyesi gerekendir, temizlenmesi gerekendir; nuranîleşmesi gereken mütemadî... Sadece hareketi, “kendini büsbütün unutmak”, teslimiyet; böylece, tersine dönüş şuur ve hareketi... Mesele böyle görüldüğünde, işin tabiî olarak kalb yönü ortaya çıkıyor... Malûm: Halk âlemi’ne âit herşey, aslı berzah âleminde bulunandan... Teslim olmuş akıl, aklın kontrola aldığı içgüdü, teşbihte nebata benzetilen faaliyetler, cümleten bir birlikte... TERAZİ Burcu –Mizan Burcu–, unsuru Hava, yıldızı BOĞA Burcu’nda da görülen Zühre, vücutta tesir yeri böbrek ve damarlar. “Sinir sistemi,
sinirbilim hatırda”... Noktalı RE, yâni ZE, Allah’ın HAYY ismine, hava mertebesine, Ay menzillerinden “Boğazlayan”a işaret eder... Hayatın maddî ve manevî muvazenesi, Nefsimizin “ruh ve akıl” kanatları arasındadır; fert ve toplumda!
*
BEYT’in Birinci Mısraı Ebcedi: 736: NUFAHA-Su üzerindeki kabarcık. “Nefha”. (Hubab: Su üzerindeki kabarcık ki, ona “habab-ül ma’ ” derler. Muhabbet. Sevgili... Ab-Süvar: Su üzerindeki kabarcıklar. “Gemi kaptanı”. “Rahman Sûresi 19-20. ve Furkan Sûresinin 53. âyeti”... Hubub: Su üzerindeki kabarcık. Tohumlar, taneler)... ZU’L-KURTA-Halid bin Velid Hazretleri’nin bir kılıcının ismi. Küpe sahibi. (Halid bin Velid Hazretleri’nin isminin ebcedi, “Usmuh-Kulak, kulak deliği” ile aynı... Mahzum: Her delik nesne. Burnun halkasıyla tutulan sığır ve deve... Bir şeyden ders almak ve nasihatın tutulması gereğine âit, “kulağa küpe olsun!” halk deyişi malûm): 1045: HALİD bin Velid+Arvasî. (Ebu’t türab-Hazret-i Ali’nin bir namı: 643: Ebu hâlid-Kelb. Köpek. Kurt. Canavar. Tag... Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Hüseyin’e dayanan bir neseb sahibi)... MUTASAVVER- Tasavvur edilmiş. Tasvir edilen. Hatırdan geçen: 736: HALİD bin Velid... MUTASAVVİR-Tasavvur eden: 736: MEHDİ Salih İzzet Erdiş.
*
BEYT’in İkinci Mısraı Ebcedi: 1956: NEVŞAH-Yeni dal. (Dal harfi; “Dilediğini doğru yola götüren” anlamına gelen “El-Mübin” ismi, Yedinci Sema-Ay, Ay menzillerinden “El-İklil, Süslü taç”a işaret eder... Dal, Mehd’in irşadıdır)... İFRAT hâlde tecrid. (Bir not: “Divan edebiyatında sevgilinin beli, yok denecek kadar ince, bir sır olarak hayâl edilir!”... Yok denecek kadar ince’yi, BERZAH mânâsına diye anlamak lâzım. Zaten teşbih, teşbihten lâtifleşmeye doğru diye bilinmeli; gaye, “dişi nefste” dişi olarak tecelli edeni, bu teşbih yolundan lâtifleşme ve fikirleştirmeye doğru yerini bulur!): 956: MEFZUL-Fazla gelmiş olan. Üstün gelen. (Sunulan ve sunan: Arz ve takdim eden ve edilen!)
*
BEYT’in Toplam Ebcedi: 2692: MAHZUM-Her delinmiş nesne... İLHAN-Hükümdar: 692: BESARET- Göz açıklığı. Dikkatli bakış. RAÎ. “Vali, ruh”... HAFAYA-Gizli şeyler, sırlar: 692: İ’TİKAR-Birbirine karışıp sayılamama... İBTİSAR-Basiret. Kalb gözüyle görme, anlama. Görüp hakikatine varma: 694: MAHADİM-Mahdumlar, oğullar... TERFİH-Ferahlandırma: 695: HURUFAT-Harfler.
KEMER SIRRI (MİM HARFİYLE İLGİ)
MİM harfi ile ilgili olarak, NEDİM-İ Kadim’den bir beyit: Hâk-u kabrim tûtiya itsen’ola uşşâk-ı zâr / Ben Nedîma küşte-i tîg-i kazâ-yı hasretem... “Kabrimin toprağını sürme etse gizli aşıklar / Ben Nedîma –dost–, kaza kılıcının hükmüyle öldüm –bunu bilenlere– hasretim!”
*
BEYT’in ölçüsü-Fa’ilâtun Fa’ilâtun Fa’ilâtun Fa’ilün: 1219: MUSTAF-Tabur veya saf hâlinde dizilmiş. (Mustaf: Mus-Taf... Mus: Bıçak... Taf’-Ateşin sönmesi. “Hamd”: 90: Mâlik... Levha: 31 Aralık 1983... Özetle Üstadım, “Mustafa Seyyid Nur” isimli Diyarbakır’da bulunan birisine mektub yazmış, torununu o isme ısmarlamış... Mektubu Büyük Doğu’dan okurken, onun benim ifâdem gibi, ben yazmışım gibi oluyor... HAMİD-Alevi sönen ateş. Ölü, ölmüş. Halsiz: 645: EBU Hâlid-Canavar. Köpek. Kurt... Hamide: Kemerli, eğri, kambur... Hamîd-Medhedilmeye, sena edilmeye lâyık: 62: Mehdî... NEVAD-Lisân. Torun: 66: HUNCE-Kuşak. Kemer. “Nesil, neseb, nisbet”... Seyyid Mustafa Nur: 559: Kaptan Kusto Müslüman... Mensiyat-Hatırdan çıkıp unutulmuş: 559: Kamterir-Çatık suratlı. Basar. Kelb. Kalb gözü... Aynı ebcedle: Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu)... MAK’ADE-Kurbağa. Boğa. Boğazlama, bedene. (Levha: 31 Aralık 1985... Uzun uzun, çok uzun, kemiklerim kırılacakmışcasına cezbediliyorum... Ve Üstadım, karnımı sıkıp nefsimi kontrol etmeyi öğretirken, “Allah, Allah” diye zikrediyorum... Kilitlenmişim gibi nefesim tutuk... Ve kafamın içinde buz gibi rüzgar... Not: Habs-ı nefes bahsi ve kemer bölgesi hatırda): 219: FEYLESOF... MUHAMMED Salih: 221=1220: FEYLEMANÎ-Cüssesi iri. (Ebedd-Cüssesi iri, gövdeli: 7: Ebed-Ebedîlik. Hâlidî... Decc-Horozu çağırmak: 7: Tevessük-İnanıp güvenerek, itimad ederek dayanmak... Necib Fazıl Kısakürek: 1417=13: Salih Mirzabeyoğlu... Aynı ebcedle, İstisna: Müstesna kılmak. Kaide dışı bırakmak. Seçmek. Ayırmak.)
*
BEYT’ in Birinci Mısraının Ebcedi: 3217: KAFA Kâğıdı-Bende “Ufuk”, Üstadım’ın hüviyet hususunda işaretleri... RAİSE Sultan Barier: 1215= 216: AVRUPA... SEYFULLAH-Allah’ın kılıcı. Hâlid bin Velid Hazretleri’nin bir ünvanı: 217: BEYDER-Doğru lûgat. (Edebiyat: İlm-i edebin bütün yönlerini kuşatan... İçe ve dışa doğru; Üstadım’ın tâbiriyle, “içe doğru olmak ve dışa doğru bu oluşu tamimleştirme davası olan İslâm siyaseti”, pratik plânda feraset ve marifet işi olan siyaseti de bütün unsurlarıyla bu anlayışa nisbet eder!)... RÜYA-Yerden biten nebat. “Kusto”: 217: HART- Nikâh. (Zirve, iki kesişen çizginin birleşmesidir; KEMER, “Divan edebiyatında sevgilinin belinin çok küçük hayâl edilmesi” meselesi ve rüyada bana gelen mânâ olarak “bit ve pire hakkında en çok yazan odur!” buyuran Muhyiddin-i Arabî’nin sözü, “nokta, sıfır, bit, bitmek, hatm” yorumuyla böyle anlaşılmalı... MİM harfi: Temme-bitti!)... MÜSTAHLİS-Kurtaran, halâs eden. Kurtarıcı: 220: MÜSTAHLÂS-Kurtarılmış, halâs edilmiş.
*
BEYT’in İkinci Mısraının Ebcedi: 4310: RÎK-Salya. Ağız suyu. “Edlak, Hâlid bin Velid’in bir kılıcının ismi”... ŞAHİD-Şâhitlik yapan. Bilen, tanıyan. Sened yerine geçecek kadar makul ve muteber sayılan. Gören. RAÎ. Melâike-i kiram. Hazır: 310: HAŞÂ-Kalb. Nefes tutukluğu. Nefesin tutulması... TARIK-Zühre yıldızı. “Boğa Burcu’nda ve Terazi Burcu’nda görünür”: 310: TAĞ-I Sagr... MUHTERA- İcad edilmiş. Muhtera olunmuş. Uygun düşürülmüş. KEMER:1310: MUHTERÎ-Misli görülmemiş bir şey icad eden. Yeni bir şey bulan... MERASÎ-Limanlar. Miyân: 311= 1310: ERSEN-Meclis. (Başyücelik Devleti’ni hatırla!)... ŞEHAV-Açmak, feth: 314: TIŞE-Ufak çocuk. (O’dur zannıyla öldürülen binlerce çocuğun kuvvetini iktisab eden Musa Aleyhisselâm’da tecelli “çocuk” hikmetini hatırlayınız. O’nun, “Kelimullah” lâkabını da... Tıfl: Güneşin battığı yer. Şâm. Rûmî, Anadolu. Akşam. Fikir... “Hâlihazır”a taze kan tarih bahsini, her türlü geçmiş oluşumu halihazıra ıstıfa olarak sunulma zaruretini, “Anadoluculuk” merkezi etrafında mekân ve fikir unsurunun dünya çapına talib oluşunu da!)... HARİKA-Ateş, nâr, od. Hayat: 314: YAVUZ Sultan Selim. (Onun, hilâfeti Tomambay’dan “Mercidabık” meydan muharebesinde yenerek “İstanbul’a-Dersaadet”e getirişi malûm... Dava, İslâm ülkelerinin birliği... Nitekim şâirane bir sahne: Yavuz Sultan Selim’in, “Allah’a, ümmet için hayırlısı ne ise o olsun diye dua ederek savaşa girdim!”... Tomambay: “Ben de öyle dua ettim, sana nasib oldu; Allah hayırlı ve muvaffak etsin!”... Yavuz Sultan Selim, “ideal devlet reisi” şahsiyeti olarak, REMZ şahsiyettir... Kılıcını şiir kınında saklayan... “Şiir idrakı” dilinden anlayan beri gelsin!)... İspanyolca, Camerine: Giyinme, süslenme odası. Sıfatlanma. (BD- İBDA): 310.
*
BEYT’in Toplam Ebcedi: 7527: ŞEKÛR-Çok şükreden. Allah’ın “kendisine Şükredilen” anlamında güzel isimlerden biri. (Kef harfi, Allah’ın Şükür ismine ve “Kürsî” mertebesine işaret eder... Kef: Avuç içi. Taban altı. Kader. Köpük. Sıkıntı. Nimet. Terazinin iki yanındaki tablalar)... İSTİHLÂL-Yeni ayı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi. Kılıcın kınından sıyrılıp görülmesi. Bir ifâdede birbirine benzer seci’li ve kafiyeli sözler söylenmesi. Çocuğun doğar doğmaz ağlamaya başlaması. İyi ve hayırlı bir başlangıç. (Hemze, Allah’ın BEDİ’ ismine, ilk AKIL-Kalem mertebesine, Ay menzillerinden Seretana işaret eder!): 527: MUSA Mirzabeyoğlu. (Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418: Musa Mirzabeyoğlu)... AZİMET-Takva ile amel etmek. Kesin karar vermek. Yola çıkmak: 527: SALAVAT-Namazlar. Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar... MÜCALESET-Beraberce ve birlikte oturma: 534: MÜNADEMET-Nedimlik etme. Sohbet arkadaşlığı... GUŞ-VAR-Küpe. “Kurta”: 534: MÜLASEBET-Karışma. İki şeyin birbirine benzemesi. Ülfet etmek... MÜSTEDELL-Bir delille isbat edilmiş: 534: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.
KEMER SIRRI (RE HARFİYLE İLGİ)
RE Harfi ile ilgili olarak, NEDİM-İ Kadim’den bir beyit: Gönülde aks-i ruh-ı tâb dârı bâkîdür / Muhabbet âleminün nev-bahârı bâkîdür... “Gönülde mühür basan ruhun aksi bâkidir — Muhabbet âleminin taze ve yeni bahârı bâkîdir!”
*
AKS-Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peyda etmesi, belirmesi. Işık ve ses gibi şeylerin bir yere çarparak dönmesi, dönüşmesi. “Ruhun eşya ve hâdiseler üzerinde pıhtılaşması sürecinden düşünceyle “ideal” olarak belirmesi, ona doğru yükselmesi, dönüşümü; ruh ile eşya ve hâdiseler arasında, asl olan ruha nisbetle gölge, fikir olarak görünümü”. Döndürmek. Hilâf, zıd, ters. “secde”. BAHÎLİK etmek. (Bahîlik, hayvanî hisler ve buna bağlı yapıp etmelerdir, şehvetlerdir. Yapıp etmeler bedenle ilgili, beden de nefsin gölgesi; nefs ise ruhun... Neticede “bahîlik” cümlesi içine giren yapıp etmeler, son tecridte “Allah bildirmeseydi, zâtiyle iyi ve kötü yoktur; iyi ve kötü bir değer ölçüsüdür!” hükmüyle, bu nisbetle müsbet veya menfî olarak değerlendirilebilenlerdir... Hani, ibadet cümlesine girenler de, neticede “beden-canlı” olmakla icra edilebilenler... Müridd: Cima hırsı ve iştihası çok olan kişi. Suyu çok olan deniz... Aynı yazılışla; Mürd: Ölü, ölmüş. “Akl, ölüm, ip”... Aynı yazılışla, Mürd: Sakalı yeni belirmeye başlamış genç. Akli baliğ, rüşd yaşına eren, iyi ve kötüyü ayırdedebilen... Mürid: İrade eden, isteyen, arzu duyan. Tarikate girmiş olan): 150: MÜSEMMA-İsimlendirilen. İsmi ile karakteri aynı olan. Muayyen zaman. Belirli vakit. (Salih Mirzabeyoğlu)... SEYF-Kılıç: 150: ALÎM-Bilen.
*
AKS-İ Ruh-ı Tâb-darı: 236: ERİKE-Taht. Koltuk. Kürsî. “Erk, kuvvet. Erk, uyku”... NUSUS-Naslar. Kur’ân ve Hadîs hükümleri: 236: MISDAK-Bir şeyin doğruluğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. Alamet. Tavır. Tarz. Düstur. Değer ölçüsü... ERCAL-Ayaklar. (Rical: Ayaklar. İleri gelenler. “Devlet ricali” denmesi gibi... Taban: Ayak altı... Taben: Akıllılık... Taban: Işıklı. Parlak. Güneş... Tab’an: Yardılıştan, doğuştan. Huy ve tabiat itibariyle... Tabançe: Avuç içi. Be-kef... Recale: Yayan yürümek... Recale: Re-cale... Cale: Sal, kayık. “Nefs”... Recale: Çoban nefs. Gözetleyici ve koruyan nefs. İdare eden nefs. Haber veren nefs. Nefsi idare eden ve gözetleyen, koruyan. Neftsen haber veren. “Nefsini bilen?”... Re: 200: Ebu Süleyman-Horoz...Vücutta tesir yeri “ayaklar” olan Balık Burcu; unsuru su, yıldızı “Müşteri-talib”, Simya safhasında “yansıtma”, aks)... KARYA-Eski devirlerde Bursa ve Balıkesir bölgesi: 236: REKÎZ-Gizli ve gömülü hazine. Sağlam. (Rekîz: Re-kîz... Kîz: Küçük kab... Kîza’-Yemeği çok yemekten dolayı ağırlık. Kabid: 925: “Salih Mirzabeyoğlu Hükümdardır!”... Batn-Mide. İç, karın. Sindirim. Güneş. Neseb. “Nesab, nisbet”. Kemer bölgesi: 61: Büyük Doğu)... RÜVAL-Salya, ağız suyu. Halid bin Velid’in “Mirseb” isimli kılıcı: 236: MÜNAFESE-Başkasında görülen bir kemâle imrenip ona erişebilmek hissidir.
*
BEYT’in Birinci Mısraının Ebcedi: 961: KÂZIM-Öfkesini yenen, meydana vurmayan. (Kâzim- Gümüş. Saliha. Yay. Kefkemden, eğri. Mesiha. Yazı yazmada kullanılan beyaz deri. Arpa. Şâir: 1950: Müşteri-İstekli, arzulu, talib. Bir yıldız ismi)... ZILAL-Gölgeler. (Arvasî: 308: Gölgeler... Revak-Kemer. Kubbe. Çardak. Ev önündeki saçak: 307: Bakara-İnek. Sığır. Kur’ân’ın 2. ve en uzun sûresi... Revak: Re-Vak... Vak’: Ağırlık. Ağırbaşlılık. Yüksek yer... Vak’: Yüksek yer. Tesir, etki. Düşmek. “Halletmek”... Kürtçe, Avrel-Nisan: 307: Rızk-Yiyip içecek şey. Maddî ve mânevî ihtiyaca lâzım nimet. “S” harfi, Allah’ın Rezzak ismine, bitkiler mertebesine işaret eder... BAŞAK Burcu, unsuru toprak, yıldızı Utarid, vücutta tesir yeri bağırsaklar, Simya’da damıtma safhası): 961: MÜŞAREKET-Birbirine ortak olmak. Karşılıklı anlaşma. (Kemer: Kef, Mim, Re)
*
BEYT’in İkinci Mısraının Ebcedi: 1298: HARFÎ-Harfe âid. Sahibini tanıtmak için olan. Başkasının mânâsı için yazılan... RAHMAN-Bütün yaratıklara rızıklarını veren, hayır ve rahmet buyuran, bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren. Nizâm ve adalet sahibi (Allah): 298: SABUR-Çok sabır gösteren, çok sabreden. Allah’ın 99 güzel isminden biri. (Üstadım’dan: Felâh mı, onda felâh, — Silâh mı, onda silâh. — Sen de kim oluyorsun? —Asıl sabreden Allah!)... ENGÜREK-Gözbebeği: EL-Esirre. “Taht, kürsî, koltuk”... BERHEMEN-Hakîm. Efsun okuyucu: 297: ROMAN-Engare: Zann. Tarih. Roman. Bitmemiş iş... MÜBERHEN-Delilli, bürhanlı, isbatlı: 297: SİVAR-Sığır sürüsü. Misk kabı. “Bilezik”.
*
BEYT’in Toplam Ebcedi: 2259: İBRAHİM-“Eb” ve “Rahme” kelimelerinden mürekkeb, “Cumhur Babası” demek olan İbranice bir kelime. (Üstadım’ın Bahriye Mektebi’ndeki hocalarından, ona ilk tasavvuf zevkini aşılayan ve kendisinden “İstikbâlin beklenen fikir kahramanı olacağı ümidini beslediğini” söyleyen İBRAHÎM Aşkî: 739: Der-Saadet. “İstanbul’un eski ismi. Saadet kapısı”... Metris Cezaevi: 739: Turfanda-Mevsiminden önce yetiştirilen sebze ve meyve... Mürtesim- İrtisam eden, resmi çıkan. Görünür hâle gelen: 740: Müterressim-Resmeyleyen. Musavvir. “Re harfi, Allah’ın Musavvir ismine, Musa Aleyhisselâm’ın makamı 5. sema tabakasına işaret eder!”... TE’SİR-Ateşi yakıp alevlendirme. Kıymet ve değer koyma, hüküm koyma. Vaki’: 740: MÜTEFEKKİR... ZEYL-Ek, ilâve. Etek. “Ramazan ilâvesi”: 740: SÜMUR-Gümüş. Saliha... MUŞT- Avuç. Yumruk: 740: TENFİR-Asker toplamak)... MAKDUNİS-Maydonoz. (Yevmiye: Maydonoz kelimesi, “mide nüvaz-mide okşayan” kelimesinden geliyor): 260: DERUN-İç taraf. Kalb... SAK’- Horozun ötmesi. Bir kimseye vurmak: 260: SER-Baş. Tepe. Uç. Nihayet. Zirve. Gaye. Başkan. Reis... MUKNİ’-İkna eden. Kanaat veren. Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran: 260: MAKNA’- Şâhid... KEMER-Yay gibi eğik yapı. Bele bağlanan kuşak. Bel bölgesi: 260: KASTALANÎ-Ok atmak. Şafak kızıllığı. (İmam-ı Kastalanî: İmam-ı Ahmed İbni Muhammed. Büyük Şafî İmâmlarından ve Mevahib-ül [Ledünniye] isimli meşhur eserin sahibi... Doğumu, Hicri: 851: Ruhamî-Mermerle ilgili. “İki deniz”... Vefatı, Hicrî 923: Ufuk ile Hafiye-Tilki Günlüğü’nün alt başlığı.)
SIRR-İ İSTİVA
Bir İslâm büyüğü, İnsanın Allah’a muhtaç olduğunu bildiren âyetin tefsirinde şöyle buyurdu: “İnsanoğlu Allah’a muhtaçtır. Allah, ezelî ilmiyle bildi ki, insan, beşeriyeti gereğince su, ekmek vesair dünya sebeblerine ihtiyaç hâlindedir. Bu bakımdan her neye muhtaç olursa, bu ihtiyacın hakikati, ALLAH’A MUHTAÇ olmaktan başka bir şey değildir... Bu hikmetin ihtarı!”
*
ALLAH’ın RABB ismi, varlığın bütün tabakalarında ona mahsus rızkını veren, besleyen; Ay menzillerinden “Kivan - oluş - bacı delikleri, berzah, hâlleden”, herşeyin ona mahsus Berzahlarında RABB isminin tecellisini, İNSAN bâtınında da 1. Sema –Ay– mertebesine âidiyetini gösteren... Şuna dikkat: “Nefsini bilen, Rabbini bilir!”... Bu demektir ki NEFS, “bildim, oldu bitti!” değil, bildikçe bilinecek olandır, hep bilinmesi gerekendir; beden ve şuur varlığımızı fark ettikten sonra, faaliyetleri ve tezahürleri boyunca eserlerinden de tanıdığımız nefs istidadı, nefsimizin hep ötede tanınacak bir şeyleri olmakla meçhul yönüne de işaret ediyor... Beden uzuvlarımızın farklı varlık ve faaliyetler içinde bulunması sırasında, bir ifâde şekli hâlinde bunların ismini “beden ve bedenî” diye nitelemek nasıl toplayıcı ve doğru bir ifâde ise, “nefs ve nefs” tezahürü işlerde de “nefs ve nefse âit” mânâları toplayıcı bu tâbirde farklılıklara mahsus kullanımlarına da dikkat... Nefs, mücerret olarak ıssız bir çöldür; onda can, canlılık, bunların çeşitleri, ruhîlik ve ruh, içgüdü ve akıl-düşünce buldukça, bunların nefs, nefsin de bunlar olduğunu bildikçe, ortaya bir girift çıktığını fark ediyoruz... İMAM-I Azam Hazretleri, bir riyazet sırasında karnından bir köpek suretinde çıkarak oradaki yiyecek tabağına uzanan nefsine, “iyi ki içimden çıktın, seni bir daha içime almayacağım!” deyince, gaibten bir ihtar gelir: “Onu içine al, biz seni onunla seviyoruz!”... SAFİYÜDDÎN isimli veli, dış yüzden tevazu sanılır, Üstadım’ın “Sonsuzluk Kervanı” isimli şiirinde kendi hâline tercüman, şöyle buyurur: “Sonsuzluk kervanı peşinizde ben, — TEK AYAKLA SEKEN TOPAL KÖPEĞİM!”... İki hâdisede “metafor-mecaz” olarak “köpek”in, iniş ve çıkışlarını tekrardan izâha ihtiyaç yok!
*
TAG-I Sagir, SAĞ-I Takir, aşan, aşkın, taşan, taşkın, kemer, eğri, efkemden, kuşatan, düşen, icad, ibda, ihtira, berat; basiret, feraset, düşünen, kalb gözü ile, KELB-KÖPEK ve bunun KEMER bölgesi - GÖBEK’te “karmaşık” topluluğunu işaretledik... Köp, köpük, köpek, ve göbek kelimelerinin kök birliğini de!..
*
YEVMİYE: “Şiirde, marulun göbek yapraklarından olmak istiyorum!”... GÖBEK: İnsan vücudunda ve memeli hayvanlarda, ana ile cenin arasında kan alış verişini sağlayan kordonun, gelişimde yavru vücudunun göbek kısmında ayrıldıktan sonra bıraktığı delik - göbek deliği. Karın bölgesi. Lahana, marul, karpuz gibi bitkilerde dolgun kısım. Bir yer veya şeyin etrafındaki unsurların kendisine bağlandığı merkez. Nesil, soy, kuşak, batn... MEHDED: Yabanî marul... İspanyolca GRAMA: Çim, çimenlik. Yerden biten ot... RÛYA-Yerden biten ot, nebat... RÜYÂ: Düş. Uykuda görülen misâl âlemi. İçinde yaşadığımız âlemin hakikati... “Teorik Aklın Kritiği” ve “Pratik Aklın Kritiği” eserleriyle ünlü, “aklın kritik edici, kıymet biçici ve değerlendirici” oluşunu müstakil bir felsefeyle ile ortaya koyan Filozof Kant’ın bir sözü: “Biz, hiç bilmediğimiz süje ile hiç bilmediğimiz bir âlemin ortasında, rüyânın rüyasını görmekteyiz!”... Süje: Bilen şahıs... Yine tekrar; Şekspir’den: “Biz, rüyâların biçildiği kumaştanız!”... İspanyolca, MATA: Bitki, nebat... İspanyolca, MATE: Kafa, kelle. Su kabağından maşrapa... Yine İspanyolca, MATE: Donuk, hareketsiz... Bizde MATE: Öldü... İspanyolca, META: Gaye. Hedef... METABOLİZMA: Öze dönüştüren. Bünye...
İspanyolca METAFOR: İstihare, hayırlı olup olmayacağına bakılan ilk örnek... YUNUS Aleyhisselâm’ın BALIK karnı ile ilgili vakıası malûm: O’nda tecelli eden hikmet “Nefes”; “Nefsî” de denmiş. Nefes ve nefs arasında, nefes olmazsa, nefsin öleceği bakımından... Bu ölüm, şu âlemdeki diriliğin bitmesi, vücut unsurlarının dağılması; “ölümü tadan nefs” nitelemesi, “eski şekil, yeni terkib” hesabı, nefsimizin öte âlemde o âlemin unsurlarından mürekkeb görünüşü ile ilgili... “Şekil, unsurların verimi olmak şöyle dursun, onlardan bağımsız olarak var olabilen”; şekil, insan tabiatına uygun olandır ve Mavera-üt Tabia’nın, “Mavera-üt tab’ ” olarak ifâdesi. Bu demektir ki, şu mânâda; Ayn harfi, Allah’ın Bâtın ismi ve Küllî Tabiat mertebesi ile gösterilen... Şimdi: Ebu Halid, “köpek, kurt, yırtıcı” demek. Haled de, “Kalb”... Kritik edici aklın öncüsü “içgüdü” vasıflanması içine giren bütün kuvveler, vücudun bütün iç ve dış organlarına yaygınlıkta aranması gereken ve merkezi GÖBEK-KEMER-KARIN bölgesinde bulunandır; onun derûnunun kalb’te olması, insanı hayvandan ayıran “mücerretleri idrak” kabiliyetinden ötürüdür. Ay menzillerinden KALB, bâtında, Mavera-üt tabia’ ile Mavera-üt Tab’ın birleştiği ESİR mertebesi olarak, arada denetleyici akıl ve organı beyin, “içgüdü-insiyak” kuvvesini de kendisine bağlayan... Bunu söylediğimiz ânda, İLM-İ Huruf’la ifâde edilen bütün mertebe ve menzillerin yeri kalb olduğuna göre, içgüdü de içinde bulunduğumuz âlemde görünen bir kuvve olarak niteliği “karmaşık” vasıflı ve tezahürleriyle bilinen.
*
NİMPA, şu satırları yazarken matraklığı meydanda bir durum hakkında hâliyle muhalif, ama bir şey söyleyemiyor; tamı tamına olmasa da, bana yolladığı sakinleştirici dalga, haklılığımı kabul anlamına yorulabilir: TELEGRAM hususunda resmî olarak Tıbbî ve Hukukî hükümlerin neticesi, “kafayı yemiş dil, bu bakımdan TELEGRAM diye bir şey yok; TELEGRAM diye bir şey yok, bu bakımdan da kafayı yemiş değil, affı hak etmiyor!”... Ben, TELEGRAM’dan bahsederken kafayı yemiş olmadığımı isbatlarken, isbatım TELEGRAM diye bir şey olmadığı hususuna döndürüldü... TELEGRAM isimli kitabımın önsözünün sonunda, –isteyen bakabilir!–, af hususunda ne demişim, bugün durum ne, karşılaştırılabilir; ve muarızlarımın kaç türlü çelişki içinde bulundukları anlaşılabilir. “İyisi mi ben, mahcub olması gerekenleri kızdırmadan, bu sefer aklım başımda olduğu tesbit edilmiş, susayım!”... Son cümlem NİMPA’ya lâf atma; aptalı oynamaktan bıkmasını istiyorum, çünkü “tinerci çocuk” lâflamaları yaşında mevcut aklı ve zekâsıyla çelişiyor ve bana sanki akıl ve zekâsının istediği hüviyette görünmekten korkuyor intibaı veriyor. Ördekler arasına karışmış martının, farkı anlaşılırsa onlar arasında barınma zorluğuna düşebileceği hususu da içinde, böyle bir tesbit sahibiyim... Yine ona söylüyorum: “Birlik ve beraberliğin yolu, aptalın aptallaştırmaya çalışmasından geçmiyor!”... Herhâlde birlikten gaye bu değil... Ne o? Unuttuğumu sanarak hatırlattığın TELE-GRAMO’yu unuttun mu? Sana bu sürpriz sataşmadan sonra, ona geçiyorum, sen de klasik kontrol numarasıyla sataşmalara, dağıtma çalışmalarına başlayabilirsin... Ama unutma, ben 2.17’yim; sen de kumaşımın renklerinden biri; istemesen de... Ben, “elini küfre değdirse...” denilenlerdenim; çok şükür bu belli ve kabul ediyorsun sen bile!
*
İspanyolca TELE, “televizyon” demek; GRAMO da “çim, çimenlik”, yâni “RÜYA-Nebat. Düş: 217: RABITA-Rabteden. Bağlayan. Bitiştiren. Tertib. Sıra. Usul. Düzen”... TELE-Gramo: Uzaktan ses ve görüntü, sınaî-yapma-sun’î rüyâ, gerçeğin aslı hayâl ve rüyanın aslını bilene rabt oldu, ADLÎ Tıbb “kriminoloji-suç ilmi” fikrinden, Mavera-üt tabia’nın M[a]vera-üt tab’ hâlinde hakikati gösterilmiş bir tertibine mevzu oldu. Bunun ne demek olduğunu muhtelif defalar zikrettim... Şaman ritlerinin cihaz eliyle gerçekleştirilebilir tarafı, ruhun maddeye bağlılığı gibi idrak edilirken, “makine bilmecesi”nin bu marifetinin sanılanın tam tersine meydanı ruhçuluğa bıraktığını da arzettim; bedahat hâlinde... Hayâlin duyulaşması ve duyunun hayâlişmesi; bunu fevkalâde tesbit ettim... “Telegram Feylosofisi” diye ihdas ettiğim hususa ekleyiniz!
*
Ayağı kesilen bir adamın, bunu bilmediği zaman “ayağındaki ağrıdan” bahsetmesi, ihsaslarımız bir şey yollamadan “duyu-hasse” organlarımızın da bir şey hissetmeyeceğine dair bir delil. Telegram, “zihin kontrolü” amaçlı olarak beden organlarına da hükmetmeye çalışırken, beş “duyu-hasse”den gelenlerin değerlendirildiği bir mihrak olarak, aslı “beden-hayvan”a müessir bir yoldan bunu gerçekleştiriyor. Bütün vücuttan gelenlerin değerlendirildiği yer, beyin. Tam ölmüş diyemediğimiz durum, “beden-hayvan”dan gelen verilerin dış gözle göremediğimiz biçimde değerlendirilemediği “nebatî hayat” hâli ki, bu durumda “düşünceye dair olan” tam bitik; belki “beyin ölümü gerçekleşti” denilen durum, beyni düşünce ve hayvanî hisleri değerlendiren bir yer görme alışkanlığımızdandır. Beynin ölü olması ve yaşamak, tam muhal; orada kokmaya terkedilmiş bir et parçası yok ki... O’nun o hâli nedir, bilmiyoruz; kendisi de NEBATÎ hayattan çıkışta, o hâli ya akılla ilgisizliği veya unutkanlığı dolayısıyla anlatamıyor. Ama ona dair dış gözle anlatılanlar, sadece zann... KEMER-KUŞAK-GÖBEK bölgesinin beyin ve kalb ilgisi, TELEGRAM’ın merkez olarak beyni hedeflerken uzuvlarla ilgisi içinde bu bölgenin ehemmiyeti yönünden; kendileri için rutin seçtikleri “karın” bölgesine devamlı tesir, herhâlde bu yüzden... Belden aşağı tenasül organları ile oynama marifetleri, temel bir içgüdü olarak kolay anlaşılır... “Korkudan bacakları titriyordu!” tâbiri, ciddi bir düşünce olarak “korku ve bacak” ilgisinin pek de belirtilmemişi cinsi... Umumiyetle bel altını “hayvanî, bel üstünün de “hayvanînin düşünceye” yakını olarak tanırız... Ama, ayakları kesilmiş bir insanın korkmaması gibi bir durum olmaması ve buradan da belli, o uzuvda işaretlediğimiz duygu vücudun her yerinde ne ise, “düşünce” merkezi beyin de böyle vücudun her yerindedir!
SIRR-I İSTİLA
YEVMİYE: “Bomboş bir devirdeyiz, bomboş... Bir Abdülhamîd devrini düşün... Onun zamanında bile, bir Osman Paşa var yanında... Daha kimler!”... HUY-Boş ve hâli olmak: 616: HUY-Mizac. Tabiat. Fıtrat. Ahlâk. Adab. Ter. (Denmiştir ki, Allah “Muhammedî Nur”a nazar ederken, o hicabından terlemeye başlar ve topyekün varlık bu terlerden meydana gelmiştir!)... Önce: Varlık nevi için de NEBAT, madde ile nefs sahibi (içgüdü) hayvan arasında, her ikisini de tanıyan bir BERZAH... Nefs sahibi HAYVAN, bitki ile İNSAN arsında bir BERZAH... Hayvan ile Allah arasında da, BERZAH, İNSAN... “Nefsini bilen, nefsinde Rabbini de bilir!”; RE harfi ile işaret edilen mânâ, Allah’ın MUSAVVİR ismi, 5. Sema tabakası, Ay menzillerinden GAFR-Örtü, gizleme... Bitkinin, asılda hayâl maddesinden bir hayat olduğu hatırda... HUDAY-Rabb: 616: CÜ’ŞUŞ-Göğüs. Sadr... Göğüs, Karın,
unsuru su –hayat– olan AY, Yengeç Burcu’nda... Kalb –Hald– ve Sırt, unsuru –ateş– olan Güneş, Aslan Burcu’nda... MUTASAVVIF-Tasavvufla uğraşanlar. (Tasavvufta kablî mecaz; Güneş Allah’a ve Ay Allah Sevgilisi’ne benzetilmiştir. Ay, bağrında Güneş sırrını saklayandır!): 616: TEREVVİ- Tefekkür etmek, düşünmek... DOĞU ve BATI: İslâm Tasavvufu ile İslâm Tefekkürü arasında İBDA... TERBİYE-Mizaç. Tabiat. Ahlâk. Adab. Ter. Emek: 617: TECRİD-Öze doğru derinleşme. (İnsan, en basitinde de olsa, mücerretleri anlayandır. Aydın ise, büyük mücerretlere yelken açmış. Mütefekkir de, bu sınıfın kaptanı mevkiinde olan-lar!)... TERİBE-Göğüs. Sadr. Kalb: 617= 1616: HAYU-Salya, tükürük. (Edlak: Ağız suyu, salya. Hâlid bin Velid Hazretleri’nin bir kılıcının ismi)... OSMAN PAŞA (...yı düşün): 965: TESNİYE-Vasıflandırma. Bir kelimenin iki şeye delalet etmesi... AHŞİCAN-Zıtlar. Dört unsur; toprak, su, hava, ateş. (Ahşican: Ahşîcan... Ahşî: Ahşa... Ahşa-Korkulu yer. Pek korkunç. İtaat ve tâbi olmayı gerektiren varlık korkusu: 91: Felatat-Lisânın döküntüleri, iradesiz olarak ağızdan çıkan kelime, söz. Ansızlık. Nebatî. Her ayın son geceleri. “Tilki Günlüğünde UFUK-Üstadımın KAFA Kâğıdı isimli eserinin sonunu hatırlayınız; kelime döküntülerini”... Her ayın son gecelerine gelince... AY menzillerinden, “Öne alınmış takdim, delil”; Be harfi, Allah’ın “El-Lâtif” ismi ve “Cinler” mertebesi... AY menzillerinden, “Sonraya bırakılmış, tehir-i takdim”; Mim harfi, Allah’ın “El-Câmi” ismi ve “İnsanlar” mertebesi... AY menzillerinden,“Balık karnı. Kuyudan su çekmekte kullanılan urgan, ip”; Vav harfi, “Refiu’d derecat” denilen Allah’ın “yüksek dereceler veren” ismi ve “Yüksek dereceler”... Selh: Her ayın son günü. Soyma, tecrid, deri soyma. Bir yerden bir şeyi çıkarmak... Ahşa’- Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar. Mahaller, bölümler: 321: Meraî-Otlaklar, çayırlıklar... - Küşa: Açan, açıcı: 321: Paşazâde... Muraî-Riayet eden. Bakıp gözeten. Raî. Vâli. Ruh: 321: Sereyan-Yayılma. Sirayet eden. Gemici... Gusto Müslüman: 322: Mirzabeyoğlu): 965: ZULUL-İşi gece yapmak. Gölgeler... DİKKAT... OSMAN Paşa. (3. Plevne zaferinden sonra, Gâzi ünvanını aldı. 1918 yılında vefat eden Abdülhamid Han’ın ünlü Paşası): 965: TAHT-Seyyid Abdülhakîm Arvasî... YOLUMUZ-HALİMİZ- ÇAREMİZ Konferansı; Eskişehir’de dinlediğim sene: 1966: NECİB Fazıl Kısakürek-Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu.
Baran Dergisi 346. Sayı