Levha: 19 Şubat 1988… Üstadım, Ülkücülerden Ali isimli tanımadığım birine, benim İSLÂM’A MUHATAB ANLAYIŞ isimli eserimi imzalıyor… Yanında Mehmed Tarakçı var!

*

“İslâm’a Muhatab Anlayış”: 1187.
Kunbul(e): At-hayyal, fikir adamları. Bomba. Sinirli ve hiddetli olan. (Hadid: Çabuk kavrayışlı, keskin, hiddetli… Kıllet: Titremeğe benzer bir hâlet ki, hiddet vaktinde ârız olur… Hadîs: Öfke, döner dolaşır ümmetimin hayırlılarını bulur… Hadîs: Müminden, illet-kıllet-zilletten biri eksik olmaz.): 187.
Besasa: Göz, ayn: 188= 1187.
Eflâtunî: Hafif mor karışık renk: 187.

*

Eflâtun: 176= 1175.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1174= 175.
Kusto: 175.
Mukle: Gözün karası. Gözbebeği: 175.
Mikvel: Dil, lisân. (Logos: Dil, lisân. Kâinat nizâmı.): 1175.

*

Yevmiye: Üstadım, benim kendisine karşı nisbetimi, “Sokrat’a nisbetle Eflâtun” olarak nitelerken, onlardan bahsediyor: Eflâtun, bir İDELER ÂLEMİ düşünüyordu; bu âlemde mevcut herşeyin orada sureti var… Anlıyorsun değil mi?.. Hocası Sokrat, fikirlerini, bir ışık görüyordu, ona tasvib ettiriyordu… Böyle MAVİ bir ışık görüyordu!

*

Batı’nın kendine temel edindiği eski Yunan düşünce fışkırışı, muazzam ve orijinal bir fışkırıştır… Malzemesi –unsurları–, şuradan veya oradan… Ve hemen yine belirtelim ki, Üstadım’ın “Batı Tefekkürü’nde ilk vahdanî görüşün habercisi” dediği Sokrat, İsâ Peygamber’den 4 asır önce saf idrakın hudutsuzluk perdesini açan ve mücerret idrakla Allah’a teslim olan imân tavrını temsil edişiyle, bugünkü Yunan’ın veya Batı’nın değil, “gerçek imân kutbu”nun yakınındadır… Tıpkı, tahrif olmuş –İsâ Aleyhisselâm’ın– şeriatı içinde olup bitenin farkında ve Allah Sevgilisi’nin bi’setini (gelişini) gözleyen Rahib Bahira’nın temsil ettiği imân gibi… Sokrat’ı Eflâtun’dan öğreniyor olmamız bakımından, kendi fikir harcında Sokrat’ı yaşatan Eflâtun’u değerlendirmek, sözkonusu “Vahdanî görüşün haberciliği”ni daha iyi anlamamızı sağlar… Söz Üstadım’ın:
EFLÂTUN, kocaman bir kütübhâne bıraktı… Sokrat’ı tamamen Eflâtun’dan öğreniyoruz. Eflâtun, İDEALİZMA’yı getirmiştir. Yalnız Eflâtun için 4-5 konferans lâzım… İdealizm nedir, Eflâtun nedir? FİKİRLER ÂLEMİ, onun tezi… Eflâtun, maddeye inanmaz. Maddenin illiyetini madde içinde aramaz; madde ötesi İDELER ÂLEMİ’nde arar ve insanın içi, o “ideler âlemi”ne bağlıdır. Madde sadece fikrin suret ve şekil kazanması… Arablar, –ki eski Yunan fikriyatı Arablar tarîkiyle geçmiştir Batı’ya–, Eflâtun’a, ondaki VAHDANİYET MİZACI bakımından, “Eflâtun-u İlâhî” derler… Eflâtun, bir heykeltraş tasavvur eder. Burada mecaz olarak “tasavvur” diyorum; inceliğe dikkat!.. İlâhî isimler arasında MUSAVVİR ismi de var… Musavvir; Hâlik, Rezzak, Rahîm, Rahman gibi İlâhî isimlerden… Tasvir edici, “suret verici” demek… Elbette Allah musavvirdir; hepimizin yüzünü çizen O, maddeyi biçimlendiren O…Bizse yüzümüzü kendimiz çizmiş gibi sahiblik taslarız… “Eflâtun bir heykeltraş tasavvur eder” dedik. Bu heykeltraşın iki vechi vardır: Biri “kendi”, biri “kendinden” olarak… MÜESSİR ve ESER… Bu heykeltraş tasvirinde plân, müessirin zatına mahsus hikmet… Muazzam bir mermer kütle… Kendi hikmetleri… Heykeltraş, mecazen zât… Ve çekicinin o mermer kütlesi üzerindeki hudutsuz hareketi, mahlûklar manzumesi… Hiçbir din değil, fakat müstakil bir fikir çıkışının yükselebileceği üstün nokta bu görüş… Eflâtun, İlâhî bir teyide mazhar bir nebi olmanın ulaşılmaz derecesi altında, fakat insan aklının çok üstünde… Ona, nebî denemez, çünkü zamanın nebîsine bağlı olmayan hiçbir fertte ve idrakte bu imtiyaz düşünülemez… Eflâtun bir jeografik veya topografik yer tâyin etmeksizin yükseklikler âleminde fikirler kabul eder. Her hakikat o fikirlerdedir ve madde, kendini aşan bir fikre tâbidir… Bunun için idealizma, Eflâtun’da bütün bünyesiyle tamamdır. (Büyük Mustaribler 1 – Düşünce Tarihine Bakış.)… Men ene? (Noktasız): 43: Düşünce Tarihine Bakış: 2041: Tahayyül: 41: Sülasî-Üçlü.

*

Eflâtun’un İDEA’sı, eserinde bazen HAYÂL ve İMAJ, bazen NEVÎ ve JENİ bazen MİSÂL, bazen İLKE ve PRENSİB, bazen SEBEB mânâsındadır.

*

TEORİK DİL ALANI: (İslâm’a Muhatab Anlayış’ın alt başlığı.): 848.
Tahattüm: Lüzumlu ve gerekli olma. Vacib olma: 848.
Mahz: Sâfi ve hâlis. Hulus ile muhabbet. Tâ kendisi. Su katılmamış hâlis SÜT: 848.
Cehzam: Başı büyük ve yuvarlak kişi. Esed, arslan. (Üstadım): 848.

*

TEORİK DİL ALANI: 843.
İmza: Kendine âit isim işâreti. İcra ve tamam eylemek: 843.
Mahrec: Çıkacak yer. Ses ve harflerin çıktığı yer. Hususi bir meslek veya adam yetiştirmek için daire: 843.

*

Abdülhakîm Koltuğu: 832.
Gusto - Vahdet-i Şühud: 832.
Halife Salih İzzet Erdiş: 832.
TEORİK DİL ALAN(I): (Toplumun genel fikir çerçevesine, ŞUUR SÜZGECİ’ne, Büyük Doğu-İBDA anlayışını hâkim kılma verimi.): 833= 1832.
Başyücelik Devleti: 832.

*

Turra: (Tuğra): Mühür. Padişah damgası. HÜKÜM sürenin imzası. Herşeyin ucu ve kenarı. (Tu-ra: Seni, sana, senin.): 214.
Dery: Bilmek. (Daniş: Bilgi, ilim: 355: Meşhud-Şehadet edilen. Görülen.): 214.
Hukuk: 214.

*

Allah Ekber: 289.
Racife: İlk nefha. Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa: 289.
Merdüme: Gözbebeği: 289.
Fart: İfrat, çok aşırı olmak. (İfrat hâlde tecrid hükmüne muhatab oluşum hatırlanmalı.): 289.
Parafe: Kısa imza: 289.

*

EMZA: Hükmü çok geçen. Çok tesirli olan. Kat’i, şübhesiz: 846.
Müverrih: Tarihçi, tarih yazan. EBCED hesabıyla tarih düşüren kimse: 846.
Müverrah: Tarihi konulmuş, tarihi belli: 846.
Tevliyet: Sahib olan değeri başkasına tevcih. Bir vakfın işlerine bakma vazifesi: 846.

*

Mümzî: İmza sahibi, imza atan: 890.
Zaman: Kefil olma, kefillik: 891= 1890.
Mumza: İmza edilmiş olan: 890.
Ruhas: İzinler, ruhsatlar: 890.
Münkız: Kurtaran. Kurtarıcı: 890.
Müsteşfa: Hastahâne, şifa yurdu: 890.
Müntekış: Nakşolunan: 890.
Azmen: En fazla güvenilen. Pek fazla şeyler içine alabilen: 891= 1890.
Feyyaz: Çok feyz veren: 891= 1890.
Mehdî. (En büyük ebced.): 1891= 2890.
 

FATİHA

 
Levha: 18 Mart 1986… Birşey düşünürken birdenbire tasarruf ediliyormuş gibi oluyorum; ve yine birdenbire tesirin cinden geldiğini düşünüyorum… Eğer korkarsam bana hâkim olacağını düşünürken, tasarruf şiddetleniyor… Ben de, bir yandan direnirken, bir yandan Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerine iltica ediyorum ve FATİHA okuyorum… Tasarruf kesiliyor!

*

Fatiha: Bir şeyin başlangıcı, ibtidası. Başlamak. Karar vermek. Kur’ân’ın birinci sûresi. (12 MAYIS 1983... Yevmiye: Üstadım, aksiyon bahsinde: Bugüne kadar geçen 40 senelik mücadelemi hazırlık kabul ederek, başlangıç yapabiliriz!): 494.
İsabet: Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek. Doğru düşünmek: 494.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1493= 494.

*

Müsenna: İKİ DEFA nazil olan Fatiha Sûresi. Kat kat olan. İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki noktalı olan: 600.
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde, kat’i olarak belirme: 600.
Hı: Bir harf. (Bu harf, Allah’ın EL-HAKÎM ismine ve varlıklar mertebesinde ŞEKİL-SURET’e tevafuk eder.): 600.
İsmet: Günahsızlık. Masumluk. (Çocuk): 600.

*

Seb’ül Mesanî: İki defa nazil olan ve yedi âyetten ibaret bulunan. Fatiha Sûresi: 764.
Ta’rife: Bir şeyi lâzım olduğu şekilde anlatıp bildiren yazı. (TAKDİM yazım): 765= 1764.
Furkan Sûresi, 53. âyet: (Sûrenin iniş sebebi, kâfirlerin Allah ve Peygamberlik hususundaki inkâr ve inatları… Meâli: O Allah’tır ki iki denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da KUDRET’inden bir engel ve birbirlerine karışmayı önleyici bir PERDE koymuştur.): 5761= 2764.
Münhadî: Hile ve tuzağa düşme. (Mekr: Hile, oyun… Allah’ın KUDRET sıfatı, İLİM sıfatının sanki parçasıdır… Vehim, ilmin ortasına yerleşmiştir… Birr: Kalb, gönül. Tilki yavrusu-VAVÎ. Takva. Salih amel. Temizlik… VAV harfinin, “derece ve itibarı yüksek” Allah ve “yüksek dereceler mertebesi” ile ilgisi vardır… Da’va cetvelinde, Allah’ın “Vali” ismine tevafuk eder; vali, insanda ruhun hükümranlığıdır… KUDRET, Allah’ın ezelî ve ebedî, bütün Kâinat’ta tasarruf eden sıfatıdır. İNSAN da, Allah’ın eşya ve hâdiseleri TASARRUF etmek üzere Allah’ın Halifesi sıfatıyla ve bir Kudsî Hadîs’te bildirildiği üzere, O’nun MARİFETİ’ne ulaşması için yaratılandır.): 764.
Bimaristan: Akıl hastahânesi. Hastahâne. (Ruh ve nefs mânâsıyla AKIL’ın, bu sıhhat ve zıddı arasında görünürken, “nefs tezkiyesi-nefs hastalığının tedavisi” mânâsına hâllenmesi muradını mebni olarak, hastahâne… Maristan: Hastahâne… Mar-istan: Yılanlı yer… Üstadım’(ın), sonradan “Cinnet Mustatili”ne çevirdiği eserinin ilk ismi: Yılanlı Kuyu’dan.): 764.
İstikrab: Yaklaştırma. Yakınlaştırma: 764.
Kemsere: Cem’olmak, toplanmak: 765= 1764.
Haysefuce: Gemi dümeni. (Ben, hindu. Merkez, nokta. Tilki.): 764.

*

Seb’ul Mesani: 764= 1763.
Furkan Sûresi, 53. âyet: 5761= 3763.
Mevlâna Hâlid: (Hacegân Silsilesinin 29. Kol başı): 763.
İstiğrak: Gark olmak, dalmak. Mânevî bir hâl: 1762= 763.
Müteşabik: Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift: 763.
İstikra’: Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek unsurlara dikkat ederek netice çıkarmak. Umumî araştırmak. Fertten umuma, –tekten genele–, tümevarım yoluyla netice çıkarmak. (Hakikat ile Hak arasında tecelli eden adalet gibi, gerçekten İDEA’ya-Hedef ve gayeye doğru kavramlaşma… TAKDİM yazımda Kaptan Kusto: Denizde deniz içi hayatı kurcalayan tecessüs sahibi.): 763.
 

ÖLÜM HABERİ

 
LEVHA: 2 MAYIS 1990… Kuyumcu İsmet ölmüş… Müslüman olmayan bir kadın bile, “komşusu açken tok yatmazdı!” diye methediyor… “Fakir fukarayı gözetirdi!”… Bunu, böyle davranmayanları tenkid ederken, onun öldüğünü duyunca söylüyor!..

*

Kuyumcu: 165.
Rahman Sûresi, 19-20. âyetler: 3165.
Nı’me: Mal. Sanat: 165.

*

Kuyumcu İsmet: 765.
Furkan Sûresi, 53. âyet: 5761= 1765.
Azine: Cuma veya Bayram günü. (Âzin: Kefil. Kapıcı, perdeci. İzin veren… Âzin: Kaide, kanun. Süs, zinet, güzellik.): 766= 1765.
Servakt: Vaktin sahibi: 766= 1765.
Derviş Muhammed - Mehdî Muhammed: 766= 1765.

*

Kustar: Sarraf. Kuyumcu. Tüccar. Mizân, ölçü. Bir şehre veya beldeye vâli olan kimse: 370.
Sıfır: Hiçbir sayı olmamak. NOKTA. Şifre: 370.
Sokrat: 370.
Şiken: Kıvrım, büklüm: 370.

*

Na’ye: Birisinin öldüğünü bildiren söz. Birisinin zünub ve kabahatini yayan söz: 135.
Kule: 135.
Gökdelen: 135.
Xwekuji. (Kürtçe): İntihar. Yanlış olarak, “canını feda etmek” de intihar yerine kullanılmaktadır: 135.
Felke: Dolunay. (Bedr: Dolunay. Bir işin ansızın zâhir olması. İyi kul.): 135.
Sahil: At kişnemesi. (Kusto. Fikir adamı): 135.

*

Medh: Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek: 52.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 2052.
Muzdarib: Izdırab çeken. Sıkıntılı: 1051= 52.
Ben: Şuurlu kişiliğimiz: 52.
Vahim(e): Vehmeden: 52.

*

Men’ut: Medhedilmiş: 566.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566.

*

Men’uş: Hayır ile yadedilen ölü. Yukarı kaldırılmış. Tabuta konulmuş: 466.
Üstad: İlim ve sanatta üstün olan. Muallim, müderris: 466.
Nüütî: Gemi kaptanı: 466.
Ketum: Sır saklayan: 466.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 1466.
 

USAME BİN LADİN

 
DÜŞVÂRÎ: 2 MAYIS 1990… “Seyfullah” lâkablı, El-Kaide örgütünün ruh ve istikamet vericisi, yalnız İslâm âleminin değil, bütün üçüncü dünya ülkeleri insanlarının yüreklerine sinmiş, bundan böyle kendisini sağlığında bilmiş bilmemiş bütün haysiyetli insanların kanında BATI’YA BAŞKALDIRAN en büyük kahramanlardan bir kahraman olarak yaşayacak sahici adam, USAME BİN LADİN şehid… Gerçekten öldü mü? Öldü haberi ile yazılan bu satırlar, ölmedi ise, onun sağlığında, ölünce söyleyeceklerim diye alınsın; ki, daha da kıymetli… Sadece bana âit duygu ve düşünceleri aksettirmediğine inandığım bu tesbitten sonra, onun öldürüldüğüne inanmadığımı söyleyeyim… Operasyon hakkında, “böyle bir operasyon oldu mu?” dedirtecek kadar birbirini çelen haberlerin saçmasapanlığı, bu operasyonun fiyasko ile neticelendiği kanaatini doğuruyor. Bana en mantıklı gelen, eğer öldü ise, operasyonla ilgili olmayan bir sebepten, “kanser hastalığı”ndan daha önce ölmüş olabileceğidir. Bir haberde böyle deniyordu. Ölümü örgüt tarafından gizlenmiş ve aradan geçen şu kadar zaman sonra ABD tarafından öğrenilerek, operasyon senaryosuyla kendilerine “başarı süsü” takınmaya kalkmış olabilirler. Şu satırları NYMPHALAR’ın rahatsız edici kuduzlukları altında karalayabildim. Teferruatlı yazabilmek için zamana yaymam lâzım ki, buna da vaktim yok… Birkaç noktalama: “Üçüncü binyılda, milenyum dinlerinden başka hiçbir din kalmayacak!” diye, teknolojiyi kutsayan, kuvantum fiziğinin şaman mistiği ile bulaşıklığını dünyanın tam 1000 senelik geleceğinin programlanışı diye putlaştıran BATI dünyası, 2000 yılına girdikten 2 sene sonra AMERİKAN ideolojisinin heykellerinden ünlü ikisinin yerle bir oluşu ile şok oldu. Yıldız savaşları hayâli, yerini yeryüzü gerçeğine bıraktı. Rakibsiz değildiler ve kendi hayâllerini başkasına gerçek gibi yutturma devri geçmişti. Eskiden İkiz Kuleler’in olduğu yer, bir devrin battığı yerdir. Keşke kitablık çapta yazabileceğim şartlar içinde olsaydım: Büyük Doğu-İBDA anlayışının içinde bulunan bu mânâ, yeni bir devrin de en büyük ifşacısı diye Usame bin Ladin’i alkışlar. İnşacısı, şöyle veya böyle, bizim temsil ettiğimiz damardadır. Zaman hükmündeki mânâ. Görelim Mevlâ neyler?

*

Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Ashab devrinde Halid bin Velid Hazretleri’nin ünvanı: 216.
Bedrî: Bedr’e âit, onunla ilgili: 216.
Raise Sultan Barier: (İngilizce, set-engel-çit: Barier.): 1215= 216.
Avrupa: 216.
Usame: (Pire: Usam… Levha: Aralık 1984… Bir bit veya pire… Küçüklüğüne nisbetle misilsiz büyük birşeyi altediyor… Bit veya pire mânâda imiş ve altettiği de mânâda… Levha: Kasım 1995… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin eseri… “Bit veya pire hakkında en çok yazan odur!” diye beni kasteden bir cümle görüyorum… Not: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, insan bedeninin, hususiyle saçların yağlı olmasından dolayı, halkın yerden kendi kendine biten nebat için Allah’ın kudretinden mânâsında “Hudaî nabit” demesi gibi, bit veya pire sirkelerinin –yumurtalarının– varlığını bir yönüyle bu KENDİNDEN’e bağlar… Pire, cüssesine nisbetle en yüksek sıçrayan olması yanında, gizlenen de. Kezâ bit… “Gerekeni gereken yerde yapma”, bu anîlik, onların hareketliliğinde ve gizlenişlerinden, “sır” ve “ilhâm”, “şiir” ve “fikir” bahislerine misâl olmuşlardır… Fely: Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kesmek. Kılıç ile vurmak… Felyesof, Farsça’da “mütefekkir” demek… Hamke: BİT: 73: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu… Kamle: BİT: 170: Kavanoz… Üstadım’ın bana ithaf ettiği NOKTALAMA: “Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda, — Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda!”… Bir hatıra: 1990 yıllarda, ANAVATAN Partisi iktidarının bilmem hangi deminde, Yemen’de veya Kuveyt’te, bir yemekte Usame bin Ladin, Bakan’a benimle ilgili soru soruyor. O zamanki İBDA yanlısı dergide, yemeğe katılan şahısın anlattığı bu hâdise, Bakan’ın hiç yeri olmayan bir tedirginlik ve çekingenliğine sebeb, çıktığı bir televizyon programında kızara bozara “hatırlanamadı”… Aynı sıkıntıyı duymasın diye ismini vermiyorum; aynı sebebi, hâdiseyi düzgünce anlatamamaya da âlet edeyim. O dergiden, isteyen düzgünce nakletsin… “Bilinmezin Tutkunu” isimli şiirimden: Ruhtan ruha geçit var ışık veren fenerde…): 611.
Ceberut: Azametin daimisi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celâdet: 611.
Miş’ar: Şan, şeref, haysiyet ve vakar: 611.
Ahî: Kardeş. Eli açık, cömert: 611.

*

Deviş Muhammed - Rahman Sûresi, 19. âyet: 612+1145= 758.
Usame bin Lâdin: 758.

*

Usame bin Lâdin - Rahman Sûresi, 19-20. âyetler: (Allah, iki denizi salmış birbirlerine kavuşuyorlar - Aralarında birleşmelerine engel bir BERZAH var.): 758+3166= 927.
Usame bin Lâdin - Abdülhamîd: 758+169= 927.
Usame bin Lâdin - GUSTO: 927.
Haysiyet: 928= 1927.
Mütefavit: Birbirlerinden farklı, çeşitli. (İş): 927.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 928= 1927.
Mevzua: Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınmış fikir: 927.

*

Lâdin: Ledün… Batın yolu mevzuu olarak İLM-İ LEDÜN diye tanıdığınız, kulun Allah’la arasında geçen “zâti ve indî”, nevi şahsına münhasır anlayışı hatırlarsanız, Lâdin isminin “din dışı” mânâsındaki kasdın da, dine aykırı değil de, zâtî ve indî “ilhâm” ve iş mânâsını ihtiva ettiğini anlarsınız. Nitekim o, “benzer oluş”un harika bir örneği… Hamke: BİT: 73: Cümmel-EBCED… Yukarıda verdiğim ebced tevafuklarının ne kadar yakıştığı, bana göre tamam, takdir edersiniz. İlgilisine kalmış!



Baran Dergisi 226. Sayı