Modern Batı düşüncesi; “her ân yeni, kendi ve içinde bulunduğu eşya ve hadiseler zemininde” kendisini yenileyememenin çaresizliği içinde kıvranırken, “Mutlak Fikrin Gerekliliği”ni sistem çapında örgüleştiren S. Mirzabeyoğlu’nun formüle ettiği “Yeni Dünya Düzeni” ideali, ütopya değildir.

İddialar odur ki, izafiyet teorisini önce Henri Poincaré bulmuş, Einstein fikri O’ndan almıştır. Einstein’in arkadaşı, biyografi yazarı Abraham Pais de bu iddiayı doğrular gibidir. Sonraları “Kaos Teorisi” olarak popüler olan, küçük şeylerin büyük sonuçlar doğurabileceği; büyük patlamalara sebeb olabileceği fikrini ileri süren de Poincaré’dir.

Poincaré’nin yürüttüğü mantık: Aklın rehberliğinde, hakiki addedilen zanlardan hareketle sisteminizi oluştururken, sürecin dinamiklerine ilişkin giderek artan miktarda kesinliğe ihtiyaç duyabilirsiniz. Doğrusal olmayan bir biçimde katlanarak artan etkilere karşı bilgimizin kırılganlığı, gözlem ve deneye dayalı öğrenmenin ciddi boyutta sapma ve yanılmalara açık ve tuzaklarla dolu olması; hata oranınızı hızla arttıracaktır.

Tahmininizdeki sapmalar katlanarak çoğalırken, en sonunda tüm geçmişi sonsuz bir kesinlikle hesaplama ihtiyacı duyacaksınız. Zira, “İnsanın dünyada en büyük paradoksu –insan faaliyetlerini kastediyoruz-, her ân yeni, kendi ve içinde bulunduğu eşya ve hâdiseler zemininde, sürekli olarak “bildikçe bilinecek” olan karşısında kalma durumu; düşünce faaliyetiyle “Mutlak Hakikati” bulamayacağı ve sistemini kuramayacağıdır… Bu da, imâna ve teslimiyete dayanan “Mutlak Fikir” ve ona nisbetle kurulacak “vasıta sistem” şartını getirir. Gerekli olan “Mutlak Fikir”, yapılması gereken de “vasıta sistem” idrâki - çabaların bunu göstermesi. Aksi takdirde, bütün düşünce ve ilim tarihinde görüldüğü üzere, her biri bir takım hakikatlere dayanırken, “doğruyu yanlışta kullanma” veya “yerinde doğruyu genelleştirerek yanlışa düşme” şeklinde mihraksız tümevarımın zâfiyetine dûçardır.” (Madde Nedir- S. Mirzabeyoğlu)

Kendileri tevazu göstermişler, devamını ben getireyim: Sürecin sahib olduğu öz ancak böyle gösterilir ve aslına böyle ircâ edilir.

Matematikçi Michael Berry’nin bir bilardo masasındaki toplardan hareketle yaptığı hesaplamalarla ilgili deneyi, hem İbda Mimarı’nın yukarıdaki tesbitinde ne kadar haklı olduğunu göstermesi, hem de “ucu açık olmama” şartının “Mutlak Fikrin Gerekliliği”ni şart kıldığı tezini doğrulaması açısından dikkatinize sunarım. Nassim Nicolas Taleb’in aktardığı hâliyle:

Hareketsiz duran topa dair bir dizi temel parametreyi bildiğinizde, masanın direncini hesaplayabilirsiniz (oldukça kolaydır), bu şekilde vuruş etkisinin gücünü de hesaplayabilir ve ilk vuruşta ne olacağını tahmin edebilirsiniz. İkinci vuruşta mesele biraz daha karmaşık hâle gelir, fakat imkânsız değildir; başlangıçtaki koşullara ilişkin bilginize biraz daha dikkat etmeniz lazımdır ve daha fazla kesinliğe ihtiyaç vardır. Fakat dokuzuncu vuruşu doğru bir biçimde hesaplayabilmeniz için masanın yanında duran kişinin yer çekim etkisini de hesaba katmanız gerekir. (Berry, hesaplamalarında 68 kilonun altında bir ağırlık kullanmıştır). Elli altıncı vuruşu hesaplayabilmek için evrendeki her bir temel parçacık varsayımlarınıza dahil edilmelidir! Evrenin öteki ucundaki, bizden on milyar ışık yılı uzaklıktaki bir elektron da hesaba katılmalıdır, çünkü sonuç üzerinde önemli bir etkisi olacaktır. Şimdi bu değişkenlerin gelecekte nerede olacakları konusundaki tahminleri de hesaba katma gereğinin getireceği yükü bir düşünün. Masadaki bir bilardo topunun hareketlerini hesaplayabilmek için bütün evrenin, her bir atoma kadar uzanan dinamiklerine ilişkin bilgi gerekir! Gezegenler gibi büyük objelerin hareketlerini (çok uzak bir gelecek için olmasa dahi) kolaylıkla tahmin edebiliriz, fakat küçük olanların hesaplanması güç olacaktır, üstelik onların sayısı çok daha fazladır. Dikkatinizi çekerim, bu bilardo topu hikâyesi basit ve sade bir dünya varsayımı üzerine kurulu. Muhtemelen özgür irade ile donatılmış olan şu çılgın sosyal meseleleri bile hesaba katmıyor. Bilardo toplarının özgür iradesi yoktur. Ayrıca örneğimiz, göreceliği ve kuantum etkilerini hesaba katmıyor. (N. N. Taleb – Siyah Kuğu)

İzafiyeti, kuantum etkilerini ve değişkenlerinde değiştiğini hesaba katarsanız, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” – “Mutlak Fikrin Kurulamazlığı” ve “vasıta sistem” zarureti daha net anlaşılır.

Çelişkili gibi dursa da, esası itibariyle aynı fenomenin tamamlayıcı unsurları olmaktan ibaret liberalizm, sosyalizm birlikteliğinin ferdi özgürleştirme adına siyasî, içtimaî, ve ahlâkî düzeni akla, bilime ve mihraksız tüme varım etrafında şekillenen bir tartışma zeminine dayandırma girişimi; tek kural olarak her türlü eleştiriye açık bireysel inanç ve tek cezalandırıcı olarak ceza yasalarının kabulünü esas alan, hakikati dinin dışında arayan anlayışın kaynakları kurudu ve insanı tanrıya bağlayan bağlardan koparan iktidar anlayışını geçerli tek özgürlük olarak algılayan matematikçi akıl duvara dayandı. Sivil toplum, bireysel haklar ve özgürlükler, özel alan, kamusal alan gibi, tabiî konumlarının ötesinde hiçbir zaman sahip olmadıkları bir muhtevaya büründürülen, esas gayesi itibariyle toplumun cehaletini düzenleme ve onu fiziki bir güç konumuna yükseltmekten ibaret kavramlar ve bu bağlamda demokrasinin sorunlu geleceğini yeniden tanımlama saikiyle fert ve toplum üzerine tutulan ışık değiştikçe, maddî-manevî tüm farklılıkları içinde toplumu bir arada tutan tılsım da bozuldu. Demokratik siyasetin konusu ve hedefleri doğrultusunda, kendi başıboş istek ve amaçlarının hükmü altına sokulan; “gönüllü köleliği” benimseyen fert, problemleriyle baş başa ve yapayalnız kaldı.

Günümüzde modern Batı Felsefesi’nin dinî söylemleri aklın diline, laikleştirilmiş kavramlara tahvil etme çabası; “dinden sonra dinsellik”, “Dünyevî Mutlak” arayışları, dinleri demokrasi değerleriyle birleştirme, dini kendi kendisinin eleştirmeni haline getirme girişimidir. Ne var ki kutsalın çekim gücünden kurtulan modern insanın, çaresizliğin hazin itirafı hâlinde sığındığı müzik, eğlence, spor, uyuşturucu v.b. şeylerde, sınırsız bir zevk peşinde doyum araması; daha mücerred bir dünyaya geçme ihtiyacının tezahürüdür. Zira insan şuurunda olsa da olmasa da netice itibariyle aradığı, Allah’tır.

Diğer taraftan dini, kimlik kazandırıcı bir kültüre ircâ etme ve demokrasi içinde massetme gayreti, inancın özünü zayıflatmakta; muhtevasını da değiştirmektedir. Modern insan için her türlü âlem şümûl ve fetihçi anlayış anlamını yitirirken, artık insanı ilgilendiren bağlandığı mesajın hakikat olup olmaması değil, kendini tanımlarken ona sağladığı faydadır. Yani herkesin olmayan malını pazarladığı bir piyasada, “olamadığı mânânın maliki görünme”nin hazzı ve toplum nezdinde kendini bütünün anlamlı bir parçası olarak sergilemenin sıradanlığında tatmin bulmanın sağladığı fayda.

Böylece problemlerin çözüme yeğ tutulduğu; kültürün ve toplumsal ilişkilerin nesneleştiği bir ortamda, sürekli istikrarsızlığın, çaresizliğin içinde kısılıp kalan; kendini kaybolmuş ve yalnız hisseden insan, problemlerine yön verecek bir üst mercî kalmadığından, “Gaye mihrakında Allah ve Sevgilisi olmayan, kendi kendinden ibaret her türlü varlık ve oluşun“ (Gölgeler- S. Mirzabeyoğlu) dûçar olduğu, “yokluğun buz denizinde” yok olup gitmektir. Tıpkı, hiçliği peşinen doğal bir durum olarak kabul eden, buna karşılık henüz izahı yapılamayan veya yapılsa da bizim aklımıza uymayan şeyleri hiçliğin lehine yormayı meslek edinenler gibi.

İster siyaset ister sanat isterse bilgi bazında olsun, insanların dünyasında duyumcul olanın dışında her hangi bir mutlakın temsilini saf dışı bırakma gayretindeki modern Batı düşüncesi; “her ân yeni, kendi ve içinde bulunduğu eşya ve hadiseler zemininde” kendisini yenileyememenin çaresizliği içinde kıvranırken, “Mutlak Fikrin Gerekliliği”ni sistem çapında örgüleştiren S. Mirzabeyoğlu’nun formüle ettiği “Yeni Dünya Düzeni” ideali, ütopya değildir. Batı aklı varabileceği yere vardı ve tek bir medeniyetin bakış açısıyla, insana ve toluma ait meselelerin hallinin mümkün olmadığını gördü. Şimdilerde güç dengeleri değişirken, İslâmî toplumlar kendilerine Batı’nın gözlükleriyle bakma talihsizliğinden kurtuldukça, reaksiyoner İslâmcılık da, “BD-İBDA” eksenindeki gerçek yerine oturacaktır.

Aylık Dergisi 98. Sayı, Eylül 2012