İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde "Necip Fazıl'ın Eserlerinde İlahiyat ve Sosyal Bilimler" başlıklı bir panel düzenlendi. Panelde Prof. Dr. Sami Şener, Prof. Dr. Ergün Yıldırım, Prof. Dr. Özcan Hıdır ve Dr. Ahmet Hamdi Yıldırım konuştu.

Prof. Dr. Özcan Hıdır "Kur'an ve Sünnet'e Bakışı Işığında Necip Fazıl Günümüze Ne Söyler?" başlıklı konuşmasıyla dinleyicilere hitap etti.

Prof. Dr. Özcan Hıdır, şunları dile getirdi:

"Şimdi değerli kardeşlerim Necip Fazıl'ın eserleriyle Kur'an ve Sünnet ışığında günümüze ne söyler? Benim bir konferansımın veya konuşmamın başlığı bu. Şuradan başlayalım. 6-7 başlık hakkında sizlere bunu anlatmaya çalışacağım. Hocalarımız bir kısmına işaret ettiler ama öncelikle şununla başlamak isterim;

Necip Fazıl'ın eserlerinde hadis ilmini anlatan bir master tezi yapmıştı bir kardeşimiz. Burayı da aslında bu panelin düzenlenmesinde de önemli katkısı olan Kâzım (Albayrak) kardeşimiz. Dolayısıyla aslında oradan çıktı bu panellerin serisi. Orada gördük ki Necip Fazıl'ın eserlerinde hakikaten Kur'an ve sünnete çok acayip bir vurgu var. Yani eserlerin bir kısmı hadis eseri diyeceğimiz eserleri var. İşte “Çöle İnen Nur” gibi eserler, sadece hadisleri topladığı eserler. 2000-3000 civarında hadis tespit ettik. Bilmiyorum, Kâzım tam sayıyı verir. Âyetleri son derece vurgulu bir şekilde edebi bir şekilde meallendirmesi, anlatması ve onlardan toplumsal ve edebi mesajlar vermesi var. Bu yönleri biz hakikaten çok ihmal etmişiz diye düşünüyorum.

O yüzden bu nesil yetiştiren merkezi karizmatik mütefekkirleri, karizmatik alimleri biz farklı yönleriyle değerlendiren çalışmalar yapmalıyız. Bakın mesela nesil yetiştiren kişilere bakalım. Mehmet Akif Ersoy değil mi? “Asım'ın Nesli” diyor. Necip Fazıl'ın “Büyük Doğu Nesli” var, ideali var. Sezai Karakoç'un “Diriliş Nesli” var. Bu başka mütefekkirlerimize de devam ediyor. Necmettin Erbakan hocamızın “Milli Gençlik Nesli” var. Nesil ideali gerçekten bir insanın geleceğe yönelik perspektifini, idealini, merkezi şahsiyet olmasını da bize gösteriyor. Biz o yüzden bugün şahsiyetleri geçmişteki alimlerde de bunu görürüz.

Tek yönüyle indirgemeci bir şekilde anlamak yanlış. Necip Fazıl uzun yıllar işte şiirine indirgendi. Şiiri üzerinden anlamaya, anlaşılmaya çalışıldı. O yüzden onun dava adamlığını, mütefekkir yönünü, tefekkür yönünü ve bu ilahiyat ve sosyal bilimlere bakışını, perspektifini hakikaten önemsemeliyiz diye ben düşünürüm. Mesela tarihte Ahmed bin Hanbel gibi büyük mezhep alimlerimiz de var. Onlar tek yönlü negatif anlamda anlaşıldı. Bazen Ebû Hanîfe Rahmetullahi aleyh için de indirgemeci bakış kullanılıyor. Bir ilahiyat hocası benim de katıldığım bir televizyon programında "DEAŞ'ın fikir babası" demişti mesela. Yani orada tabii itiraz ettik ama o Ahmed bin Hanbel'i sadece selefî bir yönüyle alıyor ki o selefî asla değil. Karizmatik bir şahsiyet pek çok yönü var. O yüzden böyle bir yönüyle yaftalayarak, etiketleyerek ortaya koymak oryantalistik bir yaklaşım.

"Üstad Necip Fazıl, gelenekli bir geleceğe işaret ediyor"

Şimdi bizde ikinci husus vurgulayacağım ikinci husus; bizim geleneğimizde genelde yanlış bir telakki var. Hep geçmişi çok olumlularız. Geçmişi çok böyle hamasi bir şeyle öne çıkarırız. Ancak geleceği de olumsuzlaştırırız. Aslında bizim zihnimizde şöyle bir yanlış algı var. Hep geleceğe yönelik algımız bizim olumsuzdur. Gelecekte işte kıyamette şu olacak, şöyle olacak. Gelecek hep kötü olacak gibi bir algımız var. Halbuki tarih anlayışıyla o İbni Haldun'cu tarih anlayışını anlamamaktan kaynaklanan bir şey. İbni Haldun tarih idrakimizi, felsefemizi değiştirdi aslında. Tarih idraki İbni Haldun'da döngüseldir. Daha öncesinde kronolojik bir tarih algısı vardı. İbni Haldun dedi ki: “Gelecek hep aynı bulunduğumuz şartlar içerisinde olmayacak.” Gelecekte çok iyi günler, çok iyi yönler, idealler de olur. Dolayısıyla “Zira böyle iyi ve kötü günleri insanlara sırayla paylaştırırız” âyeti kerimesinin aslında tercümesi bu.

Bugünkü gençlerinde de bunu görüyorum. Bu Batı karşısında yenilmişlik duygusu da var. O yüzden Necip Fazıl'da bu geleceğe vurgu, geleceğe hakikaten ideal pompalamak, ideal verme, geleceği olumsuzlaştıran anlayışı yıkan bir şey diye düşünüyorum. Çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Necip Fazıl burada gelenekli bir geleceğe işaret ediyor. Yani aslında geleceği olumlayan bakış, geleneği geçmişi de gelenekli bir bakışla ele almak anlamına geliyor. Gelenekselci bakışla değil. O yüzden gelenekselci bakış geçmişi, maziyi kutsayan ama gelenekli bakış onu tecdit eden yenileyen ihya eden bir anlayışı ifade ediyor. Dolayısıyla hakikaten bu yönünü ben çok önemli görüyorum Üstad Necip Fazıl'ın.

"Üstad Necip Fazıl düşünce ufkumuzu, şuurumuzu büyütmüştür"

Üstad Necip Fazıl düşünce ufkumuzu şuurumuzu büyütmüştür. Bilgiyi bilince dönüştürmüştür. Bilinci amele dönüştürmüştür ama o ameli, salih amel olarak bize takdim etti. Ama orada kalmadı. Onu “3-İ” ışığında anlamıştır: İhsan, itkan ve ihlas dediğimiz 3-İ. İhsan ki, az önce Ahmet Hamdi Hocamız işaret etti. Peygamber Efendimiz Cibril'in "Ma’l-ihsan?" sorusuna yani ihsan nedir? İhsan işte hayatı ubudiyet boyutunda anlayan, bilgiyi bilince, bilinci amele, praksise dönüştüren anlayışın ifadesidir.

Sahih-i Buhârî Hadis Meclisi İstanbul’da tamamlandı
Sahih-i Buhârî Hadis Meclisi İstanbul’da tamamlandı
İçeriği Görüntüle

Bunu şöyle anlayalım. Onun bir sözü var meşhur biliyorsunuz. “Namaz, namaz bittikten sonra başlar. Oruç, Ramazan bittikten sonra başlar. Hac, hac bittikten sonra başlar.” Neydi bu? Nasıl anlamamız gerekiyor? Bizlerde ibadet anlayışı şöyledir. İbadet-i mersume dediğimiz, yani bildiğimiz namaz, oruç ibadetler. Ama esas, o ibadetleri bittikten sonra sosyal ibadetler dediğimiz, içtimai ibadetler dediğimiz veya bazı kaynaklarda "El-ibadatu't-teayyuşiyye" denen hayatı bir ibadet kılma anlamında hakikaten önemli bir katkısının olduğunu düşünüyorum ben. O yüzden bu ihsan kıvamında kulluktur. Her an, her yerde Allah var ve Allah varmış gibi davranmaktır bu.

Bugün sekülerliğin hayatımıza girdiği post modern dönemde biz sanki camide, meclislerde, ilmi meclislerde Allah varmış gibi ama başka yerlerde Allah haşa yokmuş gibi davranabiliyoruz. O yüzden Necip Fazıl'ın ben bunun burada son derece bir ideal yüklediğini düşünüyorum.

İmanın aksiyona dönüşmesi, bir diğer başlık. Bakın Kur'an-ı Kerim'de bir âyet-i kerime var. “Ey iman edenler iman edin.” Bu âyetin Necip Fazıl'ın eserlerinde, aslında "İman ve Aksiyon" eserinde özellikle tebellür ettiğini düşünüyorum. Çünkü Allahu Teala iman edenlere niye “iman edin” diyor tekrar? Çünkü Necip Fazıl diyor ki: İman bir iddiadır. İddianızı ispat edin ibadetlerinizle, ahlâkınızla, sosyal hayatta, kamusal alanda her yerde onu ispat edin bakalım. Onu ubudiyete dönüştürün, diyor aslında. Dolayısıyla bu âyetin tam da tercümesini veya yansımasını bize veriyor diye düşünüyorum. Bu anlamda iman, ibadet, ahlâk ve irfan, hikmet anlayışını, ki Anadolu'yu mayalayan Selçuklu, Osmanlı ile Anadolu'yu mayalayan Anadolu ruhu, İslâm yorumu dediğimiz aslında o pek çok unsuru içerisinde barındıran şeyi bize anlatmış oluyor.

Yani bugün birileri bununla dalga geçiyor, “Anadolu ruhu” diye… Aslında bu ruh tam da bizi mayalayan ruhtur. Orada iman var, itikat var, ibadet var, ubudiyet var, ahlâk var, irfan ve hikmet var. Dolayısıyla bütün bunların bize devamı bunu gösteriyor.

"Üstad, Anadaolu'yu mayalayan geleneği sürdürmüştür"

Bakın bu ruh aslında, Ahmet Hamdi Hocamız biraz vurguladı, İmam Gazâlî, o karizmatik alim, 500 tane eseri olan ve Cenabı Hakk'tan sadece en önemli duam benim vakit içerisinde “Bana vakit ver ya Rabbi” diye dua ettiği o büyük alim, -karizmatik alim diyorum ben ona-, 51 yaşında vefat eden ama 500 tane eser yazan bir âlim ki kelâm, felsefe, tasavvufu birleştirdi. Fahrettin Razi ondan sonra geldi. Kelâm ile felsefeyi, aslında felsefeyi kelâmın içerisine giydirdi, kelâm suretinde bize anlattı ama o felsefe bildiğimiz daha önceki Yunan felsefesi değildi.

İbn Arabi Anadolu'yu mayaladı. Metafizik, bütünlük içerisinde bize söyleyeceklerini söyledi ve nihayet pek çok var, Davud el-Kayseri'ler, Konevi'ler ama Mevlâna Celaleddin-i Rumi, ki Aralık 17'sinde biliyorsunuz Şeb-i Arus törenleri yapılıyor, yine ölüm yıl dönümü, ötekine ötekileştirmeden bakışı bize anlattı.

İşte Necip Fazıl Kısakürek'in ilmî yönü bir yana, bu geleneğin bir devamı olduğunu şahsen hep düşünmüşümdür. O Anadolu'yu mayalayan, o ruhu veren geleneğin devamı olarak düşünürüm hep. O yüzden Ahmet Hamdi Hocamın vurguladığı, pergelin sabit ayağının kendi kültüründen, kendi İslâmî ilimler geleneğinde, gelenekli bakışta olarak diğer ayağının bütün kültürleri, hikmeti dolaşıp oralardan istifade eden, etmeye çalışan bir anlayışı var.

Çünkü Peygamber Efendimiz ne buyurdu? "El-kelimetü’l-hikmetü dâllatu’l-mü’min, eyne vecedeha ehazeha." Yani, hikmetli bilgi müminin yitiğidir, nerede bulursa onu alır. Ama bunu pergelin iki ucu da sabit olarak yapamazsın. Pergelin iki ucu da hareketli olarak yapamazsın, o zaman sabiten kalmaz. İki ucu sabit olursa donuklaşırsın, statikleşirsin. O yüzden bir ucu gelenekli geleneğe bağlı, diğer ucu dolaşarak dinamik bir şekilde ihya ve tecdit ruhuyla bunu yapmak lazım.

"Necip Fazıl, Batı'nın giydirmeye çalıştığı deli gömleğini reddetmiştir"

Batı'nın bizim zihinlerimizi, idraklerimizi sınırlayan şartların, çarkını kırdı aslında Necip Fazıl. Bunu da önemli görürüm. Analitik garbiyatçı bir oksidentalisttir aslında. Bu oksidentalizm kelimesini Türkçede biraz makalelerimde 2005-2006'lardan itibaren kullanmaya çalıştım ama yanlış anlaşılmaya da müsait bir kavram. Ben onu şöyle anlıyorum, yani en azından tanımlarım o yönde: Batı’yı olduğu gibi, ne ise anlamak. Bizim bu tanımaya, bu anlamaya ihtiyacımız var.

Bugün birtakım sıkıntılarımızın sebebi de aslında Batı’yı, Batı’dan gelen fikirleri, oryantalistik fikirleri, teo-politik fikirleri, kültürel akışı, İslamofobik fikirleri anlamamakla ilgili. İlahiyatlarımızda da bu fikirler çok yaygın. Düşüncelerimizi, kalıplarımızı oluşturuyor ama bunun farkında değiliz. Bunlarla düşünüyoruz çoğu zaman. İşte en son örneği Gazze ve Suriye bağlamında, Orta Doğu bağlamında bunları düşünebiliriz.

İşte Necip Fazıl analitik garbiyatçı oksidentalist olarak aslında bu Batı’nın bize giydirmeye çalıştığı deli gömleğini, Cemil Meriç'in tabiriyle “o izm’leri kırdı.” Bugün “Batı Batı” diye gözümüzde büyüttüğümüz -ben de 15-20 yıl oralarda yaşadım- Batı'nın insanlığa söyleyecek sözü yok. Batı’nın büyük siyasetçisi, büyük mütefekkiri şu anda yok. En büyük mütefekkiri Ergün Hoca bilir, Habermas'tı, onun da Gazze katliamında ne dediğini gördük. Ortaya çıktı niyetleri. Yani en objektiflerinden biri oydu Alman Jürgen Habermas, ama onun da Gazze bağlamında bütün değerlere berhava ile yakınlaştığını gördük.

O yüzden Müslümanların potansiyel olarak insanlığa söyleyecek sözü var. Çünkü fosilleşmemiş, asli kaynakları bozulmamış yegâne din ve medeniyet İslâm medeniyeti. Ancak Müslümanlar olarak bu söyleyecek sözümüzü arıyoruz. Henüz bulamadık. Ama bulacağız. Necip Fazıl işte bu sözümüzü bulmada önemli bir potansiyel bize ifade ediyor. Bunu güncelleyerek aktarmanın yollarını bulmamız lazım.

Son olarak text-kontekst ilişkisi nedeniyle idraki realite-idealite dengesiyle anlayıp yorumlamasından bahsedeyim. Bakın burada bir meselenin, İslâmî meselenin realiteden kopuk bir idealiteyle anlatılması distopya getiriyor İslâm toplumlarında. Sadece idealite üzerinde vurgu distopya getiriyor, hayal kırıklığı. Ütopya idealite ama onu realiteden kopuk, realiteyi ıskalayarak yapamayız. Ama sadece realitenin girdabına gitmek de bizi liberelleştiriyor, sekülerleştiriyor. İdealitemizi koparıyor. Bu sefer ideallerimiz, gayelerimiz kalmıyor. Necip Fazıl işte bu idealite-realite dengesini de bize aslında vurgulayan önemli bir yön sunuyor. Vak’aya dikkat eden, fıkhu’l-vâkıa dikkat eden, onu idrak eden bir anlayışı bize getiriyor. Eserlerinde pek çok âyet ve hadisler var. Bütün bunların toplamından benim çıkardığım budur aslında.

Hadisleri, âyetleri bağlamından kopararak, realitesinden kopararak anlamıyor. Ama onu ontolojik dediğimiz, o metafizik bağlantıyla anlamaya çalışıyor. Bu yönü çok önemli ve değerli kardeşlerim. Yani bir insanın metafiziği yoksa ki Batı bugün onu yaşıyor. Batı metafizikten koptu, ontolojiden koptu. Bize de bunu dayatmaya çalışıyor. Metafizik ne demek? Yani yukarılarla irtibatın, vahiyle, Allah'la irtibatın sağlam olacak. Dikey bağlantın güçlü olacak. Ama o dikey bağlantıyı yatay bağlantıyla topluma, insanlığa da sunacak bir perspektif gerekiyor.

Necip Fazıl'ın bence en önemli yönlerinden birisi bu. Deizmin kol gezdiği, agnostisizmin hayatımızı yönlendirdiği, hedonizmin, yani haz ve hızların alabildiğine hayatımıza hükmettiği bu çağda, postmodern çağda, gerçekten bu metafizik ontolojik bağlantıya ihtiyacımız var.

Son olarak şunu vurgulayayım. Yani aslında Necip Fazıl Kur'an ve sünneti, Kur'an'ın hamili ve muhafızı olma misyonuyla anlamaya çalışıyor. Pakistan'ın ünlü filozofu ve şairi Muhammed İkbal'in oğluna bir vasiyeti var, öyle bir ifadesi var. Diyor ki: "Oğlum, Kur'an'ı yeni iniyormuş gibi oku. Gül yapraklarından çiğ tanelerinin damladığı gibi âyetler kalbine inip ihya etsin, kalbin can bulsun" diyor.

Necip Fazıl aslında o hissi, hissederek Kur'an ve sünneti anlayan, medeniyet idrakine sahip, hikmetli, gelenekli bir mütefekkir diye düşünüyorum. Sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum."

Not: "Necip Fazıl'ın Eserlerinde İlahiyat ve Sosyal Bilimler" isimli panel, 11 Aralık 2024 Çarşamba günü İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde düzenlenmiştir. Programın tamamı Aylık Baran Dergisi’nin Ocak 2025 tarihli 35. sayısında yayımlanmıştır.