Önce şu cümlelerdeki asalete, şu letafete, şu söz oyunlarına bakalım: “Yılmaz Güney’in ölümünün 37. yılı. İyi bir yönetmen, iyi bir oyuncu, iyi bir senarist olmasının yanı sıra sinemamızın en iyi yürüyen erkeğiydi. Bir daha kimse onun gibi boynunu hafifçe yana kırarak hüzünle bakarken içimizin en ücra yerine dokunamadı.”

Murathan Mungan, vefatının 37. yılında tam tamına bunları yazmış Yılmaz Güney için. “Sinemamızın en iyi yürüyen erkeği” demiş. Der tabii. Gerçi Yılmaz Güney’i bu cümlelerle anmak daha ziyade Güney’in vefat yıldönümlerini hiç kaçırmayıp Sezai Karakoç’un cenazesine bile lütfedip gelmeyen turizm bakanımıza yakışırmış ya, orası da ayrı bahis.

Bu sene bir şey daha oldu Yılmaz Güney’in vefat yıldönümünde. Oyuncu Farah Zeynep Abdullah, Murathan Mungan’ın bu afili sözlerinin altına “sinemamızın en iyi yürüyen erkeği ve kadın döven ve şiddet türleri açısından zengin ve etkili silah kullanan diyelim” yazıverdi iyi mi?

“Farah Zeynep Abdullah kimdi?” diye soracak olursanız, hani şu TRT’deki Masumlar Apartmanı dizisinden ayrıldıktan hemen sonra AK Parti’ye ve AK Partili seçmene ağır hakaretler ederek sektörüne “sorun yok beybiler, ben de sizdenim, TRT ile işim bitince yaylım ateşe başladım gördüğünüz gibi” mesajını veren kızımız. Yanlış anlaşılmasın. “TRT’de muhalif oyuncunun ne işi var?” demiyorum, TRT iktidarın değil, devletin. Muhalifi de muhalif olmayanı da -memleket düşmanı olmadığı sürece- temsil hakkı bulmalı kendisine. Ben sadece, Türkiye’deki yeteneksiz oyuncu tayfasının artık alışkanlık haline getirdiği şu meşhur “bit yavrusu” performanslarına hala şaşırıyorum. Jeton atınca çalışan atarilere benziyorlar, onu diyorum.

Dönelim konumuza.

Farah Zeynep haksız mı Yılmaz Güney hakkında yazdıklarında? Son derece haklı. Kafası bir milyonken Nebahat Çehre’nin başına elma koyup Giyom Tell’cilik oynaması mı dersiniz, ilişkili olduğu her kadını eşek sudan gelene kadar dövmesi mi dersiniz, gencecik hakimimiz Sefa Mutlu’yu “kırılgan egosu” ve “iflah olmaz köylülüğü” yüzünden katletmesi mi dersiniz, liste o kadar uzun ki. Adam, günümüzün yaygın tabiriyle söyleyeyim, dümdüz toksik.

Ama işte solcu molcu ya Yılmaz Güney. O bakımdan Türkiye’de ki solcular ve solcumsular açısından yeri tanrılar katında. Eleştirilemez, eleştirilmesi teklif dahi edilemez. Kadın dövdüyse de, hakim öldürdüyse de vardır yani bir bildiği.

Ayrıca yeri geldi söyleyeyim. Yönetmenliği vasatın biraz üzeridir. 70’lere kadar “epey iyi” olan senaristliği ise 70 sonrası “politbüro propaganda filmi yazarlarından” bile kötü duruma gelen bir sinemacıdır Güney. Oyunculuğu ise, hakkını verelim, taş gibidir. Yine burada bir ayrım yapmak lazım. 70 öncesi filmlerinde parıl parıl parlarken 70 sonrası filmlerinde geriler oyunculuğu. Zira alkolizm denen bataklık oyunculuğun düşmanıdır. İnanmayan Nejat İşler’in kariyerine bakabilir mesela.

Dönelim konumuza.

Söz konusu herhangi bir muhafazakar, herhangi bir dindar, herhangi bir İslamcı olduğunda pireyi deve yapma potansiyelleriyle car car carlayıp “Brüksel ağzıyla” dünyaya nizam veren bizim solcumsular, söz konusu kendi tanrıları olduğunda her seferinde çokoprens almaya giderler. Kafası bir milyonken “trafik kazası” adı altında insan katleden Emrah Serbes’ten tutunuz da “insan dışkısının tadına baktım” diyen adama kadar savunamayacakları, makulleştiremeyecekleri adam yoktur. Bunu da Hitler ile aynı olan Stalin’i bile savunabilme ahlaklarına borçludurlar.

Türkiye-İslam âlemi ve İsrail Türkiye-İslam âlemi ve İsrail

Haklarını yemeyelim ama. Bu sefer İlyas Salman bile “o kadar da değil yahu, yüklenmeyin Farah’a. Yılmaz Güney de az nane yemedi” yazdı. Bir gelişme var gibi görünüyor anlayacağınız.

Yeri gelmişken bir şey daha söyleyeyim. Bu nato kafa nato mermer solcumsuların değişmeyen numaralarından biri de “solcuların dünyada bir tane, çok cesur, çok merhametli” falan olduğunu mitolojik bir anlatıya çevirme başarılarıdır. İnanmayan, Kanal D’de yayınlanan Dilek Taşı dizisine “güncel bir örnek” olarak göz atabilir. Her zamanki gibi bütün solcular “şahane”, “bütün diğerleri” de berbat karakterler. Bizim Ahmet Tezcan abi gibi namuslu insanlarımız da Sevda Kuşun Kanadı’nda da filan “ya solcular da tıpkı bizim gibi bu memleketin evladı, onlara da haksızlık etmeyelim” diye adalet kovalayadursun. Solcumsular açısından solcu ya da solcumsu olmayan hiç kimse “insan bile değil.” Yahu açıp izleyin bir bölüm şu Dilek Taşı denen rezaleti. Neden söz ettiğimi hemen anlayacaksınız.

Yine de umutluyum ben. Görünen o ki Yılmaz Güney isimli tanrılarının fanusunda hafif bir çatlak oluştu. Darısı Mahir’inden Deniz’ine, Ertuğrul’undan bilmem kimine kadar diğer tanrı ve tanrımsıların başına. Putların devrilmesi, memleketin çok işine yarayacak çünkü.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak