Can Ceylan Kimdir?

ODTÜ-İngilizce Öğretmenliği (Lisans-1997), Boğaziçi Üniversitesi-Çeviribilim (Yüksek Lisans 2008), Yeditepe Üniversitesi-Sosyal Antropoloji (Doktora-2010). İstanbul Kültür Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nden İngilizce okutmanı olarak görev yaptı. 2015 yılından beri İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Sosyal ve Kültürel Antropoloji, Siyasal ve Hukukî Antropoloji (Political and Legal Anthropology), İş Antropolojisi (Business Anthropology), İletişim Sosyolojisi, Sivil Toplum Kültürü ve Tasavvuf Kültürü dersleri vermektedir. Yayınlanmış kitaplar: Ölümünün 120. Yılında Hacı Arif Bey (2005), Mevlânâ'dan Önce ve Sonra Mesnevî (2010), Dergahtan Akademiye Rifâîlik ve Ken’an Rifâî (2014), Kafiyenin Cilvesi (Şiir-2017), Târihî, Sosyal, Siyâsî ve Dinî Açıdan Tasavvuf ve Tarikat Anlayışı (2017), Kültür ve İktidar (2018)

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan hâdiseleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Eylemcilerin arasında “sanat” mazeretiyle Kâbe-i Muazzama’ya saygısızlık yapıldı… Gençlerdeki ahlâkî yozlaşma nasıl bu raddeye vardı?

Öncelikle, dinine ve diline duyarlı bir neslin Boğaziçi’nden çıkmasını pek mümkün değil. Daha doğrusu, sâdece Boğaziçi’nde değil, yabancı dille eğitim yapan kurumlardan has adam çıkmasını beklemek olmaz. Çıkıyorsa “üretim hatâsı”dır. Mesela, bu Kâbe mevzuuna itiraz edip, “bu kadarı da fazla, resmen dine ve milletin mukaddesatına saygısızlık!” diyen gençler var ya, onlar eğitim sisteminin “üretim hatâsı”. Bu gibi anlayışlı, kendinin ve diğerlerinin değerlerini düşünen insan sayısı çok az. Zâten bu genç arkadaşlar, protestocular tarafından her mecrâda fişlendi, hor görüldü. Boğaziçi böyle adamlar yetiştirmiyor. Boğaziçi, daha doğrusu Robert Koleji, bu tür bir okul değil… Onlar fişlenmeyecek adamlar yetiştirmek ister!.. Fişlenen arkadaşlar, “kutsalıma dil uzatma” diyerek tepki gösterip, eylemi engelleyecek bir saldırı dahi yapmamışken, ötelenip kakıldı. Bu birinci ehemmiyetli şey… Ayrıca, 28 Şubat zihniyetinin “bir yerlerde” hazırda bekletildiğini de bu vesileyle bir daha görmüş olduk.

Boğaziçi’nde okuyan bir genç arkadaşımız da Kâbe’ye yönelik yapılan terbiyesizliğe karşı geldi ve yanındaki bir arkadaşıyla berâber fişlendi. Bize ilettiklerine göre, önce okuldan attırmaya çalışmışlar, sonrasında ise ikisini birden WhatsApp vb. gruplardan atmışlar. Bâzı hocaları da kışkırtıp, bu öğrencilerin üzerine saldırtmaya çalışmışlar… 100 kişilik sınıftan yalnızca tepki gösteren iki kişi.

Peki kendilerini “sanatçı” olarak gören, “Arkanızdayız. Aşağı bakmayın!” diyenlere ne demeli?.. Hadi bunları da geçtim, bunlar “üzerine düşen”i yapıyor… “Bizim sanatçılar” nerede? Buna bakmak lâzım… Sanatçısın ya, onca dizide, tiyatroda oynuyorsun… Reklamlardan paraları kaldırıyorsun. Ak Partili belediyelerin tiyatro etkinliklerinde sahne alıyorsun. Milletin millî ve mânevî duygularla seyrettiği târih dizilerinde bölümü bilmem kaç bin liradan rol alıyorsun… Var mı tepki gösteren bir tânesi?!..

Hayır, yok. Olacak gibi de gözükmüyor!

Öyle… MHP yahut AK Parti’den kaç milletvekili gidip, fişlenen çocuklara destek verdi? Toplum nazarında yeri olan kaç insan, mukaddesatına saldırıldığı için tepki gösteren gencin arkasında durdu? Hiç yok! Ama Canan Kaptancıoğlu, DHKP-C marşı söyleyip eyleme destek veriyor. Millî Görüşçüler toplanmış Beyazıt Meydanı’nda tekbir getiriyor.

Ne alâkası var değil mi?

Kardeşim, ne yaptın? Belli ki kötü bir güruh var, adamlar sana saldırıyor ve saldıracak. İlla saldırınca harekete geçeceksin diye bir şey yok, onlar senin kuyruğuna basmadan önce çizgini çekeceksin ki, hadlerini ve meydanın boş olmadığını bilsinler! Ya da eylemler henüz başladığında gideceksin oraya, Diyarbakır anneleri HDP binâlarının önünde nasıl gerekeni yaptıysa, sen de bu minvalde karşı tepki koyacaksın. Var mı kadın kuruluşlarından Kâbe’ye yapılan saygısızlığa karşı gelip, aksiyoner bir tepki veren? Yok!.. Karşısı çalışıyor, sen neredesin? Bizim kendimizi eleştirmemiz lâzım. Mesele rektörün atanmasını aşalı çok oldu.

İş büyüyecek herhâlde…

Başka boyuta geçebilir ama ikinci Gezi çıkmaz; o modeli kullandılar. Bâzısı da bağırıyor ya, “Özgürlük istiyorum!” diye. Tamam, kes o zaman devletten aldığın maaşı, adam gibi proje yap, paranı kazan. Mâdem özgürlük istiyorsun. Ekonomik özgürlük isteyen çocuk, eve resti çekip kartları, anahtarı ebeveynine teslim eder ya; yap öyle, yapabilir misin? Mesele Melih Bulu değil. Başkası atansaydı o zaman “atama sistemi”ni mâzeret yaparlardı. Zâten protestocular da, “bizim senin bilimadamlığınla derdimiz yok, atanmaya başkaldırıyoruz.” diyor. Kimisi de yuvarlayarak konuşuyor. Bunların zâten amacı başka, “cinsiyetsiz tuvalet istiyoruz” dediler. LGBT kulübü de zaten aday kulüp. Bugün (2 Şubat Salı) rektörlük yazısıyla kulübün faaliyetlerinin sona erdirildiği, adaylık sürecinin kapatıldığı ifâde edildi. Bu gerekli miydi, gereksiz miydi bilmiyorum. Bunlar yapacağını zâten yapıyor, kulübe ne kadar ihtiyaçları var? Böylesi bir hareket onların “yeraltından” hareket etmesine de sebep olabilir. Meclis başkanı, bakanlar falan kınıyor. Kınasan ne, kınamasan ne mesela? “Toplumun hâline bak, ne oluyoruz kardeşim?” deyip yangın söndürmeye gidercesine giden bir kişi var mı? Kampüse giden bir tâne yazar, tiyatrocu, sinemacı gösterin bana.

Bir bataklık söz konusu, kimse kurutmaya çalışmıyor.

Yalnız Boğaziçi’nde değil, İstanbul Üniversitesi’nde olsa da benzeri şeyler yaşanırdı. Hakeza Marmara, ODTÜ… “Burası sâdece sizin mi üniversiteniz? Siz de varsınız, biz de varız!” diyen kim var? İfâde özgürlüğüymüş madem; Kemalist bir siyâsetçinin fotoğrafını rujlu, rimelli, allı, pullu yapıp uluorta yere çıkarabilirler mi?

Kıyameti koparırlar.

Cesâretleri varsa, devletin kurucu şahıslarından birisini travesti, LGBT’li olarak yapsınlar! Partilerindeki tâciz ve tecâvüz skandallarını bile görmezden gelenler, ifâde özgürlüğünden bahsedip eylem yapıyor. Ayrıca ne amaçla olursa olsun, hiçbir kutsala hakaret edilemez. Kâbe’nin üzerine şahmeran koyup, öbür kenarına da LGBT bayrağı koyamazsın sen! Herhangi bir grup, toplumun inancına yönelik saldırı yapmamalı. Bir Hindu’nun ineğe tapmasıyla da dalga geçemezsin, saygısızlık olur.

Demek ki, mesele LGBT, kayyum, rektörlük falan değilmiş. İslâm düşmanlığıymış.

Bu başka bir şey de olabilirdi. Gezi’de her şey ağaç ile başladı, ama sonra “mesele ağaç değil” dediler. Artık başka rektör atasan da olmaz. Seçimle rektör getirdin diyelim, bu sefer de rektör LGBT’ye destek vermedi diye eylem yaparlar.

“Bizimkiler” niçin buna tepki göstermiyor?

Bol sıfırlı paraları cebe indirirken, reklamlarda oynarken güzel… Gezi’de boy gösteren dizi oyuncuları vardı. TRT’deki dizilerde oynayanlar şimdi nerede? Karşıdakilerin “sanatçısı”, “Solcuyum ama LGBT’yi desteklemiyorum diyorsan, solcu değilsin!” diye tivit attı. Unutulmuştu gündeme oturttular, yakında bir dizide görürüz. Ya “bizimkiler?”

MHP lideri sayın Devlet Bahçeli bir yazı yayınladı, tamam güzel. Bahçeli yazı yazmasa da, konuya nasıl baktığını biliyoruz. Siyâsetçi ya da bu kesimin sanatçısı, çıkıp birleştirici olmak için bile, “Çocuklar ne yapıyorsunuz?” demedi. Ne bu tarafa, ne o tarafa sırtını dayamadan bir şey diyen bile yok. Bahsettiğiniz Boğaziçi’ndeki genç arkadaşlarınız da fişlendiğiyle kaldı işte. Bu üniversitede bir tâne mi hoca yok? “Burada ne oluyor?” diyemiyorlar. “Bana da geldiler, gençleri fişle dediler. Yapmadım.” diyebilen hoca dahi yok. Şimdi, taraf olmayan, öbür tarafta gözüküyor. Bu da, üniversitelerdeki yapının ayyuka çıkmış hâli. Boğaziçi’nde çok bâriz gözüktü. Vaziyet, “Bu da geçer yâ Hû” raddesini aştı.

Kınayıp konuşmanın fayda etmediği yerdeyiz.

Mesela, gazeteciler de yazıp, çizip bir şeyler söylüyor. Tamam da, bir yerden sonra bayrağı ele almak lâzım. Bir yerden sonra aksiyoner olmak da lâzım. O işi siz iyi yapıyorsunuz mesela. Bunu şu mânâda söylüyorum: Sizin arkadaşların gidip orada öğrenci olması, hareketi yansıtması lâzım.

Birkaç arkadaşımız var. Bir yazısı da bu söyleşiyle beraber, Baran’da yayınlanacak.

Mesela o arkadaşların okulda Büyük Doğu kulübü olsa güzel olurdu.

Zâten berâber hareket ediyorlar da, resmî bir kulüp yok.

Teşkilâtlanmaları lâzım, mesela Büyük Doğu Kulübü ismiyle bir şeyler denenebilir. Yahut Üstad’ın şiirlerinden bir kelime bulup, onun üzerine bir oluşum inşa edilebilir. ODTÜ’de bile buna benzer topluluklar var, ama aşırı solcu gruplar “şunlar muhafazakâr”, “bunlar sağcı”, “oradakilere bulaşmayın” diye yeni gelen öğrencilere telkinde bulunuyorlar. Karşı taraf çalışıyor. Beğenirsin, beğenmezsin; kulübünü kurmuş. Diyorlar ki, “sen gay olmasan bile, LGBT topluluğuna destek ver.” Peki okullarda “Necip Fazıl okumuyorsan bile, destekle.” diyen var mı? “Nazım’ı sevsen bile, Necip Fazıl’a destek ver.” deniliyor mu? Bahsettiğim şey bu. Hocalar da işin içine girmiyor. Bizim kendimize bakmamız lâzım. Bir şey olmadığı için, meydanı boş buluyorlar, at koşturuyorlar.

Kâbe’nin sol üst köşesine LGBT bayrağı da iliştirmişler.

Daha önce uluslararası platformlarda da Kâbe’nin örtüsünü aynı şekilde mânevî olarak kirletmişlerdi. Adâlet bahsinde idam mevzuu var ya… İdam, suçluyu cezâlandırmanın yanında, suça meyilli olanları da caydırır. Şahıs tam bir suç işleyecekken, “idam var” diyebilir kendi kendine. Tepki vermek lâzım; verince, bir olur beş, beş olur on. Burada nicelik önemli değil. Bakın Vatan Partisi’ne oy oranı %1 bile değil ama özgül ağırlığı çok fazla.

Onlar bir şey yapıyor, “biz de bir şey yapalım.” deniliyor. Hayır, böyle olmaz. Sen bu mahallenin ağabeyinin kim olduğunu gösterirsen, oraya gelecek kişi de, “burada kadına yan bakılmaz.” diye düşünür. Yâni, taciz olduktan sonra adamı bulup dövmek iş değil. Ben mahallemde, gece saat kaç olursa olsun kendimi güvende hissediyorsam o mahalle mahalledir. Üniversitelerde öğrenci kulüpleri seviyesindeki teşkilatlanmaya gereken önem verilmiyor. Ama eylem yapanlar çoktan yapılanmış. Şimdi Boğaziçi’ndekilerin gözünü korkutuyorsun, polis geliyor bastırıyor ama BBC’ye DW’ye manşet oluyorlar… İstedikleri de zaten bu.

Ateşin büyüğü küçüğü olmaz derler. Bu olaylar da küçümsenmemelidir. Devlet güvenlik kuvvetleriyle onun önünü alıyor ama bir yere kadar. Üniversiteler içinde öğrencilerden oluşan organik ve sivil yapılar daha aklı başında işler yapmalı. Üstad’ın dediği gibi “ak sütün içindeki ak kılı görebilmek” gerek.

Baran Dergisi 734.Sayı