Kovid-19 sebebiyle global bir iktisadî kriz yaşandığı söyleniyor. Oysa virüs olmasa dahi bir iktisadî uçurumun kenarındaydı uluslararası sistem. Bu krizi nasıl tarif edersiniz?

Küresel ölçekte dünyadaki eğilimler sürdürülebilir değil. 2008’deki küresel kriz bir öncüydü. Bundan çok daha sarsıntılısı kaçınılmaz olarak gelecekti. İnsanları uyutmak için sürekli hesapsız kredi dağıtımı, varlık değerlerinin şişirilmesi vb. şekilde afyonluyorlardı ve öyle idare ediyorlardı. Oysa sorunlar giderek ağırlaşıyor, gelir dağılımı bozuluyordu. Sistemik risk artıyordu. Kovid-19 olmasa da büyük bir krize doğru gidilecekti, Kovid-19 bu süreci hızlandırdı.

Krizi doğuran şartlar, yolunda gitmeyen şeyler nedir?

1945’de yeni bir dünya düzeni kuruldu. Bu düzen Soğuk Savaş’a göre kurgulanmıştı. Batı, Soğuk Savaş’ı kazanmak için kapitalizmin dişlerini törpülemişti. Soğuk Savaş’ın arkasından da küreselleşme denilen bir kuralsızlık devreye girdi. Vahşi kapitalizm her yönüyle açığa çıktı. Bu bir devrin sonu demek. Sistem çökecek, birçok şey buharlaşacak, insanlık çok zor bir dönem yaşayacak. Tabiî ki, canı yananlar bir şeylere tepki verecek, bir altüst oluş yaşanacak. Yirmi beş yıldır adım adım böyle bir döneme gidiyoruz. En kötüyü henüz görmedik. Bundan kaçınmak ve bir pozisyon geliştirmek için birileri her yolu deniyor. Birileri de onların denediği fırsatlardan cebini dolduruyor. Ama geniş kitlelere sefalet olarak yansıyor bu durum. Birkaç yüzyılda bir yaşanan büyük bir dönüşüm bu, Fransız İhtilâli’nde olduğu gibi. Öyle de olabilir. Dünya büyük bir altüst oluş yaşayacak, böyle gitmeyecek.

Yani değerlerin değer dönüşümü süreci yaşanacak.

Öyle de diyebiliriz. Her şeyde, tüm algılarda çok radikal değişimler yaşanmak zorunda kalınacak. Mesela; Musevilere karşı bir tavır var, bunu iki dünya savaşı arasında gördük. Özellikle Almanya cephesinde. Museviler neyi temsil ediyordu? Finans dünyasını. Her türlü avantaj için şeytanla işbirliği yapıyorlardı. Siyasileri kafalıyorlardı; ama yapılanlar gelir dağılımını bozuyordu. Dünyadaki sorunları ağırlaştırıyordu. Şu anda finans dünyası o formatta çalışıyor, sorunları ağırlaştırıyor günü kurtarmak adına. Finans sistemi öyle bir çökecek ki, bunun efendileri kaçacak delik arayacak.

Yani bu balon patlayacak.

Aynen öyle.

Buradan Türkiye’ye doğru gelecek olursak, uzun bir süredir TL’nin değer kaybı meselesi gündemde. Döviz kurunun artışından ziyade TL’nin değer kaybı diye nitelemek daha doğru zannediyoruz. Ekonomi yönetimindeki değişimle bugün tekrar faiz artırımını konuşuyoruz. Türkiye’de ekonomi yönetimindeki değişimle beraber ekonomi felsefesinde bir değişim olacak mı? Mesela bundan önceki dönemde “Yüksek kur düşük faiz.” savunuluyor, üretimin bu vesileyle artırılabileceği düşünülüyordu. Fakat ara malları bile ithal eden bir ülkeyiz biz ve üretimimiz de doğal olarak ithalata ve dövize bağlı. Böyle bir tenakuz, paradoksun içerisindeyiz. Yine aynı şeyleri yapıp farklı neticeler mi bekleyeceğiz?

Dünyada çeyrek asırdır sürdürülebilir olmayan eğilimler var. 2008 krizi ve daha öncesi 11 Eylül saldırılarının evveline bakalım. Ne deniliyordu, “düşük kur, düşük faiz!” Çılgın bir parasal genişleme vardı. Para akıyordu, borçlanmayanı dövüyorlardı. O ortamda, gelişen ekonomilerin parası aşırı değerlendi. Faizler de bir daha gelmeyeceği seviyelere kadar düştü. Küresel krizden sonra benzer ortamı yeniden yaşatmak istediler, olmadı. Aşırı borçluluk sebebiyle, başarılamadı. Sorunlar ağırlaşıyor... O dönemlerin Türkiye’de tekrar yaşanması olası değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Düşük faiz, düşük kur.” istiyor, o dönemi özlüyor. Erdoğan faize de karşı... Bugün Türkiye’ye baktığımız zaman sorun nedir? Türk Lirası aşırı değerlenmiş, aşırı bir borç biriktirmiş; bunun dengelenmesi, bir bedeli olacağı belliydi. O hesapsızlığa yeşil ışık yakıldığı için de diyeti ödenecek. Ama bu nasıl olacak, bu gidiş ile toplumda öyle büyük sıkıntılar yaşanacak. Bazıları bundan kaçsa da durum bu. Bu orta vadeli bakış açısı...

Peki, ekonomi yönetiminde değişiklik oldu, bir şeyler değişecek mi? Hayır. Ben ekonomi yönetiminde bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. Türkiye’nin ne kur artışına, ne de faizin yükselişine artık bir tahammülü kalmadı. Dışardakiler “Kuru kontrol etmek için faizi arttır.” diyor. Faiz artışı Erdoğan için büyük sorun olur. Faizi arttırmazsa kur artıyor, yine aynı netice... Her şey gayrimenkule yatırılmış, gayrimenkul de faiz yükselişine dayanamaz. Türkiye’de dışarının istediği gibi faizleri yükseltirseniz bankalar batar.

Gerçekten savunulduğu gibi Türkiye’de içinde bulunulan ekonomik şartlarda kurun yüksek olması faizin düşük olması üretimi artırır mı?

Üretim yapacaksan, pazar lâzım. Pazar derken içeriyi kastediyorum. İnsanlar borç batağına gömülmüş, içeride bir pazar yok artık. Bu pazar gelişmeyecek. Çünkü, insanların geleceği ipotek altına alınmış. Peki, dışarıya satalım? Dünya da aynı borç batağından dertte, rekabet koşulları bozuluyor, Çin vb. ülkelerle rekabet edemezsin. Onun için ticaret savaşları var. O zaman ürettiğini kime satacaksın? Üreterek büyümek için sistemin önce çökmesi lâzım.

Anlayış değişmeden eğilimlerin değişmesi bekleniyor. Beklentileri yöneterek bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, olmaz. Kısa vadede yerleşikleri Türk Lirasına döndürmeye çalışıyorlar. Fakat güven ortamı bir türlü oluşmuyor.

TCMB 2020 yılında yüksek miktarda altın rezervi biriktirdi. Son birkaç aydır da bu altın rezervini eritiyor. Sizce bunun sebebi ne?

Merkez Bankasının altın stoklamasının birkaç sebebi var. Birincisi, küresel konjonktür, doğru bir adımdır. İkincisi, 2018 Ağustos ayından beri Rıza Sarraf ve Halk Bank meselesinden dolayı Amerika ile ilişkilerimiz bozulmuştu, biz de Amerika rezervlerimize el koymasın diye altına çevirip Türkiye’ye getirdik onları. Amerikan tahvillerini, muadil mevcutlarını azaltarak fiziki altını içeriye soktuk. Niye? Yaptırım olabilir diye. Bir de Türkiye’nin eksen değişikliği ihtimali söz konusu. Rusya ve İran’a daha fazla yakındık. Dış politika küresel konjonktür açısından doğruydu. Ama 2018 Ağustos ayından sonra hem faizi hem de kuru geriletmek için yapılanlar rezervleri eritti. Yaklaşık son bir ayda Merkez Bankası dövize müdahale edebilmek için kamu bankalarına destek versin yahut kendisi yapsın altın satıyor. Son bir aydır TCMB en çok altın satan merkez bankaları arasında... Evdeki hesaplar çarşıya uymadı.

Bizim bir süredir işlediğimiz bir mevzu var sürekli anlatıyoruz, TL’ye altın standardı getirilmesi... Global bir değişimden bahsediyorsunuz siz de, bu tabiî olarak para rejiminde de bir değişikliğe gidilmesi anlamına geliyor. Türkiye için altına endeksli para birimi düşünülemez mi?

Parayı bir şeye endeksli yaptığın zaman karşısında gerçekten o şey yok ise olmaz. Sizin söylediğiniz konu bir ihtiyaç; ama şu an için bunu karşılayacak güç yok.

ABD’de Trump FED’e altın standardını önceleyen bir üye atadı. Çin’in bu yönde çalışmaları var.

Tüm paralar dertli, sisteme güvensizlik var. Bu kokuyu alanlar bir şeyler konuşuyor. Bunlar kaşıntıdır, soruna çözüm üretmekten uzaklaşmanın başka şekilleridir, sorunu dolaylı konuşmaktır.

Sorunun özü nedir?

Sorunun özü; sistem tıkandı. Dünya çok uzun süreli bir bunalım dönemine giriyor. Bundan kaçma şansımız yok. Bir şey yıkılmadan yenisini kuramazsın. Yıkıldıktan sonra da elindeki imkânlara bakarak bir şey yaparsın. O kadar büyük hesapsızlıklarla sistem anormalleşmiş ki, mevcudu koruyarak yeni bir düzen inşa etme şansın yok. Sistem çökecek, tüyolar verilecek, safralar atılacak, elde kalanla yeni bir şeyler yapılacak.

Mesela, kapitalistlerin paydaş kapitalizm çıkışları da, tamamen kapitalist sistemin dönüşümüne ve biraz daha süresini uzatmaya dair şeyler.

Tabiî ki. İnsanları uyutmaya, oyalamaya dair şeyler.

Sizin bu süreç için öngörünüz nedir? Sistem bu kadar uçurumun kenarındayken daha ne kadar dayanabilir?

Sistem bu şekliyle birkaç yıldan fazla dayanmaz. Daha önce ilk defa denediğin yöntem altı yedi yıl idare ettiyse, aynısını tekrar denediğinde iki yıl idare etmez. Çünkü öğrenilmiş oluyor birçok şey. Aynı şeyleri tekrarlayarak dünya bir on yıl daha gidemez. Kovid-19 da öyle bir baskın çıktı ki, birileri panik içinde sürekli aşıyı joker olarak kullanıyor. Günü kurtarıyorlar; ama böyle gitmeyeceğini herkes görüyor. Uzun süreli bir resesyona hazır olmak lâzım.

Dünya Gıda Programı Direktörü Beasley de açıklama yaptı; “2021 yılı kıtlık yılı olacak.” şeklinde.

BM’den uyarılar var. Dünya günü kurtarmaya öyle odaklandı ki, bunun tarım üzerindeki yan tesiri ciddi bir sorun. Tarımsal fiyatlar yükseliyor. Mesela soya, son birkaç yılın rekorlarında. Paraya ulaşıyorsun ama paran olsa da alamayacağın bir şey var çünkü arz talep dengeleri bozuluyor.

Türkiye’nin önümüzdeki süreçte ne yapması gerekiyor?

Türkiye’de bu soru sorulmuyor, sorulduğunda da insanlar konuyu başka yerlere çekiyor. Türkiye’nin yapması gerekenin önündeki en büyük engel mevcut anlayıştır. Bu anlayış değişmeden o sorunun yanıtları konuşulamaz. Türkiye ne yapmalı? Dünyaya bakmalı, bölgesine bakmalı, koşullara bakmalı ve gerçekçi bir şekilde orta uzun vadeli düşünerek radikal kararlar almalı. Model değişikliğine gitmeli.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 723.Sayı