Taha Kılınç: Dinî, millî, tarihî, kültürel ve hatta ekonomik olarak, Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar Çin’in ağır biçimde tatbik ettiği bir asimilasyon politikasının ana kurbanları durumunda. Camiler ibadete kapalı.


Taha Kılınç kimdir?

1980, Anamur (Mersin) doğumlu. Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra başladığı gazetecilik mesleğini sürdürüyor. Ortadoğu ve İslâm dünyası, uzun yıllardır yoğunlaştığı çalışma sahası. Hâlen Yeni Şafak gazetesinde, haftanın iki günü, sıklıkla seyahat ettiği İslâm coğrafyasının gündemine dair köşe yazıları yazıyor. Aynı zamanda Derin Tarih dergisi ve gzt.com/mecra sitesinin genel yayın yönetmeni.


Çin’in enformasyon blokajı altında Doğu Türkistan’a dair bilgi ve belge edinme zor mu? Sizin de oraya bir seyahat yaptığınızı biliyoruz. Bu süreç nasıl oldu? En zorlandığınız problemler nelerdi? Genel atmosferi, şahitlerden biri olarak nasıl tarif edersiniz?

İslâm coğrafyasıyla uzun zamandır hasbelkader ilgilenmeye çalışan bir insan olarak, Doğu Türkistan da elbette radarımdaydı. Ancak diğer bölgelerden farklı olarak, hem Çin’in uyguladığı yoğun karartma ve dezenformasyon hem de bölgeye fizikî erişimin zorlukları sebebiyle, Doğu Türkistan’a doğrudan temas etme imkânım hiç olmamıştı. Derken geçtiğimiz haziran ayında, gazetecilik mesleğimin bana sağladığı hizmet pasaportumla Kazakistan-Çin sınırından Doğu Türkistan’a vizesiz biçimde giriş yaptım ve sekiz gün boyunca bölgenin bütün önemli şehirlerini görme imkânı buldum.

Doğu Türkistan seyahatim, şimdiye kadar İslâm coğrafyasının herhangi bir yerine yaptığım yolculukların en streslisi ve gerginiydi. Çin polisinin otel odalarımıza kadar girdiği, defalarca sorguya çekildiğimiz, her an sınır dışı edilme kaygısı yaşadığımız bir seyahat oldu. Ama hamd olsun yolculuğumuzu problemsiz tamamladık.

Uygurların din, kültür gibi en temel tabii hakları ne durumda. Gerçekten de anlatıldığı gibi bunlara karşı katı bir yasak mı söz konusu? Sizin de bu hususta yaşadığınız bir hadise var mı?

Şunu net biçimde ifade edebilirim: Dinî, millî, tarihî, kültürel ve hatta ekonomik olarak, Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar Çin’in ağır biçimde tatbik ettiği bir asimilasyon politikasının ana kurbanları durumunda. Camiler ibadete kapalı. Açık tutulan az sayıda cami ise, turistlerin hizmetine sunulan birer müze görünümünde. Gulca’dan itibaren, son durağımız olan Urumçi’ye gelinceye kadar, hiçbir camide namaz kılmamıza müsaade edilmedi. Hatta bazı camilerin kapısından içeri bakmamıza dahi izin verilmedi. Ezan sesi zaten duymadık.

Dini hayatın bu kadar bastırılması, Uygur halkının maneviyatına ve içtimaî vaziyetine nasıl yansıyor?

Kaşgar gibi dinî hüviyeti son derece baskın bir şehirde bile, sokaklarda tek bir başörtülü kadın görmedik. Uzun sakallı veya sarıklı ihtiyarlar gözden kaybolmuştu. Gençlerde sakal zaten yoktu. Uygur Türklerinin İslâm’la bağlarının koparılması adına cebrî tedbirlerin alındığı ve katı biçimde uygulandığı anlaşılıyordu.

Çin’in “aile olmak programı” kapsamında Uygur evlerine yerleştirilen Çinliler meselesi hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu, Çin’in uzun zaman reddettikten sonra, nihayet 2018’de resmen kabullenmek zorunda kaldığı bir konu. Uygurların evlerine 8-10 günlük sürelerle gelip yerleşen Çinliler, aileler hakkında ayrıntılı raporlar tutuyor. İslâmî mahremiyet ölçülerinin tamamen ayaklar altına alındığı bu uygulama, yine Uygurların kendi kimliklerinden ve benliklerinden koparılması yönündeki projenin bir parçası.

Şehirlerdeki demografik dengeye baktığınızda Çin’in nüfus politikası hangi yönde ilerliyor?

Daha önce defalarca Filistin’e gittiğim için, sahada İsrail işgalinin nasıl ilerlediğini ve hangi yöntemleri ne şekilde kullandığını net biçimde biliyorum. İsrail’in kullandığı işgal yöntemlerinin aynısının Çin tarafından Doğu Türkistan’da da kullanıldığını gözlemledim: Arazilerin ve mülklerin kanunsuz biçimde devri, dışarıdan yabancı nüfus transferi, şehirlerin ve mekânların yeniden isimlendirilmesi, bütün imtiyazların küçük bir azınlık tarafından kullanıldığı ekonomik modeller… Bilhassa nüfus transferi, Çin tarafından etkin biçimde tatbik ediliyor. Hem dışarıdan Han Çinlileri bölgeye taşınıyor hem de Müslüman Uygur Türkleri zorla çalıştırılmak üzere Çin’in iç bölgelerine aktarılıyor.

Bütün bunlara baktığımızda bu zulümleri kültürel soykırım olarak nitelendirilebilir miyiz?

Hiç şüphesiz. Hatta sadece kültürel alanda değil; yukarıda da ifade ettiğim gibi hayata taalluk eden her konuda Uygurlar kapsamlı ve çok boyutlu bir kıyımla karşı karşıya bulunuyor.

Kamplar, “mesleki eğitim” adı altında yürütülen bir sistemin ötesinde nasıl bir işlev görüyor sizce?

Toplama kamplarının temel işlevi, toplumu dönüştürmek. İslâm’ın ve Uygurlara hâkim olan İslâm kültürünün bütün izlerini o kamplarda siliniyor. Bir tür toplum mühendisliği ve tepeden inmeci “modernleştirme” söz konusu.

Çin’in uyguladığı baskılara karşı dünyada ciddi biçimde bir sessizlik hâkim. Bu sessizliği Çin’le ekonomik ilişkiler mi belirliyor? Bu sessizliği bozmak bakımından başta STK’lar olmak üzere devlete ve millete ne gibi görevler düşüyor?

Çin bugün devasa bir ekonomik güç olduğu için, devletlerin ve hükümetlerin seslerini çıkarmamaları normal. Ancak sivil inisiyatif hiç susmamalı. Devletleri ve hükümetleri harekete geçiren de bazen bu sivil seslerdir. Türkiye’de biz bu gücü unutuyoruz veya hafife alıyoruz. Oysa kamuoyu oluşturma ve bazı süreçleri başlatma konusunda kamuoyunun ve sivil kitlelerin elinde muazzam fırsatlar var. Bunu kullanmalıyız.

Gazze’nin kahramanlarını bilmemiz gerektiği gibi Doğu Türkistan’ın kahramanlarını da bilmemiz gerekiyor. Millet olarak bu şahsiyetleri nasıl tanımalı ve tanıtmalıyız?

Müslümanlar olarak, birbirimize bir vücudun organları ve bir binanın tuğlaları gibi bakmalıyız. Tavrımız ve duruşumuz bu olmalıdır. Dolayısıyla bizim için Kudüs-Kaşgar hattı çok önemlidir. Şehirlerimizi, beldelerimizi, kahramanlarımızı, yaralarımızı, dertlerimizi ve kaderlerimizi birbirinden ayırmıyoruz, ayırmamalıyız. Nesillerimize kahramanlarımızı anlatırken de bu şuurla hareket etmeli, onların dünyasına hitap edecek üsluplarla, hayatlarının istikamet kazanmasına çalışmalıyız.

Aylık Baran Dergisi 45. Sayı Kasım 2025