Gençliğinizden bahseder misiniz? Oluş süreciniz nasıl ilerledi, teşkilâtlara niçin yöneldiniz?

İlk oluşumumuz Milli Türk Talebe Birliği ile başladı. Orada güzel faaliyetler yaptık. MTTB aktivitesini azalttı ve pörsümeye başladı. Bundan dolayı Üstad Necip Fazıl, “Milli Türk Talebe Birliği, Milli Türk Tabela Birliği oldu.” demişti. Biz de daha sonra burada bir dernek kurduk: “Serhat Kültür ve Spor Derneği” idi. Bana, “Gel bu derneğin başına sen geç.” dediler, biz de geçtik. Serhat Kültür ve Spor Derneği adına, Güngören ve Bağcılar’da spor salonları açtık. “Bu derneğin adını Akıncılar olarak koyalım.” diye bir fikir oluştu.

Bu fikir nasıl oluştu?

Önce aksiyona geçmemiz lâzım geldiğini anladık, Milli Türk Talebe Birliği de aktivitesini kaybedince, “Harekete geçelim!” dedik. Spor salonlarımızı açtık, derneğin de adını “Akıncılar” olarak değiştirme kararı aldık.

Hangi yıllar acaba?

1973-1974’lü yıllar… Serhat Kültür ve Spor Derneği’ne hocaları getirdik…

“Akıncılar…”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da vardı herhalde.

Tayyip Erdoğan takdimcimizdi. Açılışı Güngören’deki Kartal Sineması’nda yaptık. Hocamızdan eleman istemiştik: Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu’nu Ankara’dan bize gönderdi. Açılışımıza o da katıldı. Serhat Kültür ve Spor Derneği’nin adını Akıncılar olarak değiştirdik. Akıncılar Derneği olarak faaliyetlere devam edince şubeler açmaya başladık. İstanbul’da 38 tane şube açtık.

“Bir yıl boyunca devamlı Büyük Doğu’ya gittim”

Üstad Necip Fazıl ile ilişkiniz nasıl bu sırada?

Üstad ile ilişkimiz sürekli devam etti. Ben bir yıl boyunca devamlı Büyük Doğu’ya her sabah gittim… Üstad’ı Erenköy’den köşkünden aldım, Büyük Doğu’ya götürdüm. Akşam da aynen Büyük Doğu’dan Erenköy’e… Üstad ile çok güzel münasebetimiz oldu.

Akıncılar sürecinden bahsediyor muydunuz Üstad Necip Fazıl’a?

Evet… Üstad ile bazen ters düşüyorduk, o zaman ben Milli Selamet Partisi’nin il yönetim kurulu üyesiydim. Üstad bana, “Mütemadiyen MSP propagandası yapıyorsun!” diyordu. Bir gün köprüden geçerken bu lafı bana söyledi, hatırlıyorum: “Ne yapalım Üstad’ım? Demirel’e mi gidelim?” dedim ben de. “Çek arabayı sağa.” dedi, köprüden geçtik çektim arabayı sağa. “Yakup, biz bir gün bu MSP’yi yatıralım.” dedi. “Tamam” dedim, “Cumartesi iyi mi?” diye sordu. Anlaştık. Cumartesi herkesi çağırdım; Refik Yıldırım, Sadık Albayrak, Bekir Sıtkı Yıldız, Ahmet Vanlıoğlu ve İstanbul Müftüsü… Hepsi geldi Üstad’ın evine… Tabiî öncesinde ben mizanseni kurdum. Üstad, Necmettin Erbakan’a da kızıyordu. “Bu iş kiminle olur?” Baş listeye Necip Fazıl Kısakürek yazdım. Altına Ayhan Songar yazdım. Süleyman Yalçın da aklıma geldi. Aşağı yukarı 150-160 kişi yazdım… Cumartesi oldu, bir sürü insan geldi. “Üstad bu iş sizinle olur mu?” dedim. “Oğlum ben siyaset adamı değilim, ben fikir adamıyım, sil beni oradan.” dedi. Ayhan Songar’ı da listede gördü, “Deli doktorundan da olmaz. Sil şunu.” diyerek ilave yaptı. Sile sile listenin üzerinde gittik, en sona doğru yaklaştık. Turgut Özal, Korkut Özal, Oğuzhan Asiltürk ve saire… “Oğuzhan Sefiltürk’ü de sil” dedi bana. Hasan Aksay’ı da gördü; hemen şöyle söyledi: “Hasan Yoksay’ı da siliver.” En son Erbakan’a doğru geldik, “Kala kala kim kaldı! O da olmaz” dedi. Tabiî ben bilerek yazdım Erbakan’ı sonlara. Üstad, “Öyleyse hükmü veriyorum… Bu iş ne Erbakan ile olur ne de Erbakan’sız. Yaz.” dedi… Yazmışım, hâlâ duruyor.

Üstad, Erbakan’ın siyasî alanda faaliyetlerini iyi buluyor, hatalarını da görüyor orada… Elbette siyasî bir çıkışa ihtiyaç vardı. Böyle bir şey gerekiyordu…

Evet, daha sonra ortaya çıktı ki bu ihtiyaç Tayyip Erdoğan tarafından karşılandı. Rahmetli Üstad ile böyle hatıralarımız oldu.

Gölge Dergisi ve Ak Genç

Gölge Dergisi’nde Akıncılar ile ilgili Yalçın Turgut’un çalışmalarını hatırlıyor musunuz?

Evet, gelip röportajlar yapıyordu Yalçın… Gelip giderdi… Bir gün “Bu Akıncılar ile alâkalı bir isim bulabilir miyiz?” dedi. “Ak Genç” diyelim dedim. Hemen heyecanla “Evet!” dedi, yazdı… Ak Genç öyle çıktı. Ankara bize kızdı, “Niye bize sormadan isim koyuyorsunuz?” gibisinden. Bize kızanlar sonradan “Ak Genç Derneği”ni kurdular. Eh bu da kaderin bir cilvesi mi?

Kim size kızdı?

Kızan rahmetli Tevfik Rıza Çavuşoğlu idi. “Bize sormadan Akıncılar’ın adını değiştiriyorsunuz” diye sitem etmişti. Biz de “Ak Genç oldu, Üstad da buna Ak Güç demişti.” demiştik. Sonra bir bildiri yayınladık.

“Kumandan vasfına yakışır bir adam”

Peki Salih Mirzabeyoğlu ile temasınız oldu mu?

Evet… Kadıköy’de kalıyordu, sık sık görüşüyorduk. Bir araya geliyorduk. Bir gün Mirzabeyoğlu, Yalçın Turgut Balaban, Kaya Balaban ve bir de Yusuf diye bir arkadaş vardı. Sen de benim hep yanımdaydın (Kâzım Albayrak’ı kastediyor). Geldik bir araya, konuşuyoruz. Yalçın ikide bir Salih Mirzabeyoğlu’na “ağa” diyor. “Ağa nedir?” dedim. “Biz Salih Bey’e ‘ağa’ diye hitap ediyoruz.” dedi. “Ancak bu ismi değiştirmemiz, Salih Bey’e mütenasip bir hitap ismi bulmamız gerekir.” dedi. “Kumandan olsun!” deyince Yalçın aradan “Tamam işte budur.” dedi. Salih Mirzabeyoğlu’na Kumandan lakabını takan ben oldum. Hüsnü ve siz de oradaydınız, hatırlıyorum.

Evet, sizinle Kadıköy’e Kumandan’ın yanına gidip geliyorduk. Bu toplantıda olup olmadığımı hatırlamıyorum.

Benim tahminime göre sen de vardın, Hüsnü, Kaya, Yalçın ve Mirzabeyoğlu hep beraberdik o sıra. Genel stratejiyi konuşuyorduk, “afişlere ne yazalım, bildiride ne olsun” diye konuşuyorduk. Bildirilerimizin çoğunu da Salih Mirzabeyoğlu yazıyordu, güzel oluyordu. Hep şimdi Kumandan diyorlar Mirzabeyoğlu’ndan bahsederken…

Evet. Peki sizin aklınıza nereden geldi Kumandan demek? Babasından dolayı mı?

“Ağa” itici gelmişti. Hissî bir durum aslında. Tam da hatırlamıyorum.

Mirzabeyoğlu’nun babası da Kumandan idi ya, emekli asker…

Astsubaydı galiba. Ama benim Salih Mirzabeyoğlu’na Kumandan deyişimle bunun bir alâkası yok. Benimki tamamen hissî idi.

“Bu vasıf ona yakışır” diye düşündünüz yâni?

Biz ne yapsak o da öne atılır onu yapardı, afiş asardık afişe gelirdi mesela… Hakikaten öncü bir adamdı. Kumandan vasfına yakışan bir adamdı.

Hangi yıllardan bahsediyoruz?

1975’li yıllar… Akıncılar’ın merkezi o zaman Zeytinburnu’nda idi. Rıfat Tandoğan vardı, Vakıflar Bölge Müdürü, kaliteli bir insandı, Allah rahmet eylesin. Erbakan hocanın sınıf arkadaşı imiş. Gittim ona dedim ki, “Akıncılar’ı kurduk, şunları-bunları yapıyoruz!”, “Benden ne istiyorsun” diye sordu. Sağ kolunu çağırdı, “Yakup Kaldırım’a çabuk bir yer bul burada, Akıncılar’ın merkezini yapsın.” Ayasofya’nın yanında Vakıflar’ın kiracısı olan Şükrü Gürek diye bir adamın orada durduğu tesbit edildi. Şükrü’yü oradan çıkarmak istediler, “Burayı Akıncılar’a vereceğiz.” dediler. Şükrü de, çıkarsın, çıkmazsın itirazlar oldu. Bünyamin diye bir arkadaş vardı, onu da yanımıza aldık. Gidip tahrip ettik orayı… Adam baktı ki iş kötü, “Akıncılar beni sürekli rahatsız edecekler.” Çıktı, biz de geçtik oraya, Akıncılar’ın İstanbul merkezi olarak faaliyete devam ettik.

Evet, yönetimde görevliydik.

Tamir ettik oraları, bayağı hatıramız geçti orada biliyorsun. Güzel günlerdi.

Gölge’den Kaya Balaban vardı, Hüsnü Kılıç da vardı…

Tahsin Adak da vardı…

Mehmet Ali Şahin…

Evet, muhasebeyi vermiştik ona… Ali İbiş de vardı. Ergin Külünk vardı. Sonra Metin’i çağırdık oraya, Akıncılar’ın liseliler başkanı yaptık. Metin Yüksel’i ilk meşhur eden biziz. Metin’in ne yapacağını listeledik, liselerde nasıl teşkilatlanmaları gerektiğini yazdık eline verdik.

Ayasofya’nın yan sokağı…

Evet, hemen bir alt sokağı. Hatırlıyorsan, Ayasofya’da namaz kılmıştık, serdik seccadeyi polis geldi, yakaladı. İfade aldı. “Niye burada namaz kılıyorsunuz?” diye sordular ve saire.

Hangi yıllar aşağı yukarı?

1976-1977. Elli kişi vardık, serdik seccadeleri namazı kıldık. Karakola düştük. Rahmetli Abdullah Tomba geldi bizi çıkardı oradan.

Tomba’yı tanırdım… Allah rahmet etsin. Yiğit biriydi.

Partiden, Akıncılar’a destek veren Rıdvan Dildar vardı. Çok da emeği vardı üzerimizde. Karakola düştüğümüzde hemen devreye girerdi… Korkut Bey de içişleri bakanıydı o zaman. İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Kaner idi. Karakollarda geçti günlerimiz hep… Rıdvan Dildar, İstanbul İl’in genel sekreteriydi. Mehmet Okur da İstanbul İl Başkanı idi. Dildar, Karaköy’deki Dildarlar Boru Sanayi’nin sahibi idi.

Salih Mirzabeyoğlu ve Akıncılar

Anladığımız kadarıyla Akıncılar teşkilatının ismiyle beraber doğuşunda, Büyük Doğu fikriyatına inanmış biri olarak rol oynadınız. Salih Mirzabeyoğlu, Yalçın Turgut ile devamlı Akıncılar için çaba sarf ettiniz.

Devamlı Üstad’ın yanına giderdik, Cumartesi günleri oldu mu. Sende gelirdin… Üstad’dan fikir alırdık, nasihatlerini dinlerdik.

Evet, Akıncılar’ın doğuşunda bu sayılan isimlerle rol oynadınız.

Öyle, ismini de biz koyduk, ilk gecesini de… Akıncılar Gecesi yaptık, biliyorsun. Meşhurdur. İsmail Müftüoğlu da katılmıştı, Ali Rıza Demircan müthiş bir konuşma yapmıştı. İsmail Abi de, “hop oturdun, hop kalktın” demişti bana. Ali Rıza Demircan da hatıralarını yazmış, kitabı bana göndermedi, göndereceğini söylemişti. O güzel geceyi de anlatıyormuş…

Tarih ne idi?

1977 idi. Sanıyorum 25-26 Mayıs idi… İşte yazmayınca hatırda kalmıyor.

Tam tarih 23 Mayıs 1976 idi. Gölge dergisi Haziran 1976 tarihli sayısında “Akıncılar Gecesi-Kavganın İçinden” diye haberini yapmıştı. Kumandan Mirzabeyoğlu ve Gölge dergisinin hazırladığı pankartlar dikkat çekiyordu. Salih Mirzabeyoğlu ve Gölge Dergisi’nin Akıncılar teşkilatına desteği nasıl oldu?

Devamlı beraberdik Mirzabeyoğlu ile. İşin içindeydik. Ne diyordu:

"Sen oradan kıracaksın zincirleri ben buradan

Bir gün mutlaka kavuşacak ellerimiz!

…Her şey aydınlığa çıkmak için, her şey mutlak bir için.”

Mirzabeyoğlu’nun Çamlıca’da evi vardı oraya giderdik… Strateji ve taktik çalışmalarımıza dair sohbetler ederdik. Hafta sonları da hep beraber Üstad’ın yanına. Daha ziyade, sen, ben, Hüsnü ve Mirzabeyoğlu; Üstad’a giderdik. O ne derse onu yapmaya çalışırdık. Sokaklardaydık hep, her işe el atardık. Sendikacılık, parti yayılmacılığı, afiş, teşkilat işleri hep bizdeydi. Tayyip Erdoğan’ı biz seçtirdik, ilk gençlik kolu başkanı olarak biz öne attık biliyorsun. İl onu seçmiyordu, biz zorla seçtirttik. Onu dövdük, şunu kırdık ve reyleri ayarladık. Hala kızgın olanlar var. Zülfükar bana hâlâ “sana hakkımı helal etmem” diyor. Ulan dedim, “Sen mi cumhurbaşkanı olacaktın? Biz orada cumhurbaşkanı seçtik.” Zülfükar’ı seçeceklerdi biliyorsun, Kadıköy gençlik kolları başkanı idi. “Bana çok kötü konuştun o gün” demişti, sakallı-şalvarlı güzel bir arkadaşımızdı. Doğru-dürüst Türkçe konuşamayan bir adamdı. Kadir Mısıroğlu ile onu engelledik. Esasında ben engelledim de Kadir ağabey çok ses etmedi. Yanımızda durdu. Bir gün bu olayı anlatıyordu Kadir ağabey: “Bir genç Erdoğan için şöyle yaptı-böyle etti.” diye. Ben de duydum, aradım “Ağabey ismimi vermeden anlatmışsın. Bendim o.” dedim. “Ulan 6 aydır aramıyorsun, senin adını zikreder miyim ben.” dedi rahmetli.

Çok yanında durmadı mı Mısıroğlu?

Durdu. “Kadir Ağabey sen divan başkanısın, biz de Tayyip Bey’i seçeceğiz.” dedim. Tayyip Erdoğan’a, “Siz karışmayın siz talip değilsiniz, biz sizi seçiyoruz.” dedim. Kadir Ağabey de, “Evet biz seni seçiyoruz.” dedi. Fatih Düğün Sarayı’nda Şevket Barış’ı kapıya koyduk. Muhalif ilçelerin hiçbirini içeriye sokmadık. Buna rağmen sandıkta yine kaybediyorduk, 22 reyi ben oradan aldım. Bir-iki rey ile kazandık Kâzım inanıyor musun?

İstanbul İl Gençlik Başkanlığı seçimi mi bu?

Evet. Mustafa Öztürk idi başkan, o ayrıldı. Akşamına da Kur’an’a el bastırmışlar. Oylamadan kim çıkarsa o aday, öbürü aday olmayacak diye. Zülfikar çıkmış oradan… Biraz da Doğu insanını kullandılar.

Zülfikar çıkınca işi ayarlamış tabiî. Kadıköy ile Üsküdar, Zülfikar’ın taraftarıydı. Sabah Tayyip Bey Sebil’e geldi, ben orada oturuyordum. Bana dedi “Reis, il başkanlığını bizden aldılar.” nasıl aldılar dedim. Kuran’a el bastık, dedi. Sen matlupsun dedim, Kadir ağabey de evet sen matlupsun dedi. Yakup ne derse onu yapacağız, dedi. Kadir abi, seni divan başkanı seçiyoruz, dedi. O şekilde ayarladık, kapıyı kestik. En az 50 kişiyi içeri sokmadık yoksa Kuran’a el bastık diye Zülfikar’a oy vereceklerdi. Zülfikar hala küs bana.

Peki Yakup Bey, neden Tayyip Erdoğan dediniz?

Vallahi Tayyip Erdoğan dememin sebepleri şunlar; güzel hitabeti vardı, şuurlu konuşurdu, vizyonu uygundu, her şeyi gençliğe uygundu. Zülfikar gençliğe uygun değildi. Tayyip Beyle hemşehriliğimiz de vardı, beraber okumuşluğumuz da vardı.

Yani şöyle diyebilir miyiz: Militan ruha Tayyip Erdoğan daha yakındı…

Evet evet, eylem ruhu vardı. İl gençlik kollarını afişe çıkardılar, herkes kaçtı, bizimle birlikte bir Tayyip Erdoğan kaldı. Eylem ruhu vardı, şuuru da yerindeydi. Çok da güzel şiir okurdu. İyi takdim yapardı devamlı. Zaten Erbakan hocamızın takdimcisi oydu. Bizim de açılışta takdimlerimizi yaptı. Yalnız orada bir şey oldu. Numan Güzey bizim Akıncılar gecesinin açılışını yaptı. Numan bana dedi ki, “Takdimi ben yapacağım. Tayyip Bey de güzel takdimcidir ama ben yapacağım.” Gerçekten de güzel yaptı takdimi.

Üstad ile Kumandan’la ilişkilerinize biraz dönsek…

Üstad bana bazen kızardı. MSP propagandası yaptığımı söylerdi… Vallahi Üstad ile çok güzel hatıralarımız olmuştur.

Her gün sabah Üstad’a gazete başlıklarını okurdum. Bir gün Büyük Doğu’ya geldim. Günaydın Gazetesi’nin bir başlığı vardı: “Savarona’nın tuvaleti yandı!” “Ne ne ne?” dedi. “Oğlum kalemi al otur, Osman’a söyle, bir gazete daha alsın bu gazeteyi sakla. Bunlar lazım olacak.” dedi. Ben hemen gazeteyi kitaplığın arasına koydum Osman’a da söyledim gazete alıp geldi. Ben oturdum, Üstad’ın dediklerini yazmaya başladım. “Savarona bir semboldü ve kenefine kadar yandı.” Müthiş bir yazı. Dedim ki Üstadım bu çok genç bir yazı oldu. Üstad dedi ki, “Oğlum ben ölürüm sen kalırsın, benden sonra bunu sen söyle. Gençlik yaş işi değildir, ruh işidir.” Yazdım onu güzelce, Büyük Doğu’da yayınladık. …

Kemal Ateş bir gün geldi, “Üstadım Kanlıca’da ev tuttum, düğün yaptım, çok zor durumdayım bana para lazım.” deyip ağladı. Ben baskı parasını toplayıp Üstad’a vermiştim, Üstad çıkardı parayı “Oğlum baskı parası bu, başka paramız yok.” deyip verdi Kemal’e. Büyük Doğu’yu çıkarmak için de Selami’den borç kâğıt aldık, Mehmet Şevket Eygi’den, oradan buradan para topladık. Necip Fazıl’a parayı sever falan derlerdi, tamamen tersi, hiç alakası yok.

Bir gün de Üstad’ın gözü ağrıyor, çaya batırıyor pamuğu, gözüne sürüyor. Böyle tavsiye vermişler. Dedim ki, “Üstadım doktora gidelim. Cerrahpaşa’ya gidelim.” dedik. Üstad dedi “Tamam benim orada bir arkadaşımın oğlu var.” Aradık onu buyurun gelin, dedi bize. Cerrahpaşa’ya gittik. Üstad muayene olmaya başladı. Doktor şöyle yapın, böyle durun talimatlarını artırınca Üstad sinirlendi. “Vücudumun bir uzvunun kabahati yüzünden diğer uzuvlara işkence yapmaya ne hakkın var?” dedi. Doktor çok şaşırdı, ilk defa böyle cümle duyuyorum, dedi.

Salih Mirzabeyoğlu Milli Nizam Partisi’nin Eskişehir’de kuruluşunda rol aldı. Civar bölgelere yardıma gidiyordu. İstanbul’a gelince ilk ihtilâlci ses olan Gölge Dergisi’ni çıkardı. Milli Nizam ve MSP’yi savunuyordu. Sonra ne oldu?

Hatırlıyor musun, sanıyorum sen de oradaydın? İsmailağa’da Hüsnü’nün evinde toplantı vardı. Oraya bir gittim ki, herkes orada. Salih Mirzabeyoğlu dedi, partiyle olmaz bu iş. Ben de dedim yanlış yoldasın partisiz olmaz. Bayağı sıkıntı oldu, karşı karşıya geldik. Fazıl Aslantürk bana o gün en çok karşı çıkan kişiydi. Ortam gerilince benim koluma girip çıkardılar.

Biz tabi dava için dik duranları, hizmet edenleri konuşmak durumundayız. Salih Mirzabeyoğlu’nun davanın tavizsiz çizgisini ortaya koyduğu ve bu uğurda canı ile bedel ödediği ortada. Aramızdaki meseleleri ise, büyütüp konuşmaya gerek yok. Akıncılar mevzuuna gelince, bizim yönetim niye fesholdu?

O çok uzun mesele, sabaha kadar bitiremeyiz.

Yakup, doğruya doğru, yanlışa yanlış. Osman Nuri Öngörmez’in Emek Mobilya dükkânı vardı, Erbakan Hoca bizi oraya çağırıp teşkilatı feshetti doğru mu?

Ben anlatayım şimdi. Erbakan hoca bizi çağırdı, oraya gittik. Kim vardı? Sen vardın, ben vardım, Tayyip Erdoğan vardı, Nabi Koçak Hoca vardı, Ali Rıza Tanrıseven vardı, Rıdvan Dildar vardı. 77 seçiminden yeni çıkmıştık, seçimi değerlendiriyoruz, o arada Erbakan Hoca Fetullah’ı ele aldı. Bir İsrail, İki Amerika, üç bu adamdır, dedi. Ali Rıza Tanrıseven hatırlarsan kalktı bir anda çekti gitti, Fetullahçıydı o. Ali Nabi Koçak Hoca dedi ki, bu Fetullah’ta itikat eksikliği var, dedi. Kitaplarından okudu vs. o zaman müftüydü Nabi Koçak Hoca.

Bizim görevden alınışımızın sebebi başka. Buradaki arkadaşlar, Hikmet Akgül, Mehmet Tellioğlu, Mehmet Güney. Dediler ki, İstanbul teşkilatı genel merkezi solladı. Sürekli gazetelerde İstanbul teşkilatının adı çıkıyor benim adım çıkmıyor. Bundan dolayı bizi feshettiler. Hatta sen biliyorsun, sen zaten orada gerekli hakareti yaptın. Bize tebligatı yapamadılar, İstanbul valisine yaptılar.

Üstad ve Kumandan’ın militan ruhuna sahip olan İstanbul Akıncıları olarak biz, İstanbul’da eylem patlamasına yol açıyorduk, parti ve Ankara’daki hasetçiler ve pısırıklar ise rahatsız oluyordu.

Tabii ki öyle yaptık. Büyük bir huruç hareketi yaptık Allah’ın yardımıyla. Eylem halindeydik ve her gün gazetelerin manşetindeydik.

Bunun sonucu hocamızın onayıyla fesh oldu.

Hocamızın onayını bilmiyorum…

Ben çıktım ve gençliğin sahipsiz kalmaması, aksiyon çizgisinin devam etmesi, bu ruhun yaşatılması ve pörsüklerin teşkilatlardan uzaklaştırılması gerektiğine dair bir konuşma yaptım. Hoca beni dinledikten sonra “Yeni bir organizasyon yapmamız gerekir.” dedi. Hatta iyi hatırlıyorum, malûm ses tonuyla “Reorganizasyon yapacağız, kardeşim.” dedi. Bize de yeni bir operasyon yaptı fesh olduk.

Ben hocanın feshe emir verdiğini bilmiyorum.

Hocanın onayı olmadan böyle bir şey yapılabilir mi?

Tabii ki hocadan onay almışlardır, doğru. Bunu en iyi Mehmet Tellioğlu bilir. O zaman genel başkan oydu. Bizim feshimizin altında onun imzası var. Mehmet Tellioğlu bizi feshetmeseydi biz daha büyük cezalar alabilirdik. Ama dava için daha iyi olabilirdi.

Bu eylem birikiminden dava yükseliyor… O dik duruşlar olmasaydı İslamcı hareket ivme kazanamazdı.

Tabii ki. Sonra cezaevlerinde yattık. Oralarda da bir sürü hizmet ettik. Polislerin başı Metin Budaklı’ydı. Onu namaza başlattım. Poyrazköy’de yatırdılar bizi. Benim cezaevinden çıkmama sebeb de fesih kararıdır. Akıncılar İstanbul Teşkilatını feshetti cümlesi olmasaydı beni cezaevinden çıkarmayacaklardı. O başka bir olay tabii. (Gülüşüyorlar)

Peki şöyle bir mantık yürütülebilir mi? İşin ucunda hapis var o halde siyasi mücadele yapılmasın.

Elbette öyle bir mantık yürütülemez. Sadece Akıncılar İstanbul Teşkilatını feshetti cümlesini mahkeme baz alarak hareket etti.

Üstad ile Salih Mirzabeyoğlu’nun ilişkisi nasıldı?

Salih Mirzabeyoğlu, Üstad’a çok büyük saygı duyardı. Yanında hiç konuşmazdı. Bir kelime zor derdi ve hep dinlerdi. Üstad, Salih Mirzabeyoğlu için “cins kafa” derdi.

Cezaevinden çıkınca Salih Mirzabeyoğlu ile ilişkin devam etti mi?

Cezaevine girince beni bir tek Tayyip Erdoğan ziyaret etti. Evime de o geldi. Sıkı yönetim gelince her hafta benim evi ararlardı. Onun için ne partiden ne de başka yerlerden ziyaretime gelen oldu. Bir de Mehmet Okur babama yardım etmişti.

Akıncı Güç döneminden neler hatırlıyorsun?

Akıncı Güç’ü çıkaracağız ama paramız yok. Kimse de para vermiyor. Gittik Ömer amcanın yanına. “İslam Kurtuluş Ordusuna para topluyoruz!” dedik. Ömer amca eli sıkı biri olduğu halde, bu orduya para verilmez mi diyerek bize ne kadar istiyorsunuz dedi. 2 bin, dedik. Oradan 10 bin çıkarıp verdi. Ondan sonra Akıncı Güç’ü çıkardık.

Salih Mirzabeyoğlu ve Akıncı Güç ile irtibatların nasıl oldu?

Salih Mirzabeyoğlu ile her hafta beraberdik. Çok güzel bildiriler yazardı bize. Konya’da Erbakan’ın mitinginde vurulan Hasan Sürer için “Hasan Sürerler öldürülmekle mücadelemiz söndürülemez” sloganı da ona ait. Onun bildirisi de çok güzeldi.

O, Akıncıların dinamik gücü, fikir ve eylem babasıydı.

Tabii ki dinamik ve eylem adamıydı. Akıncı Güç’ün kuruluşunda yoktum, fakat Yalçın Turgut ve sizin aracılığınız ile sonrasında dahil oldum. Erbakan hoca da sahip çıktı dergiye.

Yalçın Turgut, Ankara’ya gittiğinde Erbakan ile görüşmüş. Erbakan “Bütün Akıncılar teşkilatlarını merkezi bir yapıya getirin” demiş.

Biz de merkezi bir yapıya topladık.

Yani kendinden zuhur halinde lokal olarak kuruldu Akıncılar. 1974-75 yılları… Gölge dergisi de bu kuruluşun içerisinde. Kısa bir süre içerisinde de merkezi bir yapıya kavuşuyor. Samimiyet, dava aşkı ve dayanışma ruhu çok yüksekti o zamanlar.

İlk genel kurulda sayımız 700’e çıktı. Açılışa Recai Kutan’ı göndermiştik. İlk Genel Başkan Tevfik Rıza Çavuş olmuştu. Sonra biz genel kurul yapmıştık. Genel kurulda 15 asil üye ile oylama yaptık ve Tevfik Rıza yerine Mehmet Tezel oldu başkan.

Bir İslamcı hareket var, zuhur ediyor. Komünist ile Ülkücüler arasında sıkışmış mukaddesatçı gençliğin müstakil bir isimle zuhur etmesi gerektiğini söylüyordu Salih Mirzabeyoğlu. Ve Akıncılar başlayınca, Akıncılara sahip çıktı, geliştirdi. Yalçın’ı da Ankara’ya gönderdi, parti de bu işe sahip çıksın diye. Çünkü o zaman Salih Mirzabeyoğlu Milli Nizam ile beraberdi ve partiyi de destekliyordu.

Akıncıların ilk açılışında Erbakan hocayı aradım ve hocam böyle böyle bir şey yapıyoruz. O da bize İsmail Müftüoğlu’nu gönderdi. Müftüoğlu bize çok sahip çıktı. Ne zaman karakola düşsek, silah yakalatsak, savcılığa talimat verir bizi kurtarırdı. İstanbul savcısına demişti ki, ben yokken İstanbul’un başkanı Yakup Kaldırım’dır. Bunu hiç unutmam.

İsmail Müftüoğlu Necip Fazıl’ı çok seven ve militan ruha sahip biri. Bu aksiyonun kaynağı nereden geliyor?

MTTB’dendi ama eylem adamıydı.

İşte Salih Mirzabeyoğlu’nun partide karşı olduğu şey, bu pörsük ruhun partiye hâkim olması ve bu işin hareketi de dondurmasıydı. Şimdi Saadet Partisi’nin düştüğü durumdan da bunu anlayabiliyoruz. Militan ruhu Erdoğan koruduğu için, Batıcı çizgide bir darbe teşebbüsüne dönen Gezicilere karşı hemen Kazlıçeşme mitingini organize ettiği için, 15 Temmuz'da şehitliğe koşulduğu için, pörsükler gibi evde oturulmadığı için. Bu ruhu kim dinamik tuttuysa o hizmet etti bu davaya. Bu da Büyük Doğu-İbda ruhuna denk geliyor. Bunu anlamamız lazım.

Tabii ki. Her gün biz içeri düşüyorduk.

Ben de bir hatıramı anlatayım. 1977 Yüksek İslâm boykotları yıllarında ben de içeri düşmüştüm. Beyoğlu MSP ilçe başkanı Salih Güler, o da militan ruhludur. O geldi ve gece İstanbul Emniyet Müdürlüğünden beni aldı. Yanında da gençlik kollarından birkaç kişi vardı. Halil Gölve’yi hatırlıyorum. Tayyip Erdoğan da Beyoğlu teşkilâtında idi o zaman. Ancak karakola gelmiş miydi, tam hatırlamıyorum. Emniyet olmaz falan derken Salih Güler de “Nasıl vermiyorsun, sabah mahkemeye gidecek, ben kefilim.” diyerek beni çıkardı. Sabah da mahkemeye gittik, ifade verdim, çıktık.

Tayyip Erdoğan o zaman Beyoğlu Gençlik Kolu İl Başkanıydı. Salih Güler de rahmetli çok iyi biriydi. Hocaydı aynı zamanda. 1977 yılında bir gün Salih Güler, Tayyip Erdoğan, gençlik kolu ve bütün bir ekip bana gelmişlerdi. Ben de yeni çıkmıştım. Yemek yedikten sonra Yaşar Döner, “Bu politikayı niye yapıyoruz” dedi. Erdoğan da “Bu politikayı Cumhurbaşkanı olmak için yapıyorum.” dedi.

“Bu davanın Cumhurbaşkanlığı makamına kadar hakkı vardır.” demek istiyor. Bu manada söylüyor değil mi? Erbakan hocanın 28 Şubat hakkında hiç konuşmaması, hatıralarında 28 Şubat’ı eleştirecek şekilde yazmaması yanlış ve Tayyip Erdoğan hakkında yenilir yutulur cinsten olmayan laflar etmesi ikinci yanlış.

Erdoğan’a söylediği lafların Erdoğan’a çok faydası oldu.

Zaten ondan sonra Erdoğan o dik duruşu gösterdi fakat kendisi ve partisi maalesef gösteremedi. Ve şunu da ilave edeyim ki, Erbakan Hoca’yı CHP ile koalisyon mevzuunda da ta en başta Necip Fazıl eleştirmişti ve o hususta tavır almıştı. Hocanın yaptığı bütün artılara sahip çıkıyoruz, yanındayız. Bunları da bilelim diye söylüyorum. Biz şahıs değil, dava üzerinden gidiyoruz.

Elbette öyle gidiyoruz. Ayrıca bütün şer güçler Erdoğan’a karşı birleşmiş vaziyettedir.

Evet doğru. Bu mülakat için teşekkür ederim.

Rica ederim. Dergi çalışanlarına ve bütün mücadele erlerine selam olsun.

Aylık Baran Dergisi 3. Sayı

Mayıs 2022