Bir aralar bir show programında bir karakter, birbiri ile tezat şeyleri aynı anda isteyen bir tiplemeyi canlandırıyordu. Söz gelimi “yaşamak istiyorum ama nefes almak istemiyorum”, “sürekli yemek yemek istiyorum ama hiç kilo almak istemiyorum” gibi laflar ediyor, izleyici de bu cümlenin yarısının diğer yarısını nakzettiği sözleri duyup bu saçmalığa gülüyordu. Şimdi uzun zamandır aynı türden saçma ve gülünç bir cümlenin hem de toplu olarak dillendirildiğini görmekteyiz: “Müslüman olarak yaşamak istiyorum ama şeriat istemiyorum”. Bu cümle, daha evvel zikredilen tipleme sözlerinden daha gülünç ve çok daha saçmadır. Belki diğer sözlere imkân dairesinde aklî bir yol bulunabilir fakat Müslümanın şeriat arzusundan uzaklaşmasına herhangi bir yol söz konusu değildir, olamaz.

Eğer ki Müslüman olmak, Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber (s.a.v.) vasıtasıyla bildirdiği, tüm emir ve buyrukların, ölçü ve esasların, hak ve bağlayıcı olduğunu ikrar ve bunlara teslimiyet ise, o hâlde bunu inkâr mânâsına gelen “şeriat istemiyorum” sözü Müslümanın dilinde olamayacak sözlerdendir. Çünkü şeriat, zaten Allah’ın ve Resulünün emir ve buyruklarına uygun bir hayat yaşamak, hayatı bu hak ve güzel ölçülerle tanzim etmek demektir.  Dolayısıyla bir kalbin, bir taraftan Allah’ın hükümlerini hak ve güzel bulması, fakat aynı kimsenin dilinden bunu istemediğini söylemesi, içtima-i nakîzeyn türünden bir müstehil hâl olacaktır.

“Filan devletin uyguladığı şey şeriat mı?”, “Şeriatta şöyle bir hüküm var mı?” gibi akla gelmesi muhtemel suallerin hiçbiri, “şeriat istemiyorum” demek için mazeret ve haklılık oluşturmaz. Çünkü şeriat asıldır, lakin bunu tatbik eden kimselerin yanlışları, şer’i bir hükmün yanlış uygulanması vs. ise bu aslın ancak birer cüzüdür ve ancak erbabının sarf-ı kelâm edebileceği mesâildendir. Yoksa dinlerini ve imanlarını dahi taklid seviyesinde yaşayan ve sürdüren, din bilgisi ibtidaî seviyenin dahi pek çok kez altında kalan, şer’i hükümlerin zaman ve mekân hususiyetleri içindeki istimbat, istidlal ve istihracına dair imâl-ı fikretmesi asla caiz olmayacak kimselerin, “şeriat istemiyorum” diyerek, taklidi imanla sürdürdükleri imanlarını tehlikeye atmaya asla hakları yoktur.

Böylesi sözler söylemek ya dinden çıkma karar ve tavrının bir tezahürü ya da cahil cesaretinin zirve hâlidir. Her iki hâlde de kişi kendisini ebedî saadetten mahrum kılacak bir yola girmiş olur. Bundan mutlak surette kaçınmak gerekir. Bunları, son dönemde Taliban’ın Afganistan’da idareyi yeniden ele alma başarısı üzerine sosyal medyada tesadüf ettiğim bazı “şeriat istemezük” yazıları üzerine yazıyorum. Evvela benim nazarımda küffarı mağlup etmiş her hareket bir başarıdır. Eğer bu hareketin kendi içinde bazı yanlış, zaaf ve noksanları varsa bunu Müslümanlar kendi iç meselesi olarak görüp başarıyı gölgelemeden halletme yoluna, arayışına girmelidirler. Dolayısıyla Taliban, Amerika’nın sömürdüğü, mağdur ve mazlum kıldığı bu toprakları, o toprakların insanı olarak yeniden Müslümanlar lehine ele geçirmişse bu ancak takdir edilebilir. Bugün milyonların cihad ve gazayı unuttuğu, terk ettiği bir ahvâlde, birileri ümmetin sırtından bu farzı kaldırmak üzere bedel ödemeyi göz almışsa tüm kusur ve yanlışlarına karşın onlara evvela gıpta edilir.

Taliban’ın Afganistan’daki yönetim tecrübesinin bu safhası nasıl ilerler, nasıl sonuçlanır şu an için bahs-i diğer. Şu an esas olan, Amerika’nın geri adım atmasının sevincidir. İsmet Özel’in tabiri ile “Amerikalı değilim, hiç olmayacağım” diyemeyenler şu aralar bir te’vilini bulup yine Amerikancılık yapsalar ve Amerika’nın aslında Afganistan’ı İslâmofobiyi kışkırtmak ve Müslüman coğrafyalara saldırılarına meşruiyet kazandırmak için Taliban’a bıraktığını, aslında bunun da onların bir plan ve başarısı olduğunu alttan alta vurgulasalar da, aslında Amerika’nın ve Amerikalıların Müslümanlara saldırmak için meşruiyete ihtiyaçları yok. Onlar ne Irak’a saldırırken ne Suriye’ye ne de Afganistan’a girerken meşru gerekçelerle girmediler. Güçlü ve kâfirdiler, kâfirliklerini güçleriyle de perçinlediler o kadar. Bugün geri çekiliyorsa bu güçten yoksun düştüğündendir. Bu geri çekilmelerin, destekledikleri darbe teşebbüslerinin akamete uğramasının misallerini sık sık müşahede ediyoruz.

Elhâsıl, kalplere yerleşmiş olan Amerikalılık yahud laiklik, bir kesimden insanı “İslâm’ın hükmünün câri olduğu bir yerde yaşamak istemeyiz, şeriat istemeyiz” deme noktasına getirmiştir. İşin tuhaf ve garibi ise bu kimseler kendilerini Müslüman ve mü’min bilmekte, kalp temizliğini kimseye bırakmamaktadırlar. Halbuki eğip bükmeden söylemek ve belki onlara da açıkça duyurmak lazım. Bir kalpte iki itikâd olmaz. Kişi Müslümansa şeriatı arzular, şeriatı istemiyorsa Müslüman olamaz!

Aylık Dergisi 204. Sayı Eylül 2021