Eğer ülkedeki rejim, idare ettiği topluluğun ana gövdesini oluşturan kişilerin inandığı mukaddes değerlere istinad etmiyorsa, kurumları dönüştürme yönünde yapılacak “mevzuat değişiklikleri” etkisiz kalmaya mahkumdur.

Bir ülkede sıhhatli bir huzur ve düzen isteniyorsa, o ülkede idare eden, idare edilen ve idarî kurumlar arasında bir ahengin tesisi şarttır.

Devlet ancak “iyilik” üzerine bina edildiğinde yaşatılabilir. İnsanın fıtraten bünyesinde taşıdığı “iyi” hasletlerin peygamberler eliyle şuura çıkarılıp kurumsallaştırıldığıdır. Bir yerde ahenkli bir düzen ve bunun tecessüm etmiş ifadesiyle devlet mevcut olmuşsa, bunun arkasında mutlaka bir “peygamber eli” olduğunu söylüyor İbda. İnsanlık tarihi boyunca süreç bize göre böyle işlemiştir: Bir peygamberin maddî veya manevî otoritesiyle düzen oluşturulur, kurumsal kimlik kazanır, yani devletleşir. O manevî otoritenin hükmü altında devlet inkişaf eder, insanlar o devletin hükmünü kabul ederler. Ardından, aslında hiç bir zaman aradan çıkmayan, ama peygamber etkisiyle sindirilmiş olan nefs rolünü oynamaya başlar: Düzen ve o düzenin üzerine kurulu olduğu toplum yozlaşır. Karmaşa ve huzursuzluk ortaya çıkar. Devlet, inandırıcılığını kaybettiğinden, idaresindeki ferdleri tazyike müracaat eder; inandırıcılık yerine baskıyı ikame etmeye çalışır. Karmaşa hakim olur, devlet dağılır. Nihayet, kısa veya uzun vadede, yeni bir düzen üzerinde, muhtemelen de yine bir peygamber eliyle, denge sağlanır.

Abdullah Kiracı

Makalenin tamamı için TIKLA