İki yüz yıla yakındır İslam coğrafyasına giydirilmek istenen Batıcı Laik elbise bir türlü tam oturtulamadı. Başta Anadolu olmak üzere Ümmet kendisine dayatılan ne varsa hepsini kusmasını bildi. Nihayetinde fıtratına aykırı olduğu kadar zihin tarihine, kültür geçmişine ve bağımsızlık anlayışına da aykırı idi dayatılan batı fikriyatı, idaresi ve yaşam biçimi... Şimdilerde ise tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi Anadolu’da da olağanüstü bir hareketlilik var.

Askeri, siyasi, iktisadi ve kültürel olarak eli kolu kelepçelenmiş, zihni dumura uğratılmak istenmiş bu millet, üstünde ki ölü toprağını atmak ve yeniden şahlanmak için harekete geçmiş durumda. Bu hal içte ve dışta, düşmanı ve münafığı korkutan ve panikleten bir şekil arz etmektedir. Elbette Anadolu’yu kaybetmek istemeyen Batıcı ve Siyonist güçler bunu yıllar önceden öngörmüşler ve ona göre -kendince- tedbir almışlardır. Bugün yaşanan “Paralel Devlet” meselesi de bu öngörünün ve tedbirin neticesidir. Ancak hesap edemedikleri, edemeyecekleri farklı hadiselere gebe bir Anadolu var şimdi. Birçok kesimi rahatsız edecek, içteki çürümeyi “fosseptik patlaması” gibi açığa çıkaran Sosyal Patlama gerçeği var. Eskisinden daha güçlü ve kudretli örgütlenmiş ve bilinçlenmiş “İslamcı” gruplar ve dernekler var. Ve AB-D ve İsrail gibi yamyamlaşmış terör devletlerine karşı bilenmiş, öfkelenmiş ve hesaplaşma için gün sayan şahıslar, partiler ve devletler var. Hal böyle olunca durum “Müslümanların lehine olmak üzere” öngörülenden çok daha farklı noktalarda seyretmektedir.

İhtilâl ve İnkılâb rüyasına yatmış güçler için elbette “Kurt Dumanlı Havayı Sever” hesabı bu durum bir nimet-fırsat olabilir. Ancak tek şartla; belli bir şiddet ve linç kültürüne yönelmiş, kontrolsüz hale gelmiş bu toplulukları doğru hedefe kanalize edebilmek, düzenli örgütleyebilmek ve hangi reçete ile kurtuluşa erebileceklerini kulaklarına fısıldamak gerekiyor. Yoksa sosyal patlama sonrası yok olanlar içerisinde ihtilalci ve inkılâbçı güçler de olabilir. Şöyle ki; “Daha iyi bir gelecek umudunu sağlamadan, şimdiki zamanı etkili bir şekilde değerden düşürmek imkânsızdır. İçinde yaşadığımız devrin kötülüklerinden ne kadar yakınırsak yakınalım, eğer geleceğin önerdiği ihtimal şimdinin daha da kötüleşmesi veya şimdinin aynen etmesi olacaksa, mevcut düzenle uzlaşma eğilimi kaçınılmaz olur.” (EricHoffler, Kesin İnançlılar, 80)

Küresel Sermaye ateşle oynuyor, milletin ağzındaki tek lokmaya da göz dikmiş durumda. Hırs ve yağma kültürü damarlarına kadar işlediği için insanları son kuruşuna kadar soymak istiyor. Bu sadece iktisadî facialara yol açmıyor, içtimaî anlamda aile ve mahalli esnafa dönük facialara da sebep oluyor. Borcunu ödeyemediğinden faizi ile her gün katlanan icra davaları altında ailesi yıkılan, dükkânı iflas eden, okuyamayan, elindeki çiftliği bankaya kaptıran, evini hazat mezat satmak zorunda kalan binlerce insan cinnet geçiriyor. Bankaya güç yetiremeyince şiddeti çevresine yöneltiyor, yakınlarına yöneltiyor. Komşusunu, evladını, karısını öldürüyor. Küçücük anlaşmazlıkta öfke patlamasına uğrayıp muhatabını öldürebiliyor ve sonra adalete olan güven sarsıldığı için linç kültürü devreye giriyor. Bu çerçevede hem sermeye hem iktidar hem de derin yapılar ateşle oynuyor. 

Çünkü bilmiyorlarsa hatırlatalım ; “Âdem Peygamberden son insana kadar şâmil bir kanun olarak bilmek lâzımdır ki, barutuna ekmek karışan ihtilâl mutlaka patlar. (NFK, İhtilal, 126)

Halk kitleleri sömürüldükçe, ezildikçe, yani sıkıştıkça bir düdüklü tencerenin içerisindeki havanın sıkışması gibi patlamaya hazır hale gelirler. İşte bu patlama egemen güçler ve işbirlikçiler açısından çok tehlikelidir, çünkü ne yönde gelişeceği ve nasıl sonuçlanacağı kestirilemez. Bunun için tıpkı düdüklü tencerenin sübabının zaman zaman açılıp havasının alınmasının sağlanması gibi kitleler de çeşitli yollar ile deşarj edilirler. Böylece tepkinin kitleselleşmesi ve egemen güçlere, sömürgecileri temsil eden şirketlere, bankalara, kurumlara yönelmesi engellenir. Son dönem yaşananlara baktığımızda ve iktidarın olsun diğer erk sahiplerinin tavırları ve propagandaları hep bu yönde… Her ne kadar birbirleriyle kavga ediyor görünseler de sosyal bir patlama esnasında kendilerinin de devrileceklerini ve yok olacaklarını biliyorlar.

Sosyal patlamanın ne manaya geldiğini, meraklılarına Gustave Le Bon’un Kitlelerin Psikolojisi adlı eserinden verecek olursak; "Tek başına olan bir adam bir sarayı ateşe veremeyeceğini, bir mağazayı yağmalayamayacağını bilir ve böyle bir şeye girişmek hemen hemen hiç aklına gelmez. Fakat bir kitleye bağlı olunca, çokluğun kendisine verdiği gücü anlar, cinayet yahut yağma için aldığı ilk telkine derhal kendisini teslim eder. Beklenilmeyen bir engel büyük bir şiddetle parçalanıp yıkılır." (s. 34)

Adliye önlerine bakın, işyerlerine bakın, icra gelen evlere bakın; bu insanlar birbirini niçin öldürüyor, bu insanlar adalete neden güvenmiyor, bu insanlar ekmek kavgasında haciz edilen mallarına karşı niye bu şiddette tepki gösteriyor, bu insanlar neden basit bir gözaltı neticesi endişelenip kendi adliyenin beşinci katında aşağı bırakıyor, bu insanlar neden herhangi bir hadise karşısında hemen “linç etme” davranışı gösteriyor? Ve hepsinden öte, ümitle yaşayan bu millet bir anda ekonomik ve siyasi depresyona girerse, içte ve dışta meydana gelecek değişmelere karşı hangi tepkileri gösterecek biliniyor mu? Biz ediyoruz; Anadolu büyük zuhura gebe. İslam İhtilâl ve İnkılâbı artık kapıda. Her an her şey olabilir

Nihai söz; O günler uzak değil, ama biz hazır mıyız?


    Baran Dergisi 376. Sayı