Türkiye’de Tanzimat’la birlikte başlayan Batı’ya öykünme hâli, Kemalizm ile birlikte Müslüman Anadolu insanının ruh kökünü doğrudan hedef alma hâline dönüşmüştür. Bu devreyi asıl bozulma süreci olarak tanımlayabiliriz. Daha sonra Müslüman toplumları Batılılaştırmak suretiyle inancından uzaklaştırma fikrinin tanımı olarak literatüre de giren Kemalizm, Anadolu’da Müslüman milletin dinine, diline, tarihine yabancılaşmasına ve en önemlisi idrakleri iğdiş ederek Müslümanca düşünmesine engel olmuştur. Bununla da yetinilmemiş, bu düzene karşı çıkan Müslümanların kanı üzerine yeni bir rejim ve devlet inşa edilmiştir.

Batıcı rejimin gerçekleştirdiği devrimler esasında tek bir amaca matuftur. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak adına Batılılaşmak iddiasıyla Müslüman halka yapılan dayatmalar, İslâm’dan kopmuş bir toplum inşa etmekten başka bir gaye taşımıyordu.

Kinimizin ve intikamımızın devamlı taze kalması ve unutanların da atalarına neler yapıldığını hatırlaması bakımından, İslam’ı bu topraklardan tamamen silmek üzere kurulan Kemalist rejimin faaliyetlerini sizler için sıraladık.

Lozan Rezaleti

24 Temmuz 1923 tarihinde İslâm adına kazanılan savaşın neticesi olarak Lozan’da mağlubiyet ve manevî teslimiyet anlaşması imzalandı. Bu rezalet anlaşma, Müslüman Anadolu halkına başarı hikayesi olarak dikte edildi. İsviçre’nin Lozan şehrinde imza edilen bu anlaşmadan sonra getirilen soysuz kanunlar ile bir milletin kimliği tarihe gömüldü. İlginçtir, Batılı devletler, işgalleri altındaki Müslüman ülkelerin hiçbirinde uygulamadıkları reformları, gönderdikleri heyetler vasıtasıyla Türkiye’de uygulattılar.

Medeni Kanunu İsviçre’den, Ceza Kanunu İtalya’dan, Ticaret Kanunu Fransa’dan aynıyla tercüme ile alındı. Dört milyon kilometre karenin tasfiyesi Lozan’da bir çırpıda yapıldı. Kültürel, dinî bütün bağlarımızı reddederek, hatta böylesi bağlar kurmayacağımızı resmen deklare ederek 780 bin kilometre karede Batı peyki bir ulus devlete razı olundu.

Hilafetin ilgası

Hilâfet müessesesi, Müslümanların reisi manasına gelen ve ümmetin din de dahil her sahada liderliğini yapan siyasî bir kurumdur. Başta İngiltere olmak üzere sömürgecilerin İslâm coğrafyasında emellerini gerçekleştirebilmelerinin yolu hilâfet kurumunu ortadan kaldırmaktan geçmekteydi. Devlet-i Aliyye’nin Birinci Dünya Harbi’nden yenik çıkmasının ardından, TBMM ile sömürgecilerin Lozan Barış Konferansı’da konuştukları ve anlaştıkları en önemli husus, hilâfetin ilgasıdır. Lozan’da İngilizlere verilen sözlerden biri de Hilafetin kaldırılması olmuştur. Dile söylemesi kolay gelmesine mukabil hilafetin ilgası tüm dünya Müslümanları açısından son derece ehemmiyetli ve bugün Müslümanların dağınık vaziyetine sebep olan bir hadisedir.

İstiklal Mahkemeleri

İstiklal Mahkemeleri, 1923 yılında İslâm adına yapılan herhangi bir faaliyete izin vermemek için kurulmuştur. Kurulduktan hemen sonra gözaltı ve tutuklamalar başlamıştır. İlk tutuklanan ve 1 sene hapis cezasına çarptırılandan biri de Bayezit Camii’nde tesettürün gerekliliği üzerine vaaz veren 20 yaşındaki hafız-vaiz İbrahim Ethem Efendi’dir. İbrahim Ethem Efendi “İslamiyette Teceddüt ve Tesettür” isimli eseri sebebiyle de yargılanmıştır.

İstiklal Mahkemelerin kuruluş bahanelerinden biri olarak Konya’da Hilafetin ilgasına karşı yapılan yürüyüş gösterilmektedir. Meclis, bu yürüyüş sebebiyle “Bütün bir Konya bölgesi irticaya müsait bir bölge olduğundan gericiliğe müsait bir zemin oluşturduğundan Konya halkının bütünüyle tutuklanmasına.” diye karar çıkarır. Arşivlerde geçtiği üzere ardından Konya merkezinde 2.300 kişi tutuklanır, 805 kişi ise üç gün içerisinde idam edilir. 1495 kişi de kürek, kala, bende ve ömür boyu hapis gibi çeşitli cezalara çarptırılır.

Mustafa Kemal’in emriyle kurulan ve yine onun direktifleri doğrultusunda İstiklal Mahkemeleri’nin söz sahibi olan Kılıç Ali, Necip Ali ve Mahkeme Reisi Kel Ali tarafından işlenen cürümlerin ardı arkası gelmez olur. Artık ağzını açan, kendisini ipte bulur. Kemalizmin getirdiği soysuz kanunlara karşı gelenler idam edilir, ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Hatta 1924 yılında Hilafetin ilgasıyla ve akabinde gelen Şeyh Said isyanı ile beraber İstiklâl Mahkemelerinin zulmü arşı titretecek boyutlara ulaşmış, idamlar daha da artmıştır.

Kıyafet Kanunu

Müslümanlara yapılan büyük darbelerden biri de kıyafet kanunudur. Mustafa Kemal, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu’ya bir seyahat gerçekleştirdi ve orada halka başına taktığı Panama şapkasını göstererek kıyafette yapacağı değişikliğin işaretini verdi. "Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz.” diyen ve medeni olmayı Batılıya benzemek, onu kopya etmek sanan zihniyet, Batı kopyası ama Batılı da olamamış bir anlayışla Müslümanların kisvesine el atmıştır.

Ne yazık ki canını çok tatlı bulan şahsiyetsiz, dine ve millete ihanet eden bir takım “hoca”lar sarığı çıkarıp başlarına şapkayı geçirmiş ve "şapka en iyi serpuştur" gibi kepaze açıklamalarla bu kanunun resmileşmesine katkı sunmuştur.

25 Kasım 1925 tarihinde Şapka Kanunu çıkarılmış, bu kanun ile sarık ve cüppe cami dışında yasaklanmış, bu girişime karşı gelen nice gerçek İslam alimi idam edilmiştir. Şapka Kanunu sonrasında 11 Ekim 1926 tarihinde Kılık Kıyafet Kanunu kabul edilmiştir. 3 Aralık 1934'te bu kanunun yürürlüğe girmesiyle İslam’ı hatırlatan, bu toprakları temsil eden hiçbir kıyafete izin verilmemiş, Batı tarzı giyim mecbur kılınmıştır. Bu kanun 1982 Anayasasında “inkılap kanunları” arasında yer almıştır.

Harf Devrimi

Harf inkılabı ile birlikte duygu-düşünce dünyamız kökünden baltalanmış ve küspe nesiller doğmuştur. 1928 yılında Batı’dan alınan Latin harfleri yürürlüğe konularak İslâm ilim ve kültürünün temeline ve bir milletin tarih köklerine dinamit konulmuştur. Harf inkılabının zararı, ulemanın imha edilmesinden dolayı çoğu da okur yazar olmayan halk nezdinde yeterince idrak edilememiştir. Koca bir milletin hafızası, kültürü, sanatı, düşüncesi soykırıma uğramış, geçmiş unutulmuş, idrakler dumura uğramış, iğdiş edilmiştir. Hakikaten de bir gecede cahil bırakılmıştır millet. Yüzlerce hat dükkânına kilit vurulmuş, İslam harflerini kullanmaya devam edenler derdest edilip zindana atılmıştır. Zaman içinde yetişen fertler kendi kütüphanelerinden dedelerinin kitaplarını okuyamaz vaziyete gelmiştir. Zihinler daraltılmış, hisler körleşmiştir. Cemil Meriç’in sözleriyle söylersek: “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” Ardından 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu ile dil piçleştirilmiş, İslâm’ı ve tarihî kökleri hatırlatan ne kadar kelime varsa yerlerine soysuz sopsuz “sözcük”ler eklenmiştir.

Ezan Türkçeleştirildi

Batıya peşkeş çekilen memleketimizde 30 Ocak 1932 tarihinde ezan ve Kur’an Türkçe okunmaya başlandı. Ezanı aslıyla okuyanlar meczup diye cezalandırıldı. Ezanın aslından koparılışı tam 18 yıl sürdü.

Camiler Ahır Yapıldı

Cumhuriyet’in ilk yıllarında 90 kadar cami kapatılmıştır. Diyanet İşleri Reisliği tarafından 8 Ocak 1928 tarihli bir tüzük uyarınca bazı tespitler yapılmış, 1932’de bunun yerine cami ve mescitlerin sınıflandırılması hakkında Nizamname yapılmış, 15 Kasım 1935 tarih ve 20845 sayılı yasayla da tasnif dışı kalan camilerin başka amaçlarla kullanılmak üzere kapatılması öngörülmüştür. Ancak, daha 1928 yılında İstanbul’da bir cami CHP’ye satılmıştır. Kimi depo ve ahır, kimi de meyhane vs. yapılmıştır.

Ayasofya Camii Bir Gecede Müzeye Dönüştürüldü

1931 senesinde, ABD’de bulunan Bizans Enstitüsü namına, Thomas Wittemore, bağımsızlığın sembolü ve Fatih Sultan’ın vakfiyesi olan Ayasofya Camii’nin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek bahanesiyle Türkiye’den müsaade istedi. O dönem Cumhuriyet ilân edilmiş, Kemalistler İslâm’ın Anadolu’dan kazınması için elinden gelen gayreti sergiliyordu. Amerikalıların teklifini reddetmediler. 1931 senesinde restorasyon bahanesiyle kapatılan Ayasofya, 1 Şubat 1935 senesinde bir gecede müzeye dönüştürüldü.

Kur’an Okumak Yasaklandı

Harf Devrimi’nden sonra İslam harflerinin ne bulunması ne de yazılmasına izin verildi. Bu sebeple İstiklal Mahkemeleri’nden çıkan emirlerle jandarmalar evlere baskınlar düzenlemiştir. Bundan dolayı Anadolu’nun dört bir tarafında Kur’an’ı Kerim’ler toprağa gömülmüş, Kemalizm zulmünden saklı tutulmuştur. Hala da mağara ve toprak altlarına saklanan Kur'an-ı Kerim, elifba ve mevlit metinlerinin ortaya çıktığı kayıtlarda yer almaktadır.

Soyadı Kanunu

21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan Soyadı Kanunu ile hem nesebi gayri sahihlerle, yani piçlerle gerçek ülke evlatlarının ayrıştırılması imkânsız hale getirildi hem de büyük ailelerin dağıtılmasında ilk adım atıldı. Böylece Müslüman Anadolu, dönmelerin, ne idüğü belirsiz piçlerin yeri yurdu oldu!

Esaret Altında Yaşamayı Kabul Etmiyoruz

Bu kanunlar eliyle Müslümanlara kan kusturanlara rahmet okumaya, her fırsatta övmeye, ideolojisini benimsemeye devam edilmesi de, bir Müslümanın aklının ucundan dahi geçiremeyeceği bir iştir.

Zira Allah’ın düşmanlarına düşmanlık ibadetimizdir. Allah’ın ve İslâm’ın düşmanlarının yaptıkları işlere müsbet bakmak ise Allah’ın gazabını celb etmek mânasına gelir ki, Allah bu hâlden muhafaza etsin.

Müslüman olduğu için halktan teveccüh görüp de, kürsüye her çıktığında “En çok biz M. Kemal’in yolundan gidiyoruz.” diye bas bas bağıranların bu söylediklerimizi bilmeme ihtimali olmadığına göre, bile bile yaptıklarının takdirini de siz okurlarımıza bırakıyoruz.

Biz ise İslâm düşmanları ile mücadelemizi her dâim sürdürmeye devam edeceğiz!

Baran Dergisi 778. sayı