Ciddi tarafından kaleme alınan yazı, Erdoğan’ın Fetö’cüleri alıkoymaktan dolayı suçlanması gerektiği ve bunun nasıl olabileceğine dair yolları anlatıyor. Ciddi, Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi durumunda UCM’de yargılanması gerektiğini ifade ediyor. Türkiye aleyhine aleni bir düşmanlıkla kaleme alınmış bu köşe yazısını sizler için çevirdik:

“Türkiye'nin İnsanlığa Karşı İşlediği Suçlar UCM'nin Merceği Altında

Türkiye gerçekten zor zamanlar geçiriyor. Ülkenin güneydoğusundaki on ili vuran çok sayıda deprem on binlerce kişinin ölümüne, 1.25 milyon kişinin evsiz kalmasına ve tüm şehirlerin yerle bir olmasına neden oldu. Depremden önce Türkiye, ülkenin orta sınıfını hızla eriten ve yüksek enflasyonla (2022'de %85) karakterize edilen, felç edici bir ekonomik krizin içindeydi. Tüm bunlar yeterince kötü değilse, ülke şimdi farklı ama tamamen yabancı olmayan bir spot ışığı altında: Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden (UCC) Türk hükümetinin insanlığa karşı ne ölçüde suç işlediğini araştırması istendi.

Özetle UCM, "uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçları (soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu) işlemekle suçlanan kişileri soruşturmak, kovuşturmak ve yargılamak üzere kurulmuş daimi bir uluslararası mahkemedir." Guardian gazetesine göre, hukuk uzmanları Recep Tayyip Erdoğan hükümetini "işkence yapmak, devlet destekli adam kaçırmak ve yaklaşık 200,000 kişiyi haksız yere hapsetmekle" suçluyor.

Erdoğan'ın 2016'daki darbe girişiminden bu yana izlediği antidemokratik yol göz önüne alındığında, bunu duymak hiç de şaşırtıcı değil. Erdoğan kendisini devirmeye çalışan darbeden tamamen Fethullah Gülen ve takipçilerini sorumlu tutuyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan münzevi bir tarikat lideri olan Gülen, Erdoğan'ın yakın bir siyasi müttefikiydi. İki siyasi ağır topun politika farklılıkları nedeniyle anlaşmazlığa düşmesi, iki İslamcı lider arasında topyekûn bir savaşa yol açtı. Gülen'in Erdoğan'ı devirme girişimine ne ölçüde dahil olduğu tam olarak bilinmese de, Erdoğan 2016'dan bu yana devletin tüm kaynaklarını Gülen ve destekçilerinin peşine düşmek için seferber etti.

Türkiye içinde bu savaş, 'terörist' olarak damgalanan şüpheli Gülen takipçilerinin kamu ve özel kuruluşlardan kovulmasıyla sonuçlandı. Hareketin elitlerinden birçoğu gözaltına alındı, tutuklandı ve/veya hapse atıldı. Buna mal varlıklarına el konulması ve Gülen hareketinin medya ağlarının, bankalarının ve okullarının kapatılması eşlik etti. UCM'nin soruşturması özellikle bu son noktaya odaklandı. Gülen hareketinin Amerika Birleşik Devletleri'nden Asya'ya, Afrika'dan Balkanlar'a uzanan geniş bir okul ve üniversite ağı var. Erdoğan hükümeti, Gülen hareketinin mümkün olduğunca çok sayıda mensubunu kaçırmak ve zorla geri göndermek için yoğun bir çaba sarf ediyor. Türk yetkililerin, aralarında Kenya, Kamboçya, Gabon, Arnavutluk, Bulgaristan, Moldova, Moğolistan ve İsviçre'nin de bulunduğu pek çok ülkede UCM'nin "zorla kaçırma" olarak adlandırdığı eylemleri gerçekleştirdiği tespit edildi. Ankara UCM'nin yetki alanına giren imzacı devletlerden biri olmadığı için bu durum önemlidir. Ancak bu kaçırma olayları imzacı devletlerin sınırları içinde gerçekleştiği için UCM, Türk devletini sorumlu tutma olasılığını araştırıyor.

Lafı dolandırmayalım. Gülen hareketi hain bir oluşumdur. On yıllardır hukukun üstünlüğü ve demokratik kurumların altını oymak için aktif olarak çalışmış ve tüm bunları Türkiye'yi laik hedeflerinden uzaklaştırmak ve İslam'ı model alan bir devlet toplumu yaratmak için yapmıştır. Gülen, demokratik yollarla seçilmiş bir hükümeti devirmek üzere tasarlanan 2016 darbesinde muhtemelen kilit bir rol oynamıştır. Bununla birlikte, bu hareket Tayyip Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından mümkün kılındı ve ona bel bağlandı. AKP iktidarının ilk on yılında Erdoğan, Gülen hareketinin yurtiçi ve yurtdışındaki geniş kaynaklarını kendi siyasi imparatorluğunu inşa etmek için kullandı. Örneğin Washington'da AKP, dış politika hedeflerini gerçekleştirmek için Gülen hareketinin Kongre üyeleriyle olan geniş bağlarını kullandı.

Gülen ve Erdoğan arasındaki anlaşmazlık bize Gülen'in Erdoğan'dan mahkeme önünde hesap sormakla ilgilenmediğini hatırlatıyor. Erdoğan istese bile bu pratik açıdan zor olacaktır: Gülen Pensilvanya'da ikamet ediyor ve Ankara, Gülen'in darbe girişiminin planlayıcısı olduğuna dair, Türkiye'ye iadesine yol açabilecek bir ispat yükümlülüğü oluşturamadı. Bunun yerine Erdoğan, dünyanın farklı yerlerinden Gülen'in ortaklarını kaçırmak gibi haydutça taktiklere yöneldi. Buna müsamaha gösterilmemelidir. Adam kaçırma sadece yasadışı olmakla kalmaz, aynı zamanda egemen devletlerin haklarını da ihlal eder.

Erdoğan, benzersiz bir şekilde rejimini sağlamlaştırmaya odaklanmış acımasız bir yönetici olarak tasvir ediliyor. 2016 yılından bu yana Erdoğan'ın hukukun üstünlüğünü çok yüksek derecede aşındırdığı kesin olarak tespit edilmiştir. Freedom House Türkiye'yi "özgür olmayan" bir ülke olarak kategorize etmiştir. Erdoğan'ın ülke içinde bir otokrat olduğunu belgeleyen çok şey olsa da, muhtemelen insanlığa karşı işlediği suçların uzun listesi hakkında daha az şey yazılmıştır. Eğer Erdoğan 14 Mayıs'ta yapılacak seçimleri kaybederse, ülke içinde işlediği suçlardan sorumlu olmanın yanı sıra UCM ile de yüzleşmek zorunda kalabilir.

Sinan Ciddi”