Soğuk Savaş sonrası kurulan tek kutuplu dünya düzeni, özellikle son on yılda belirgin bir sarsıntıya girmiş durumda. ABD'nin küresel hegemonyasında meydana gelen çatlaklar, Avrupa’nın stratejik bağımlılıkları ve Çin-Rusya ekseninin yükselişi; uluslararası siyasetin artık eski kurallarla yönetilemeyeceğini ortaya koyuyor.
Abdullah Çiftçi'ye göre özellikle pandemi sonrası dönemde devletlerin kendi vatandaşları üzerindeki hâkimiyetinin zayıfladığı, güvenlikten sağlığa, ekonomiden eğitime birçok alanda küresel sistemlere bağımlı hale geldiği gözlemleniyor. Bu durum, “ulus devlet” fikrinin yeni dünyada ne kadar geçerli olduğu sorusunu gündeme taşıyor.
ABD Kendi Hegemonyasını Tasfiye Ediyor mu?
Bu dönüşümde en dikkat çekici aktörlerden biri, bizzat kurduğu sistemin yükünü taşımakta zorlanan Amerika Birleşik Devletleri. Trump yönetiminin attığı adımlar, yalnızca iç siyasi dengeyi değiştirmekle kalmadı; ABD’nin küresel rolünü de yeniden tanımlamaya başladı.
Çiftçi'ye göre ABD’nin en önemli küresel operasyon aracı olan Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın kapatılması, bu doğrultuda sembolik değil, yapısal bir kırılma olarak okunuyor. Hegemonya değil, seçici angajman doktrini artık Amerikan dış politikasının yeni yönüdür.
Trump liderliğindeki ekip, çok kutuplu dünyanın kaçınılmaz olduğunu kabul ederek, ABD’yi bu denklemde bir kutup olarak yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Bu süreçte ulus ötesi yapılar, devlet dışı aktörler ve küresel teknoloji şirketleri, klasik devlet yapılarının yerini dolduruyor.
Avrupa Birliği: Ortada Kalan Güç
Avrupa ise bu denklemde en belirsiz pozisyonda bulunan yapı. Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri bir yandan ABD’nin gölgesinden çıkmak, diğer yandan Rusya ve Çin’e karşı kendi savunma ve enerji bağımsızlıklarını geliştirmek zorunda. Ancak geçmişin yükleri, yaşlanan nüfuslar, ekonomik daralma ve artan iç huzursuzluklar; AB’yi yalnızca tüketen ama oyun kuramayan bir aktöre dönüştürüyor.
Bu nedenle uzmanlar, 21. yüzyılın stratejik haritasında Avrupa’nın yalnızca “jeopolitik tampon bölge” işlevi göreceğini, oyun kurucu rolünü ise Asya-Pasifik merkezli yeni güçlerin üstleneceğini öngörüyor.
Çin ve Rusya: Alternatif Bloklar mı Kuruyor?
Çin, 20 yıldır sürdürdüğü stratejik sabır ve ekonomik altyapı inşası sayesinde, yalnızca üretim değil, kritik madenler ve teknolojik sistemler üzerinde küresel bir hakimiyet kurmuş durumda. Rusya ise Ukrayna savaşıyla birlikte Batı ile olan bağlarını büyük ölçüde koparmış ve Çin eksenine yönelmiş durumda.
Her iki ülke de, tek kutuplu dünya düzeninin sürdürülemez olduğu konusunda ortak bir görüşe sahip. Yeni sistemde “ulusal egemenlik” ve “merkezî devlet gücü” gibi kavramlar, Batı’nın dayattığı liberal normların yerini alıyor. Bu durum, ulus devlet modelinin Batı dışındaki dünyada yeniden yükselmesine yol açarken, Batı içindeki çelişkileri daha da derinleştiriyor.
Türkiye ve Orta Güçlerin Pozisyonu
Türkiye gibi orta büyüklükteki devletler ise bu kaotik geçiş sürecinde hem fırsatlar hem de tehditlerle karşı karşıya. Bir yandan çok kutuplu dünyada alan kazanmak, diğer yandan küresel yapılarla çatışmadan kendini korumak zorunda.
Türkiye’nin son yıllarda artan savunma sanayii yatırımları, dijital egemenlik vurgusu ve jeopolitik hamleleri, klasik ittifak ilişkilerinin ötesinde bir pozisyon arayışının göstergesi.
Yeni Dönemin Anahtarı: Zihin Tasfiyesi
Yaşananlar sadece sistem değişikliği değil, bir zihin değişimidir. 20. yüzyılın ideolojik refleksleri, dünya görüşleri, güvenlik paradigması artık geçerliliğini yitirmektedir. Küresel aktörler yalnızca fizikî değil, düşünsel anlamda da yeni bir çağın hazırlığını yapmaktadır.
Bu nedenle geleceği okuyamayan, vizyon geliştiremeyen, ideolojik kimliğini koruyarak kendini yeniden tanımlayamayan hiçbir ulus devletin ayakta kalması mümkün görünmemektedir.
Milenyum çağında devletlerin geleceği: Yapay zeka, blockchain ve yeni yönetim paradigması
Abdullah Çiftçi'ye göre yönetim bilimleri, uluslararası siyaset ve kamu idaresi alanlarında köklü bir paradigma değişimi yaşanıyor. 20. yüzyılın merkezîyetçi, bürokratik ve hantal devlet modeli; 21. yüzyılda şeffaf, dağıtık ve algoritmik yönetim mekanizmalarına doğru evriliyor. Bu dönüşümde blockchain tabanlı işlem güvenliği, yapay zekâ destekli karar alma algoritmaları ve otonom veri sistemleri öne çıkıyor.
Bu değişim salt teknolojik bir yenilenmeden ibaret değil; aksine, siyasal sistemlerin yeniden kodlandığı, demokrasi tanımının dahi sorgulandığı bir süreci temsil ediyor. Yeni dönemde vatandaş-devlet ilişkisi dijital platformlar üzerinden yürütülecek, merkezi otoritenin yerini veriye dayalı, şeffaf ve geri izlenebilir yönetim biçimleri alacak. Blockchain ile kimlik doğrulama, seçim sistemleri, kamu ihaleleri ve bütçe denetimi gibi alanlarda yeni uygulamalar gündeme geliyor.
Eğitim Sistemi Alarm Veriyor
Bu kapsamlı değişime en hazırlıksız kalan alanlardan biri hiç kuşkusuz eğitim sistemi. Türkiye de dâhil olmak üzere birçok ülkede müfredatlar 20. yüzyıl modeline göre şekillendirilmeye devam ederken, dünya hızla yapay zekâ çağının gerektirdiği niteliklere yöneliyor. Bugünün okulları, geleceğin toplumlarını hazırlamakta yetersiz kalıyor.
Gelecek okuryazarlığı, yapay zekâ ile etkileşim kurabilme, algoritmik düşünme, veri güvenliği gibi alanların eğitim sistemine entegre edilmesi gerektiği açıkça görülüyor. Uzmanlar, dört yıllık geleneksel programların yerine iki yıllık, uygulama temelli programların hızla yaygınlaştırılması gerektiğini belirtiyor.
“Teknoloji Değişiyor, Zihinler Nereye Gidiyor?”
Öte yandan mevcut teknolojik dönüşümün yalnızca araçsal değil, zihinsel bir dönüşüm olduğu vurgulanıyor. Geleneksel devlet refleksleriyle geleceğin tehditlerine karşı koymanın mümkün olmadığı ifade edilirken özellikle robot askerler, dijital kimlik sistemleri ve yapay zekâ temelli güvenlik altyapıları, klasik güvenlik algısını da değiştiriyor.
Kritik olan bir diğer husus ise, bu yeni düzene “kim yön verecek?” sorusu. Bu bağlamda, ulus devletlerin egemenliklerini sürdürebilmesi, teknolojik okuryazarlığın kitleselleşmesine, devlet aklının da dijital dönüşümle bütünleşmesine bağlı.
Yeni Yüzyılda Devlet Kimin Elinde?
Çiftçi'ye göre devlet, artık yalnızca anayasa kitapçığında tarif edilen bir yapı değil. Veri akışını yöneten, algoritmaları yazan, bilgiye hükmeden kimse; 21. yüzyılın gerçek egemeni de odur.
Geleceğin dünyasında güçlü olmak isteyen ülkeler, eğitim sisteminden kamu yönetimine, hukuk altyapısından toplumsal sözleşmeye kadar her alanda bu yeni çağa uygun reformlar gerçekleştirmek zorundadır.
Aksi halde sadece ekonomik değil, kültürel ve siyasal bağımsızlık da dijital imparatorlukların insafına terk edilecektir.