Uluslararası ilişkilerde kurallara dayalı sistem, büyük güçlerin rekabeti ve artan bölgesel çatışmalar nedeniyle ciddi bir erozyonla karşı karşıya. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi ekonomik yönetişim kurumları işlevsiz kalırken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) siyasi krizlere çözüm üretemiyor. Bu boşlukta devletler, ulusal çıkarlarını korumak adına askeri caydırıcılığa ve tek taraflı adımlara her zamankinden daha fazla yöneliyor.
Küresel Ticaretin Yargısı Kilitlendi
Küresel serbest ticaretin en önemli güvencelerinden olan DTÖ'nün Temyiz Organı, ABD'nin yeni yargıç atamalarını beş yılı aşkın bir süredir bloke etmesi nedeniyle fiilen çalışmıyor. "Ticaretin en üst mahkemesi" olarak kabul edilen bu mekanizmanın çöküşü, ülkeler arasında yaşanan ticari anlaşmazlıkların çözümsüz kalmasına neden oluyor.
Bu durum, başta ABD ve Çin arasında olmak üzere korumacılık rüzgarlarını şiddetlendirdi. "Ulusal güvenlik" gerekçesi, çelik, alüminyum ve son olarak elektrikli araçlar gibi stratejik sektörlerde milyarlarca dolarlık ek gümrük vergilerinin uygulanması için sıkça kullanılan bir argüman haline geldi. Benzer bir yaklaşımla Avrupa Birliği de ABD ve Çin'e olan bağımlılığı azaltmak ve savunma sanayisini güçlendirmek amacıyla "SAFE" (Avrupa için Güvenlik ve Savunma Programı) adlı bir fon oluşturma çalışmalarını hızlandırdı.
BM Güvenlik Konseyi, Büyük Güçlerin Vetolarıyla Etkisizleşti
Siyasi alanda ise küresel barış ve güvenliğin temel direği olması gereken BMGK, daimi üyelerin veto hakkını kullanmasıyla büyük krizlerde etkisiz kalıyor. Bunun en son ve en çarpıcı örneği Gazze'de yaşandı. İsrail'in saldırılarının başlamasından bu yana ateşkes ve insani yardım çağrısı yapan çok sayıda karar tasarısı, ABD tarafından defalarca veto edildi.
BMGK'nin bu işlevsizliği sadece Orta Doğu ile sınırlı değil. Daha önce Suriye iç savaşında insani felaketleri önlemeye yönelik girişimler, Rusya ve Çin'in vetolarına takılmıştı. Ukrayna'nın işgali sürecinde ise saldırgan tarafın BMGK daimi üyesi olması, konseyi tamamen işlevsiz bırakarak uluslararası hukukun en temel ilkesi olan "toprak bütünlüğüne saygının" nasıl ihlal edilebildiğini gözler önüne serdi.
"Evrensel Yargı" İddiası Sorgulanıyor
Uluslararası hukukun bir diğer kalesi olan Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de benzer bir tanımama kriziyle yüzleşiyor. Mahkemenin, Gazze'deki savaş suçları iddiaları kapsamında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma talebi, Tel Aviv yönetimi tarafından "hukuki temeli olmayan bir antisemitik eylem" olarak nitelendirilerek reddedildi. ABD ve bazı Batılı müttefikler de karara tepki göstererek mahkemenin meşruiyetini sorgulayan açıklamalar yaptı.
Benzer şekilde, UCM'nin 2023'te Ukrayna'daki eylemleri nedeniyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında çıkardığı tutuklama emri, Rusya'nın yanı sıra Çin ve Hindistan gibi mahkemeye üye olmayan ülkelerde hiçbir karşılık bulmadı. Bu durum, UCM'nin yaptırım gücünün olmadığını ve "evrensel yargı" iddiasının büyük ölçüde üye devletlerin iş birliğine bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi.
Türkiye'nin Bölgesel Adımları
Uluslararası sistemdeki bu belirsizlik ve dağınıklık ortamında Türkiye, "stratejik otonomi" olarak tanımladığı bir yaklaşımla çok yönlü bir dış politika izliyor. Ankara, güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için sahada proaktif adımlar atarken, diplomasi masasında da dengeleyici bir rol oynamaya çalışıyor.
- Terörle Sınır Ötesi Mücadele: Türkiye, Irak ve Suriye'nin kuzeyinden kaynaklanan PKK/YPG terör tehdidine karşı, "meşru müdafaa hakkı" temelinde Pençe-Kilit gibi sınır ötesi askeri operasyonlarını kararlılıkla sürdürüyor. Ankara, bu operasyonların amacının hem sınır güvenliğini sağlamak hem de bölgedeki merkezi otoritelerin kontrol edemediği terör koridorlarını ortadan kaldırmak olduğunu vurguluyor.
- Doğu Akdeniz'de "Mavi Vatan" Doktrini: Doğu Akdeniz'de Türkiye, 2019'da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı ile kendi kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarını "Mavi Vatan" doktrini çerçevesinde koruyor. Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tüm itirazlarına rağmen Türkiye, sismik araştırma ve sondaj gemileriyle bölgedeki varlığını sürdürüyor. Bu durum, zaman zaman taraflar arasında NAVTEX (denizcilere duyuru) restleşmelerine ve askeri gerilimlere neden oluyor.
- Çok Yönlü Diplomasi: Askeri caydırıcılığın yanı sıra Ankara, diplomatik kanalları da aktif kullanıyor. Rusya-Ukrayna savaşında her iki tarafla da diyalog kurabilen ender aktörlerden biri olarak, esir takaslarına ve Birleşmiş Milletler ile birlikte Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması'na aracılık etmesi, bu çok yönlü politikanın somut örnekleri olarak öne çıkıyor.
Yeni Dönem: Sert Güvenlik ve Belirsizlik
Analist Abdullah Çiftçi, küresel yönetişim kurumlarının zayıfladığı bu dönemin, uluslararası hukukun yerini "güçlünün hukukunun" aldığı bir "yeni normal" oluşturduğunu belirtiyor. Avrupa'da artan savunma harcamaları, Washington-Pekin hattında büyüyen teknolojik ve ticari rekabet ve Orta Doğu'da devam eden vekâlet savaşları, bu yeni paradigmanın ana dinamiklerini oluşturuyor. Mevcut gidişat, uluslararası iş birliği ve hukukun onarımına dair umutları zayıflatırken, devletleri kendi güvenliklerini sağlamak için askeri kapasite ve stratejik ittifaklara daha fazla yatırım yapmaya itiyor.




