Hayreddin Karaman bir yazı yazdı ortalık karıştı. Üstelik Ahmet Hakan’ın deyimiyle, “reformist çıkışları” ile meşhur Karaman’ın bu kadar doğru cümleyi ardı ardına kuruyor oluşu da başlı başlına bir hâdiseydi...
Ne demiş Hayreddin Karaman? Özetleyelim:
- “Müslümanlar, eğer İslâm devletinde, kendi ahlakî nizamları içinde yaşamıyor ve çok kültürlü bir toplumda yaşıyorlarsa, müdahale etme şansı yoksa, eşcinsele, fuhuş yapana, zina edene, içki içene, kumar oynayana velhasıl İslâm’ın “yasak” dediği her şeyi mübah görenlere, hoşgörü gösteremez, ancak tahammül edebilir.”
Bu sözlerde bir yanlış, bir hata görebiliyor musunuz? Eğer Müslümansınız, itiraz etmezsiniz. Çünkü bu fiiller Allah’ın yasak ettiği, “alenî” olarak işlenmesi karşısında çeşitli cezaların uygulanmasını emrettiği haram fiiller. Şimdi liberaller, muhafazakârlar, sevgili hocaları böyle bir laf edince bozulmuşlar.
Ayşe Böhürler kendince bir nostalji yapmış, şöyle demiş:
- “Müslümanca yaşamak üzerine yılar önce çok daha fazla kafa yorardık. Daha çok entelektüel tartışmalar yapardık. Teoriler, kitablar, klasik ve modern karşılaştırmalar yapar ütopik hâle getirdiğimiz bir İslâm toplumu hayalleri beslerdik. Hatta o yıllarda bir toprak parçası alıp üzerine ev yaparak, benzerlerimizle birlikte pure İslam yaşamak hayallerini beslemeyen kimse yoktu. Benzerlerimiz ile birlikte iken daha Müslümanca yaşayacağımıza ilişkin kanaatimiz çok güçlüydü. Orada günahkâr insanlardan uzak kalacak, günahın cazibesinden kedimizi de çocuklarımızı da koruyacaktık. Bu kavilden evlerimize televizyon falan da sokmayacak, çocuklarımızın günah kutusundan etkilenmesine fırsat vermeyecektik. Sonra aslında günahsız bir toplum oluşturma arayışının kendisinin, dinin muhtevâsına aykırı olduğunu, en önemlisi de öteki günahkârlardan izole olsak da kendi günahlarımızdan kaçamayacağımızı, nefsimizi izole edebileceğimiz bir mekân olmadığını anlayıp bu sevdadan vazgeçtik.”
Ütopik hâle getirdiğimiz İslâm toplumu hayâlleri kurardık” diyor ya, “Şeriat devleti” hayâlleriydi onlar, birileri “değişip, dönüşünce” hayâller değişti, hedefler değişti, “ılımlı İslâm”a istihâle etti.
Ama işin ilginç yanı, biz hiç “ütopik” hayâller kurmadık. Onlar tâ o zamanlar da yanılıyordu, bugün de yanılıyorlar. Çünkü İslâm toplumu ve devleti ideali için, “İslâm’a Muhatab Anlayış”a, fikir sistemine ihtiyaç olduğunu öğrendik; önce Necib Fazıl’dan, sonra Salih Mirzabeyoğlu’ndan. Öyle yatağa uzanıp hayâller kurmak yerine fikretmenin, çalışmanın, üretmenin, aksiyonda bulunmanın gereğini öğrendik. Hâlâ, “Başyücelik Devleti” modelinin davacısıyız çok şükür...
Böhürler, rahatsızlığını biraz lafı dolandırarak söylüyor sevgili hocasına, diyor ki mealen, “yani hocam bu tür şeyler geçmişte kaldı, şimdi herkesle bir arada yaşamanın yolunu bulmaya çalışırken, İslâm’ın ahlâkî mükellefiyetlerini hatırlatmanın, milletin kulağına kar suyu kaçırmanın ne âlemi var”...
Öyle ya, kurmuşlar bir düzen gidiyorlar, şimdi Müslümanlar’a ahlâkı hatırlatmanın, onlara kötülükleri “eliyle”, “diliyle” düzeltmenin, olmazsa “kalbiyle” buğzetmenin gereğini hatırlatmak, bir “hoca”dan beklenecek son şey olmalıydı(!)
Sonra Böhürler örnek veriyor:
- “Ayrıca öteki günahkârlarla alenî olarak birlikte yaşamak zorunda kalmadığımız "İslâm devleti" olarak bilinen toplumlarda da birçok gizli günah barınmıyor mu? Ürdün kraliyet ailesinden bir entelektüel olan Vijdan Ali bu duruma Müslüman Hipokrasisi diyordu. İslam dünyasında krallardan bazılarının eşcinsel olarak adı geçiyorsa, Irak'taki savaşın ardından evsiz kimsesiz kalan göçmen kadınların sığındıkları ülkelerdeki mahalleri fuhuş merkezi hâline getiriliyorsa... Müşterilerin çoğu en Müslüman ülkelerden geliyorsa... Cariye hükmü zinaya kılıf oluyorsa... Çalışanlara köle gibi davranılıyorsa... Uyuşturucudan, alkole birçok şey görünürde yasaklanıp gizliden göz yumuluyorsa... Kokain krizi geçiren bir kıza gayet normal bir şeymiş gibi anlayışla bakılıp, aynı müsamahalı bakış o kız başörtüsü açıldığında gösterilmiyorsa... O kadar çok şey var ki daha diye sayılabileceğim.”
İşte “tâ o zamanlar da yanılıyorlardı, şimdi de yanılıyorlar” deyişimizin isbatı: Hanımefendi, gidiyor Ürdün’ü, Irak’ı, “İslâm devleti” modeli imiş gibi örnek veriyor. Oysa halkı Müslüman devletlerin “İslâmî” olmadığı da bilinen bir şey, hemen “özeleştiri” vereceğine, biraz da bunu düşünse ya? Yani tüm bunların “İslâm Devleti” olmadığı için olduğunu?.. Hattâ, Türkiye’nin “ılımlı-olumlu” filân değil, hakikaten İslâmî bir model olarak “beklenen” rolünü oynayamadığından olduğunu?
Bunu henüz anlayamamış yahud anlamazlıktan gelen hanımefendiye sormak lâzım:
Bugün dünyanın geldiği nokta, Müslüman dünyanın yaşadığı “vahşet”, isyanlar, karşı isyanlar, ahlâkî kriz, dağ gibi büyüyen ekonomik kriz, elâlemin komünistine, sosyalistine kendini ifade imkânı doğuruyor, kendilerince çözüm teklif etmelerine vesile oluyor da, acaba biz Müslümanların bu dünyaya teklif edebileceğimiz bir fikrimiz, ideolojimiz, dünya görüşümüz yok mu?..
Biliyorsunuz ki, VAR!..