İlgili karikatürde ne heykel ne büst var, sadece çöpe atılmış “Atatürk resmi!” Gerçek hayatta da çöpe resimlerini atmaktan kimseyi yargılayamazken, yargılanmaması gerekirken, 2023’ün Ekim ayında 17 yaşındaki öğrenciyi aylarca hapse atmışlardı, o halde Sakarya gazetesinin de “çöpteki Atatürk resmi” sebebiyle cezalandırılmasını istemek hakkımız değil midir?

25 Ocak 2000 tarihinde Metris’e yapılan askerî saldırının ardından hemen o gece kimimiz Kartal, kimimiz Eskişehir Özel Tip Cezaevine sevkedilmiştik. Eskişehir’e gelişimizden birkaç gün sonra da neredeyse iki haftaya varan bir süre içerisinde devamlı adliyeye götürülmüş, Bakırköy savcılığından yollanan müzekkereler ile üst üste tutuklanmaya başlamıştık.

Artık “gına gelmişti” mi dersiniz, “bu kadar da olmaz ama!” siniri mi, size kalmış, böyle bir “sıradan tutuklama mahkemesi” esnasında mahkeme başkanına sormuştum, “suçum ne?”

Elinde müzekkere vardı, istemiş ve o da göstermişti, baktı müzekkereye, yazmıyor dedi. Tuhaflığı o da anlamıştı. Suçumu nerede, ne zaman işlediğimi, tek mi yoksa örgüt mü ve hangi suçu işlediğimi sordum devamında. Baktı ve “onlar da yazmıyor İbrahim.” dedi. Ardından, “orada ismim ve anne ismi de var, okur musunuz.” dedim. Okudu ama okurken o da zorlandı, ne ismimi ne annemin ismini doğru yazmışlardı çünkü.

Bütün bu “hatalı kimlik yazımına” rağmen, Eskişehir cezaevinden beni alıp getirmişlerdi ya, normal olarak bu bir “yanlış müzekkere” olduğundan, yenisi gelene kadar sabredip beni o gün tutuklamamaları, beklemeleri gerekirken, mecburen “karar yüzüme okunup” tutuklanmam gerekiyordu.

Böylesi hatalı kimlik dökümü yapılmış müzekkere bir yana, suça dair hiçbir ibare barındırmaması, nihayetinde bir ritüel olarak da olsa kurulan bu “nöbetçi mahkemede” savunma hakkımın hiç olmaması demek değil midir, diye sormuştum hakime. Yüzüme baktı, biraz sessiz kaldı, sonra da “bunları esas mahkemeden anlatırsın İbo, benim tutuklamam lazım” dedi ve tutukladı altıncı veya yedinci olarak.

Tam o günlerde, herhalde yerel basın olduğundan cezaevinde ücretsiz dağıtılıyordu, Eskişehir’de yayınlanan “SAKARYA” gazetesinde bir makale yayınlandı. Gazetenin genel yayın yönetmeni miydi, yazı işleri müdürü müydü tam hatırlamıyorum yazarının adını, notlarıma bakmaya da üşeniyorum şimdi, ama Çağdaş Gazeteciler Derneğinin Eskişehir başkanıydı, hadi herhalde Hakkı Sağlam idi diyeyim.

Makalesinde “şehrin huzurunun kaçtığından” bahsediyordu yazar, sebep olarak “Metris’de isyan eden İBDA-C’li teröristlerin Eskişehir cezaevine sevkini” gösterip, delil olarak da “teröristlerin geldiği günün ertesinde adliye binasında bomba patlamasını” sayıyordu. Adı polis tarafından “ÇORAPÇI BOMBACI”ya çıkarılmış biri tarafından bu saldırının yapılıp, “örgüt adına üstlenilmesinden” bahsediyordu.

Bu eylemden sayesinde haberdar olduğum-uz yazar öznesine bir “cevap mektubu” yazdım ve gönderdim. Siz de, ben de gazeteciyiz, onun da en tabii ilkesi “cevap hakkıdır” diye başladığım mektupta yanlış yazdığı bazı yerleri düzeltmeye çalıştım.

Mesela “terörist” diye damgalamasının hata olduğunu, hiçbirimiz hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı olmadığını; Metris’de “isyan” etmediğimizi, kamera kayıtlarının mahkemede bunu ortaya çıkaracağı gibi askerlerin hiçbir uyarı yapmadan saldırdıklarını, ölmemek için nefsi müdafaa yaptığımızı; bütün bunların 28 ŞUBATÇI KÖPEKLER tarafından yapıldığını ve milletimizi aldatmaya çalıştıklarını, kendisinin de buna ortaklık yaptığını, gerçekleri araştırması gerektiğini vs. yazdım.

Birkaç gün sonra yan hücredeki arkadaş gazeteyi yolladı, “senden bahsediliyor” diyerek. Baktım, aynı sütunda “gazeteciymiş, cevap hakkı olarak yazı göndermiş” diyerek mektubumdan bahsediyor üstünkörü ve aynı masalları anlatarak, utanmadan da “işte cevap hakkını kullandırdım” diyordu yazar öznesi!

BİZde yalan yok, bahsedeceğinden pek ümitli değildim ama “küçük yer” olduğundan da umutluydum biraz. İstanbul basını dışındaki bir yerde Metris’e dair, hem de -isterse istismar edilsin- bizim kalemimizden bir “savunma” çıkmış olması, esasta bir “kazanımdı.”

Unuttuk gitti bu hadiseyi, kendi meşgalemize daldık sonraki günlerde.

Ta ki birkaç ay sonra, önceden haber verilmeden, sabahın köründe mazgalımız açılıp “savcılıktan çağırılıyorsun” denilip tek başıma adliyeye götürülene kadar.

Savcının odasına alındım, başladı konuşmaya. “Türk Silahlı Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanlığına hakaret ettiğim” iddiasıyla bir soruşturma açılmış, “ne dermişim” buna karşı!!!

Şaştım kaldım tabii!

Hücreleri mi dinliyorsunuz, öyle bir konuşma mı yapmışım!?

Hayır dinlemiyorlarmış, “Sakarya gazetesine yazdığım mektupta 28 ŞUBATÇI KÖPEKLER diye yazmışım”, ne demek istiyormuşum!?

Gördünüz mü Çağdaş Gazeteciler Derneği Eskişehir şubesi başkanı ve Sakarya gazetesi idarecisi özne, hem mektubu yarım yamalak yayınlamış hem de yememiş içmemiş savcıya ispiyonlamış mektubu götürerek!

O zaman hayatta olan “tank Hasan” lakaplı Hasan Celal Güzel ile Nazlı Ilıcak, Fehmi Koru gibi siyasi ve gazetecilerin yazı ve konuşmalarından misaller vererek, kastımın “TSK/GKB’nin tamamına değil, darbeci olarak adı geçenler ve grubuna yönelik olduğunu, bunun da vatandaşlık hakkım olduğunu” falan söyleyip, imzalayıp tekrar hücreme döndüm.

Aradan birkaç ay geçti, aynı seremoni tekrarlandı; sabahın köründe mazgal açılıp adliyeye götürüleceğim söylendi. Nedir mevzu, yine bilgim yok; adliyede bir mahkeme kapısının önüne diktiler tabii, bekliyoruz. Açıldı kapı, içeri girdim ki, mahkeme kurulmuş bile!!!

Hakim de o müzekkere mevzusunu tartıştığım hakim; Eskişehir bilmem kaçıncı ağır ceza mahkemesi reisi!

Hakim hemen standart laflarla başladı yazdırmaya, “sanık İbo” jandarma refakatinde getirildi, huzura alındı, ana adı şu, baba adı bu, iddianame okundu, sanığa soruldu, dedi ve “ne diyorsun?” diye bana döndü.

Aynı mevzu hakim bey, müzekkere gibi, bu dosyadan haberim yok, burada şimdi öğrendim, neyle yargılanıyorum bilgim de yok, iddianamem bile yok, dedim. Allah için, şaşırdı buna hakim, toparladı ama, 28 ŞUBATÇI KÖPEKLER demişsin TSK’ya, bundan dava açıldı, 6,5 sene hapis ile yargılanıyorsun, savunmanı yap, dedi.

İddianame bana gönderilmedi, hazırlık için süre talep ediyorum dedim, ne diyeyim başka! Yok dedi, mahkeme kuruldu, sen savunmanı yap! Yahu hakim bey 6,5 sene istiyorlar, davayı şimdi öğrendim, savunma için süre istemem normal dedim. Yok yap savunmanı, bugün karar vereceğiz dedi! Şimdi böyle hem de usulü falan takmadan acele bir karar vermeye niyetli ama, tavırları da farklı gibi!

Dedi ki, savcılıkta şöyle ifade vermişsin, “kastettiğim darbeci olanlardır” kısmını okudu ifademin, hala böyle mi düşünüyorsun? Tabii ki öyle! “Yaz kızım, sanık cumhuriyet savcısına verdiğim……… ifademi tekrarlarım dedi, savunma yaptı.” diyerek tutanağa geçirdi, ardından da ekledi: “çık dışarı şimdi, karar vereceğiz.”

Kapının önüne attı bizi “hakim baba” anlayacağınız. Dışarıda koridorun kuytu yerinde asker ve gardiyanlarla cigara içmeye başladık, tam ikinci turu çayla döneceğiz, 5-10 dakika sonra tekrar çağrıldım.

Mealen, “sanık İbo’nun savunmasında bahsettiği gibi, TSK’nın tamamına “köpek” demediği, kamuoyunda tartışılan darbe iddialarını kastederek buna teşebbüs edenleri köpekler olarak isimlendirdiği anlaşıldığından, suçun şartları oluşmadığından beraatine” yazan kararı okudu.

Beraat ettin, gidebilirsin dedi. Bitti mi dedim, bitti dedi.

Hücreye döndüm arkadaşlar sordu, neymiş mevzu, haberim olmadan 6,5 sene ile yargılandım, namuslu adamlara denk geldim, bir günde de beraat ettim, hadi buyurun dedim!

Unutulmaması gereken ise, 2000 yılından bugüne, 28 ŞUBATÇI KÖPEKLER ibaresinin hukuk tarafından koruma altına alınan bir “saptama” olduğudur, ayrıca memleket siyasî hayatına İBDA’nın hediyesidir, tepe tepe kullanın.

&

Bu girişi yazdıktan sonra, gelelim niye yazdığımıza.

Bahsettiğim Sakarya gazetesi, uzun yıllardır Eskişehir’de yayınlanan bir gazete. Elbette muhalif ve hükümeti eleştiren, Eskişehir’in anca geçen seçimde “yakın çalışma arkadaşına bırakarak” belediye başkanlığı görevinden ayrılan Yılmaz Büyükerşen ve Cehapeyi de önceleyen bir gazete. Çağdaş Gazeteciler Derneği ile yakınlığı da yeterli zaten.

2004 yılında başbakan olan R. T. Erdoğan’ı “kedi” şeklinde çizen Musa Kart’ın karikatürünü yayınladıkları için, gazetenin sahibi Üstün Ünügür ve “sayın muhbir vatandaş” olan yazı işleri müdürü Hakkı Sağlam’a - o zamanki parayla- on milyarlık bir tazminat davası açılmıştı ki muhtemelen beraat etmişlerdir. Bu tablo ama gazetenin karakterini göstermektedir herhalde.

2019 senesinde de Hakkı Sağlam’a bir kişi sokakta tokat atmış. Tokat atanın niye attığına dair bir bilgi pek ortalıkta yok, “hakim bey, Barış Pınarı Harekatı dönemiydi, gazetede bir tane bile şehit haberi verilmemiş, şehitlerden hiç bahsedilmemişti” diye bir savunma gördüm sadece, artık harekat haberini nasıl verdilerse, tokatlayan kişi bunu sebep göstermiş. Neyse bunların önemi yok deyip başka bir noktaya geçelim.

İnternette bir mevzuyu araştırırken bir “mizah dergisine” denk geldim. “Sakarya gazetesinin haftalık ücretsiz mizah eki” diye yazıyordu üzerinde. 8 Kasım 2017 tarihli 141inci sayısıymış. Kapağındaki karikatürü görünce, bizim Adapazarlıların çıkardığı “Sakarya” gazetesi zannettim önce. Dikkat ile bakıp, Eskişehir’de çıkan bahsettiğim Sakarya gazetesi olduğunu anlayınca, bu ülkede kanunlar keyfe ve adamına göre tatbik ediliyor kanaati de iyice pekişti!

Hutbede -ismini hep yanlış yazıyor ve söylüyorlar- Kamal Atatürk’e rahmet okunmasına dair olarak cami çıkışında video çekip onun dindarlıkla alakasız olduğunu söyleyip rahmet okunmasına itiraz eden Ahmet Bostancı arkadaşı acil olarak tutuklayıp, aylarca zindana tıkıp ceza vermişlerdi.

Pek kimse bilmez, eski MSP milletvekili ve bakanlık yapmış Hasan Aksoy “abi” de, sene 1993 herhalde, bir yazısında verdiği misal sebebiyle Kamal Atatürk’e “ördek” dedi diye yargılanmıştı, “gör İbo gör, size dava açtıkları gibi, bana da “ördek Kemal” davası açtılar” diye anlatmıştı bunu.

Bunları düşünüp yazmama sebep olan mevzu, Sakarya gazetesi gibi “çağdaş ve Atatürkçü” olduğu bilinen şeylere, asla ve kat’a 5816 sayılı kanundan dava açılmamış olmasıdır.

28 Şubat’ın en sert devrinde, ATV gibi bir kanalda, Ali Kırca gibi “subaylıktan atılmış” öznenin “meydanı”nda “havlici fıkrası” anlatarak Kamal Atatürk’e hem “ince sesli” hem de “ayyaş” diyen Metin Akpınar’a dava açıldı mı? Tabii ki hayır!

Gazetenin mizah ekinin 141inci sayısının kapağı oysa, tam da 5816 sayılı kanunun sınırları içindedir.

Sakarya Mizah Atatürk Kapağı

Kapakta “son günlerde Atatürk’ü yeniden hatırlayanlar var” diye küçük bir yazı ve çöplüğe atılmış Atatürk portresine bakan takkeli ve kirli sakallı birinin “Allah Allah! Ya hu! Bu bizim Mustafa Kemal değil miydi… Kim atmış ola buraya?! Tövbe estag….” yazısı var.

Bu kapağa gülüneceğini düşünerek de, sayfanın sağ üst köşesine “neye güldüğünüzü düşünün!” diye minik bir not koymuşlar.

Düşünelim o halde: Bu karikatürü “iktidar yanlısı” dedikleri bir yayın organı yayınlamış olsa, o minik nota rağmen, “vay Atatürkü çöpe atmışlar” yaygarasıyla 5816’dan dava açılır mıydı, açılmaz mıydı?

TÜRKİYE YÜZYILI denilen bir devirde, “kişiye özel kanun” olması garabetini ortadan kaldırarak, 5816 sayılı kanunun (AİHM’in 2014 tarihli Murat Vural kararına uyarak) kaldırılması, Kamal Atatürk’e yapılabilecek “hakaret içeren isnatların” TCK’daki hakaret suçu maddesiyle; ayrıca ilgili AİHM kararı gereğince, ona ait büst ve heykellere yapılabilecek saldırıların da “kamuya ait eşyaya zarar” mefhumuyla soruşturulması, zararın tazmini halinde de cezadan muaf tutulmasını bekliyoruz.

Bakın kanundaki bir tuhaflıkla da yazıyı bitirelim.

Bahsettiğimiz karikatürü siz de görüyorsunuz, cezalandırılmasını da istiyoruz tabii. Ama 5816/1inci maddesi Kamal Atatürk’ün “heykel, büst ve abideler ile kabrini” kapsıyor, RESİMLERİNİ HARİÇ tutuyor.

İlgili karikatürde ne heykel ne büst var, sadece çöpe atılmış “Atatürk resmi!” Gerçek hayatta da çöpe resimlerini atmaktan kimseyi yargılayamazken, yargılanmaması gerekirken, 2023’ün Ekim ayında 17 yaşındaki öğrenciyi aylarca hapse atmışlardı, o halde Sakarya gazetesinin de “çöpteki Atatürk resmi” sebebiyle cezalandırılmasını istemek hakkımız değil midir?

Bakalım “adliye personeli” ne yapacak bu haberimizden sonra? Kimse zamanaşımı demesin, kesinleşmiş beraat kararı olan “BİR GÜN” başlıklı yazıyı yayınladık diye cunta şefi Kenan Evren’in emri, Tonton Özal’ın oluruyla dava açılmış, yazı, evet bildiğiniz yazı tekrar “yargılanmış”, yasaklanma kararı verilmiş ama bana ceza verememişlerdi.

Bekliyoruz, bir savcı “ayağa kalk Sakarya ve sanık sandalyesine yürü!” diyebilecek mi?