Karaman’ın tüm hayatı ve yazıları, rejimin bekası ve düzenin devamı adına bir İslâm yorumunun nasıl olması gerektiğine dair rehberlik taşır. Bu rehberlik, dinin asli misyonu olan zulme karşı durmayı değil, zalime uygun bir söylem üretmeyi önceler. Sistem ne zaman çıkmaza girse, Karaman gibiler fetva verir, yazı yazar, gönülleri yumuşatır. Dinin ruhu değil, şekli korunur. Adalet değil, statüko gözetilir
İslâm adına konuşanların çok, fakat hakikatin sesi olanların az olduğu bir çağda yaşıyoruz. Dinin asli kaynağı olan vahyin ve onun nasılını ortaya koyan sünnetin rehberliğinde değil, düzenin icapları doğrultusunda şekillenen bir “dindarlık” modeliyle karşı karşıyayız. Bu model, Müslümanları sahih bir İslâm anlayışından uzaklaştırmakla kalmayıp, düzenin meşrulaştırıcı bir unsuru hâline gelmiştir. Bugün kimi isimler, ilmî birikim ve geleneği temsil ediyor gibi görünse de, gerçekte bu yapının ideolojik ihtiyaçlarına cevap veren birer aparat hâline gelmiştir. Hayrettin Karaman da bu isimler arasında başat çıkanlardan biridir. Onun şahsında temsil edilen anlayış, yalnızca bir fikir tercihi değil; hak ile bâtıl arasındaki safların yeniden tanımlanmasını gerektiren bir zihniyet problemidir. “Yeni Türkiye” diye isimlendirilen istikbalde, tıpkı FETÖ gibi suret-i haktan görünüp, küfür rejiminin bekçiliğini yapan eski Türkiye artığı Hayrettin Karaman gibilere asla yer olmamalıdır.
Hak ile Bâtıl Arasında Netleşen Saflar
İslâmî mücadele tarihi, kendi içinde sürekli olarak saflaşmaların yaşandığı, hak ile bâtılın sadece cephelerde değil, fikirde de ayrıştığı bir zemin üzerine kuruludur. Her dönemin bir Mehdi beklentisi yoksa da, her dönemde bâtılı ilmek ilmek dokuyan ve ona karşılık hakkı temsil ettiğini iddia eden simalar olmuştur. Bu simaların bir kısmı gerçekten hakkı taşırken, bazıları da sistemin istediği bir 'dindarlık' biçimini yayarak düzenin bekçiliğini üstlenmiştir. Hayrettin Karaman, işte bu ikinci gruba ait bir figür olarak, fikir planında sistemin ihtiyaç duyduğu 'ılımlı İslâm' profilinin canlı taşıyıcısıdır. İlk çıkışını mason ve reformist Abduh’un öğrencisi Reşit Rıza’nın “Telfikü’l-mezahip-Mezheplerin Birleştirilmesi” kitabını 1974 senesinde sadeleştirip tercüme ederek yapan Hayrettin Karaman, o gün ortaya koyduğu çizgisini bugüne dek sürdürmüştür
20 Nisan tarihinde Yenişafak’taki “Yanlış Tercih Riski” başlıklı yazısında CHP’nin boykot çağrısını 70’li yıllardaki Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarına benzetmesi de bu fikrî pozisyonun bir tezahürüdür.
KARAMAN’IN FİKRİ ARKA PLANI VE POZİSYONU
Reformist Selefî Anlayışın Taşıyıcısı
Karaman, klasik İslâm fıkhını çağdaş normlara göre yeniden yorumlama iddiasındadır. Bu yaklaşım, Selefî bir saflıktan değil; modernitenin taleplerine karşı yeni bir anlayış geliştiremeyip, doğruyu İslâm içinden değil de modernite içinde arayarak cevap verme kaygısından ve bunun üzerinden Müslümanların zihinlerini piç ederek rejime peşkeş çekmek kaygısından doğmaktadır. Bu bakış açısı, Hayrettin Karaman’ı, Kemalist rejim ve onun çocuklarından olan FETÖ gibi, dini içten yıkmaya çalışan rejim unsurları açısından da muteber kılarken, Müslümanlar arasında küfür lehine nifak çıkaran, müşterek Müslüman şuurunun oluşmasını bozucu diğer figürlerde gördüğümüz üzere, onun arkasından da desteklerini hiç ama hiç esirgememişlerdir.
Hayrettin Karaman, işine geldiği yerde tıpkı bir Selefî gibi hadislere ve geleneğe sımsıkı sarılırken, işine gelmediği yerde hadislere ve geleneğe tıpkı yarasa kadar kör bakmakta son derece mahirdir. Karaman’ın bu sinsi tavrı, onu, klasik mânada bir reformist olmaktan kurtardığı ve milletin onu kategorize etmesini zorlaştırması sayesinde, senelerdir kendisini “doğru yol”un gişe memuru gibi lanse etmesine zemin hazırlamaktadır. Mezhepleri eleştirip kendini mezheplerin üzerinde bir konuma yerleştirirken, öte yandan hadisleri kabul edip geleneksel çizgiye bağlı kalması, onu klasik anlamda bir reformistten ayırıyor. Normal şartlarda birinin içine düştüğü tezatlar onun aleyhine işlemesi gerektiği yerde, burada Hayrettin Karaman’ın lehine işliyor. O, bu tezatın kafalarda doğurduğu karışıklığın arkasına sığınarak senelerdir rahat rahat din adına ahkâm kesmeye devam ediyor.
Esasında Hayrettin Karaman’ın Kur’an ve Sünnet’e bağlılık söylemi ardında, sistemin/düzenin icaplarına uygun, “akılcı” bir fıkıh üretme çabası vardır. "Günümüz fıkhı" kavramı bu yüzden sadece ilmî bir başlık değil, aynı zamanda dinin yaşanabilirliğini rejimin sınırları içine çekme hamlesidir. Bu tavır, İslâm’ı hayatın merkezine değil, düzenin içinde bir unsur olarak konumlandırmak isteyen seküler zihinle örtüşmektedir.
Bahsimizi biraz daha açacak olursak, İslâm modernisti diye bilinen Hayrettin Karaman’ı reformist-selefî olarak nitelendirmek daha doğrudur. Zira Hayrettin Karaman, birbirine zıt görünen bu iki yaklaşımın ortak özelliklerini taşımaktadır. Hayrettin Karaman’ın genel çizgisi göz önüne alındığında biraz reformist, biraz selefî yanları olduğu anlaşılır. Bu iki çizgi arasında birleşen ve ayrılan yerleri şöyle izah edebiliriz:
Reformist-modernistler mezheplere karşıdır. Mutlak içtihadı savunurlar. Selefîler de böyledir.
Reformist-modernistler hadisi önemsemezler, selefîler önemser.
Reformist-modernistler akılcıdır, geleneğe karşıdır, selefîler ise zâhircidirler ve geleneği de işlerine geldiği kadar kullanırlar.
Her iki yaklaşımın ortak özellikleri olarak ise şunları söyleyebiliriz:
Geleneksel usûl ve yönteme karşıdırlar.
Selektif(parçacı) okuma yaparlar.
İndirgemeci olup, birçok yönü olan meseleleri tek bir cihete irca ederler.
Geleneği atlayarak, yalnız işlerine geldiği yerde kullanırlar. Mesela İbn Teymiyye’yi alırlar; fakat İmam Gazzâlî’yi ve İmam Buharî’yi almaz, ilim ve hadiste hüccet kabul etmezler.
Fıkhın Rejime Payanda Yapılmak İstenmesi
Fıkıh, hakikatte toplumu dönüştüren bir inkılâp vasıtasıyken; Karaman’ın dilinde siyasî otoriteye meşruiyet sağlayan bir vasıtaya dönüştürülmek istenmektedir. Fetvalar, rejimin taleplerine göre şekillenmiş; adeta fetva makamı değil, laik/seküler rejimin Müslüman milletimiz nezdinde meşruiyet bulmasının aracı hâline gelmiştir. Bu anlayış, dini inkılâp yolundan çıkarıp, sistemin çeperinde bir süs haline getirmek istemektedir.
DİYANET, İLAHİYAT VE REJİM DİNİ
Diyanet’in Meşrulaştırılması
Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet tarihinin başından beri dinin sistemle çatışmaması için kurumsallaştırılmış bir mekanizmadır. Karaman, bu yapının fıkhî temellerle desteklenmesinde başat rollerden birini üstlenmiş, bu gayeye matuf kadronun teşkilinde ehemmiyetli rol oynamıştır. Hayrettin Karaman’ın rejimin meşruiyeti gayesine matuf olarak çerçevesini çizdiği bir İslâm’ı, toplumun ana inanç sistemi gibi göstermeye çalışmak, en büyük tahriflerden biridir. Bu tahrifat, sadece ahkâmda değil; imanî zeminde de çözülmelere neden olmuştur.
İlahiyat Fakültelerinde Kurgu Dinin İnşası
1980 sonrası özellikle FETÖ etkisiyle birlikte İlahiyat fakülteleri, sistemin din anlayışının üretildiği laboratuvarlara dönüşmüştür. Bu süreçte Karaman’ın yazıları, kitapları ve akademik etkisiyle şekillenen yeni din dili; inkılâpçı İslâm’dan uzak, uzlaşmacı, apolitik, seküler taleplerle barışık bir İslâm üretmiştir. Bu, geçmişin Kur’an ve sünnet eksenli mücadeleci geleneğine ihanettir. Hayrettin Karaman’ın katıldığı ve başköşede ağırlandığı FETÖ’nün Abant toplantıları ve yine FETÖ’nün Bank Asya’sına danışmanlığı da halen hafızalarımızda canlıdır.
CHP BOYKOTU KIYASLAMASI: KASITLI BİR SAPTIRMA
70’li Yılların Boykotları Ne İdi?
Yüksek İslâm Enstitülerindeki boykotlar, eğitim talepli bir tepki değil; Batılılaşma ve sekülerleşmeye karşı İslâmî bir dirençti. Müslüman gençliğin ilahiyat eğitimine karşı yönelttiği eleştiriler, aslında Kemalist düzenin dini tahakküm altına alma çabasına karşı Büyük Doğucu mukaddesatçı gençlerin bir başkaldırısıydı. Müslüman öğrencilerin boykotuna karşı her zaman olduğu gibi küfür rejiminin safında yer tutan Hayrettin Karaman’ın Yüksek İslâm Enstitüleri’nde mutlak söz sahibi olmasıyla neticelenen boykot sürecinin kırıcısının, Latif Erdoğan’ın ifadesiyle bizzat Fetullah Gülen ve emrindekiler olduğunu da unutmayalım tabiî. Yüksek İslâm Enstitülerine karşı gerçekleşen başkaldırıyı CHP’nin bugünkü siyasî hamleleriyle bir tutmak; Hayrettin Karaman’ın, ilerlemiş yaşına rağmen tuttuğu sapkın yoldan çıkıp, nedamet getirip, “kurtuluş yoluna” dönme niyeti olmadığının da açık beyanıdır. Yoksa Yüksek İslâm Enstitüsü Boykotları ile CHP’nin boykotlarını birbirine benzeterek-bağdaştırarak ele almak, en hafif tabirle alçaklıktır!
Fikir Cephesine Yöneltilmiş Bir Hamle
Karaman’ın yaptığı kıyas, şuurlu bir çarpıtmadır. Hedef, İslâmî duruşu sulandırmak ve sistem içi muhalefeti meşrulaştırarak, hakiki istikameti direnişi gölgelemektir. Bu yaklaşım, hakkı bâtılın yanına koyup eşitlemek ve insanları fikirde bulanıklaştırmaktır. Böylece sistem içi alternatifler cazip gösterilirken, sahici inkılâpçı duruşlar ya yok sayılır ya da marjinalleştirilir. Hayrettin Karaman ve onun tezgâhından geçenlerin senelerdir izledikleri yol tam da budur. FETÖ ve Hayrettin Karaman başta olmak üzere, suret-i haktan görünen sinsi sapkınlar, Türkiye’de bir sele dönüşerek önüne çıkan her şeyi – rejim dâhil – sürükleyip götürmesi mukadder olan İslâm inkılabını, Müslümanları kendi taraflarına çekip, pörsütüp, rejimin bir parçasına hâline getirmek üzere tahliye kanalları açmış, Müslümanların rejim karşısında zayıflatılmasında ve zayıf tutulmasında başat roller üstlenmişlerdir. Bunun için de sürekli olarak Ehl-i Sünnet’in altını oymayı kendilerine şiar edinmişlerdir.
SİSTEME ENTEGRE EDİLMİŞ İSLÂM TASARIMI
Karaman’ın tüm hayatı ve yazıları, rejimin bekası ve düzenin devamı adına bir İslâm yorumunun nasıl olması gerektiğine dair rehberlik taşır. Bu rehberlik, dinin asli misyonu olan zulme karşı durmayı değil, zalime uygun bir söylem üretmeyi önceler. Sistem ne zaman çıkmaza girse, Karaman gibiler fetva verir, yazı yazar, gönülleri yumuşatır. Dinin ruhu değil, şekli korunur. Adalet değil, statüko gözetilir.
Hayrettin Karaman’ın “imam nikâhına gerek yok belediye nikâhı yeter” fetvası bile meseleleri yalnız şekle mahkûm edici ve İslâmî şuurdan zerre nasibi olmadığının en bariz ifadesidir.
FİKİRDE SAFLAŞMA VE HAKİKİ İSLÂMÎ DURUŞ
Bu coğrafyada din adına konuşan herkes ya hakkın tarafındadır ya da bâtılın hizmetindedir. Ortası yoktur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun naklettiği “bizden olmayanlar bize zıttır; bizimle toplanmayanlar dağıtır” ölçüsünün tam da muhatabı bu ve bunun gibi tiplerdir. Hayrettin Karaman gibiler, yıllarca din kisvesi altında küfür rejiminin din anlayışını inşa etmiş, meşrulaştırmış ve sürdürmüştür. Bu kişilerin halk nezdindeki itibarı, fikirdeki netliğin kaybolmasındandır. Mücadele, sadece siyasî değil; fikrî ve kalbîdir. Gerçek kurtuluş, bu sistemin dışında ve karşısında yer alan hakiki İslâmî duruşla mümkündür. Din, küfür rejiminin içinde değil, küfür rejiminin karşısında bir inkılâptır.
İlgili Okumalar:
Ahmet Davutoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2015, S. 319-338 (“Hayrettin Karaman’ın Marifetleri” başlığı)
Yüksek İslâm Boykotlarının Önemi – Kazım Albay
https://www.barandergisi.net/yuksek-islm-boykotlarinin-onemi
Mehmet Maksutoğlu ile mülakat: Başında üç isim olan (Tayyar-Karaman-Topaloğlu) 'Nesilci klik' Diyanet’e ve İlahiyat’a hâkim oldu
https://www.barandergisi.net/roportaj/basinda-uc-isim-olan-tayyar-karaman-topaloglu-nesilci-klik-diyanete-ve-ilahiyata-hakim-oldu
Hadis Alimi Nedim Urhan ile Mülakat: Mezhepsizlik Yaygın Bir Fitne
https://www.barandergisi.net/hadis-alimi-nedim-urhan-mezhepsizlik-yaygin-bir-fitne
Büyük Doğu Dergisi – Reform Şema – 34. Yıl, 16. Devre, 1. sayı, 8 Mayıs 1978, S. 4-5
Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 1/2, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2009, S. 113-114
Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 5/6, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2009, S. 137-140