Türkiye’nin yaşayan büyük düşünürlerinden Alev Alatlı, GZT’nin Doğduğum Ev serisinde yayınlanan söyleşide ülkemizdeki kutuplaşmayı şöyle anlatmıştı: “Türkiye’nin toplum olarak bozulmaya başlaması birbirimize olan inancımızı kaybettiğimiz zamandır. Dikkat edin, böyle bir şey var toplumda ve de giderek artıyor Türkiye’de. Birbirimize eskisi kadar güvenmiyoruz ve birbirimizi sevmiyoruz kim ne derse desin. Sevmiyoruz.”

Toplumlardaki nefret duygusunu, sebepsiz düşmanlıkları, acılar üzerinde tepinmeyi ve de vahşi cinayetlere sevinmenin boyutlarını tespit etmek için derinlemesine araştırma yapmaya gerek yok artık. Sosyal medyaya bakmak yeterli. Hemen her gün binlerce örnek düşüyor önümüze. Hüdapar’ın Adana İl Sekreteri Sacit Pişgin’i, namaz kılarken bıçaklayarak öldüren 71 yaşındaki katili alkışlayanları gördük son olarak. Yetmedi, Pişgin’in geride kalan iki yavrusunun gözyaşlarıyla dalga geçenlerin paylaşımlarını okuduk. Bir değil, iki değil, üç değil, on değil… Nefretle, vahşetle yazılmış yüzlerce Tweet düştü önüme. Kim bunlar? Bazılarının profillerine baktım. Birçoğu anonim hesap ama nefret saçan paylaşımları yapanlar gerçek kişiler. Yani onlar da insanlar, insan evlatları. Ancak insanlıklarını yitirmişler. Peki neden? Alev Alatlı, “Birbirimizi sevmiyoruz” diyor ya hani. Temelde böyle bir kopukluk var. Sevmiyoruz! Şu ya da bu sebepten fark etmiyor. Günahsız, masum bir babanın katledilmesinden zevk duyan, çocuklarının arşı titreten feryadı karşısında kalbi titremeyen insanlarla birlikte yaşıyoruz. Peki neden böyle olduk? Yanıtını yine Alev Alatlı Hoca’dan alalım: “Bu kutuplaşma mutuplaşma bütün bunların aslı budur. Ama bu bize dışardan geldi. Çünkü Batılı hiçbir zaman bizim gibi olmadı. Orada hep birbirini yiyerek yaşandı. Şimdi biz ne kadar tırnak içinde ve bazılarının çok hoşuna gittiği gibi ‘Batılılaşıyorsak’ bu değerleri o kadar kaybediyoruz demektir.”

Mutlaka gelecek - Necip Fazıl Mutlaka gelecek - Necip Fazıl

Değerlerinden yoksun, maneviyatı çökmüş, aile bağları kopma aşamasına gelmiş, sosyal aidiyetini yitirmiş, haliyle de insani ilişkileri zayıf, narsist, kendisini herkesin ve her şeyin üstünde gören bencil nesillerin yetiştiği ve yetiştirildiği Batı, sosyal medya aracılığı ile tüm Doğu toplumlarını büyük bir hızla etkisini altına alıyor.

Türkiye gibi kültürel mirası güçlü, manevi değerlerini önceleyen ülkelerdeki “kültürel yozlaşmanın” izleri sürüldüğünde karşımıza, büyük iletişim icadı ve Amerikan kültür emperyalizminin silahı televizyon çıkar. Sonrasında ise 30 yıldır internet ve 20 yıldır da sosyal medya gerçeği ile yüzleşiyoruz. Batı’nın kaybettiği tüm değerleri biz de yitirmeye başladık. Hatta Batı’yı internet hızında yakaladık da diyebiliriz.

Sosyal medya ve kaydırılan ekranlardaki 3-5 saniyelik içerikleri izlerken eğlendiğimizi, haber aldığımızı sanıyor lakin duygu durum bozuklukları yaşıyoruz. Yeterince üzülmüyor, sevinmiyor, heyecanlanmıyor ve başkalarının acılarını hissetmiyoruz. Toplumsal bir hastalığa, histeriye tutulmuş gibiyiz. Bu yüzden de bir babanın katledilmesine, yetim kalan evlatlarının feryat figanına sevinen, bundan haz alan, mizah üreten, katilini tebrik eden insanımsı insanlar dolaşıyor aramızda. Narsist düşüncelerini sanal dünyaya akıttıkları için, mahallemizde, iş yerimizde, masamızda ve belki de evimizde olduklarının farkında değiliz.

Bir kullanıcı, okudukları karşısında dehşete düşerek, empati yoksunu ve başkalarının acılarından keyif alan paylaşımları yapanların terör örgütü PKK yandaşı olduğuna inanmak istediğini söylemiş. PKK’lıların ve hatta kurumsal olarak HDP’nin Hüdapar’dan nefret ettiğini herkes biliyor. Böylesi vahşi bir cinayet karşısında sevinç çığlıkları atabilirler de. Yasin Börü ve arkadaşları katledilirken zılgıt atılmadı mı? Ancak sosyal medyada yazılanları, sadece PKK ve HDP çizgisindekilerin Hüdapar düşmanlığı olarak yorumlamak doğru olmaz. Geçiştirmek ve bir büyük bahaneye sığınmak olur. Muhalefetin seçim sürecinde Hüdapar’ı şeytanlaştırma dilinin etkisi de var elbette. İşte bu dil, sosyal medyanın etkisiyle iğrenç bir sakıza dönüştü. Okudukça şaşırıyor, üzülüyor ve kahroluyoruz ancak bizi ve özellikle gençleri günden güne insanlıktan uzaklaştırıp, robotlaştıran bu hale karşı çözüm üretmiyoruz. “Teröristtir bunlar” diyerek kendimizi kandırıyoruz. Kısmen doğru ama tehlike daha büyük...

Ersin Çelik, Yeni Şafak