Avrupa Birliği'nin (AB) 2050 yılına kadar ulaşmayı hedeflediği "sıfır emisyon" hedefi, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji gibi bilinen başlıkların ötesinde, sıradan vatandaşların yaşam standartlarını doğrudan hedef alan radikal tartışmaları da beraberinde getiriyor. AB kurumları ve düşünce kuruluşları arasında giderek daha yüksek sesle dillendirilen "sufficiency" (yeterlilik) kavramı, iklimle mücadele adına milyonlarca Avrupalıyı daha küçük evlerde yaşamaya zorlama potansiyeli taşıyor.
Henüz bağlayıcı bir AB mevzuatında yer almasa da, akademik raporlardan politika notlarına sızan "kişi başına 14-20 metrekare yaşam alanı" gibi öneriler, halihazırda konut krizi ve fahiş kiralarla boğuşan kamuoyunda büyük bir endişe yaratıyor. Eleştirmenler, bu yaklaşımın "yeşil bir gelecek" vaadiyle, halkı daha dar ve kısıtlı bir hayata mahkum etme projesi olduğunu savunuyor.
"Yeterlilik" Kavramı Ne Anlama Geliyor?
"Yeterlilik" politikası, binaların karbon ayak izini azaltmak için sadece enerji verimli olmasının yetmeyeceğini, aynı zamanda "gerektiğinden büyük" inşa edilmemesi gerektiğini savunuyor. Bu fikir, binaların tüm yaşam döngüsü boyunca (inşaat, kullanım, yıkım) neden olduğu emisyonları hesaba katıyor.
- Binaların İklim Etkileri Enstitüsü (BPIE) tarafından hazırlanan 2025 tarihli rapora göre, kişi başına düşen konut alanının frenlenmesi, bir binanın toplam karbon salımını %15 ila %26 oranında azaltabilir.
- Avrupa Çevre Bürosu (EEB) gibi etkili STK'lar, politika yapıcılara "alan optimizasyonu", "boş konutların yeniden kullanımı" ve "ortak yaşam alanlarının teşvik edilmesi" gibi seçenekleri sunuyor.
Ancak bu teknik ve akademik öneriler, pratikte vatandaşların yaşam alanlarına doğrudan müdahale anlamına geliyor. Münster Üniversitesi'nden bir araştırmacının 2021'de Euractiv'e yaptığı "tek kişi için 14-20 m², dört kişilik bir aile için 40-80 m² yeterli" şeklindeki tavsiyesi, sosyal medyada "AB, metrekare kotası getiriyor" şeklinde yayılarak büyük bir tepki topladı.
Barınma Krizi ve Toplumsal Gerilim Riski Artıyor
AB'nin bu "yaşam alanını küçültme" vizyonu, kıta genelinde derinleşen barınma kriziyle taban tabana zıt bir tablo çiziyor. İspanya'dan Berlin'e, birçok büyük şehirde halk, artan kiralar ve konut yetersizliği nedeniyle sokaklara dökülürken, Brüksel merkezli tartışmaların halkın temel barınma hakkını göz ardı ettiği eleştirileri yapılıyor.
- Ekonomik Adaletsizlik: Eurofound raporları, aşırı kalabalık konutlarda yaşamanın hem fiziksel hem de zihinsel sağlık üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ve üretkenliği düşürdüğünü ortaya koyuyor. "Yeterlilik" politikalarının, özellikle düşük gelirli aileleri daha da sıkıştırarak mevcut sosyal adaletsizliği derinleştirebileceği belirtiliyor.
- Devlet-Vatandaş Çatışması: Uzmanlar, iklim hedefleri adına dayatılacak konut alanı kısıtlamaları veya yüksek karbon vergileri gibi politikaların, "devlet-vatandaş sürtüşmesini" artırarak toplumsal huzursuzlukları ve hatta şiddet olaylarını tetikleyebileceği uyarısında bulunuyor.
"Sıfır Emisyon" mu, "Sıfır Konfor" mu?
Şu an için AB'nin masasında somut bir metrekare kotası bulunmuyor. Ancak "yeterlilik" fikrinin, akademik ve sivil toplum çevrelerinden çıkarak politika yapıcıların diline yerleşmesi, gelecekte bu yönde adımlar atılabileceğine işaret ediyor.
Eleştirmenlere göre, bu yaklaşım, iklim krizinin faturasını, en büyük kirleticiler olan dev sanayi kuruluşları veya aşırı tüketime dayalı ekonomik sistem yerine, sıradan vatandaşın evine ve yaşam alanına kesme riski taşıyor. "Sıfır emisyon" gibi meşru bir hedefin, halkın temel ihtiyaçları ve yaşam kalitesi göz ardı edilerek, insanları daha küçük ve yetersiz alanlara mahkum eden bir distopyaya dönüşmemesi için politika tasarımında sosyal adalet ve barınma hakkının önceliklendirilmesi gerektiği vurgulanıyor.




