İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Metris Savaşları” sonrasında sevk edildiği Kartal F-Tipi Cezaevi’nde başlayan Telegram işkencesi süresince yaşadıkları, beşerî tahammülün fevkinde hâdiseler silsilesi... Yalnız işkencenin muhatabı olan Mirzabeyoğlu açısından da değil; insan olan, insan olma memuriyetinin ne anlama geldiğini bilen herkes açısından onun yaşadıkları tahammül dairesinin fersah fersah ötesinde... Kartal F-Tipi Cezaevi’nde başlayan, Bolu F-Tipi hücresinde devam eden ve 22 Temmuz 2014 tarihinde Bolu F-Tipi Cezaevinden “yeniden yargılanma” kararı neticesinde tahliye olmasına rağmen 15 senedir bilfiil -hâlen- sürmekte olan Telegram işkencesi...

*

“Telegram” kelimesinin ne anlama geldiği, ne olduğu, nasıl işlediği gibi sualleri yanıtlamadan evvel şunu ifâde etmekte yarar var; Türkiye’de kök salmış, dallanıp budaklanmış “ihanet şebekesi”nin varlığı artık herkesin malûmu. Bu kökten beslenenlerden yalnızca bir dal olan Ilımanlardan misâl verecek olursak; bizim bundan 30 sene evvel daha yeni filizlenirken teşhis ve ifşâ ettiğimiz “Cemaat” kod isimli yapılanmayla milletimizin ve devletin yüzleşmesi nedense 30 sene aldı. Aynı kökten beslenen diğer ihanet şebekelerinden de yeri geldikçe bahsediyoruz; ya yüzleşen?..

Tek kökten beslenen hıyanet dallarının ortak paydası, kendisini hangi dünya görüşü üzerinden milletimize pazarlıyor olursa olsun, İslâm’a ve Müslüman’a karşı olan kuduz düşmanlığıdır. Şimdi diğerlerinden de misaller verelim bu vesileyle; urlaşmış sermayeyi temsil makamında bulunan TÜSİAD, Ergenekon soruşturmasında şişman savcının önüne çokça oturup kalkmış, Atatürk’e tapınan, Şaman motifli Hristiyan tıynetli dinsiz Kemalistler, satılmış medya mensubları -ki Hürriyet bu makamı kimseye bırakmaz-, daha niceleri ve bunların ardında bulunan efendileri... Bu kuduz kâfir sürüsü, Cumhuriyetin, rejimin de varlığını İslâm düşmanlığına dayandırıyor oluşundan yüz bulmak suretiyle ellerini ve dillerini Müslümanlara uzatmaktan hiç çekinmiyorlar. İstiklâl Mahkemeleri’nden başlayarak darbe dönemlerinde, 28 Şubat’ta ve ekonomik kriz dönemlerinde İslâmî hassasiyet sahiplerinin etki ve yetkileriyle beraber dirençlerinin kırılması için girişilen her türlü faaliyetin içinde hep bunları gördük. Bugün iktidarda olan parti ve Cumhurbaşkanı da sırf Müslüman olmaları ve bu Müslüman millet içinden yetiştikleri için aynı küfür korosunun hedef tahtasında olanlardan. Kendileri de çok iyi biliyorlar bunların kim olduğunu, kendileri de çok iyi biliyorlar bugün bastıkları toprak az biraz ayaklarının altından kaysa başlarına gelecekleri...

Devam edelim; 28 Şubat, İsmailağa Suikastleri, Ergenekon, Balyoz, Fuhuş Çetesi, Aselsan Cinayetleri, MİT Operasyonu, Gezi, 17-25 Aralık Operasyonları, 6-7 Ekim Olayları, dinlemeler, yabancılara servis edilen devlet sırları ve Telegram işkencesinin fâillerinin azmettiricilerinin aynı odak olduğunu görmemek için kör olmak icab eder herhâlde...

İbda Külliyât'ında sıkça geçtiği üzere; “İslâm’da idare biçimi yoktur, idare ruhu vardır.” Türkiye’nin kendi iç ve çevre şartları Türkiye’yi yeni bir idare şekline geçmeye zorluyor, bu muhakkak... Peki ya geçmenin artık zaruret olduğu idare şeklinin ruhu?.. Bugün geçerli olan idare şekli yalnızca mahiyetinden ötürü mü problemli bir idare şeklidir, yoksa ona üflenen “öz”ün sakatlığından ötürü mü? Tabiî ki şeklinden kaynaklı problemler mevcutsa da, asıl sıkıntı “öz”den kaynaklanıyor. Öyleyse, yeni idare şeklinin özü ne olacak? Açık konuşmakta yarar var;  biraz evvel tanımladığımız “odak”ın son yıllarda hız kazanan faaliyetlerinin sebebi, Türkiye’de millet ile devletin ortak bir paydada, İslâm paydasında buluşmasının önünü kesmektir. Bu “odak”ın gerçekleştirdiği faaliyetlere baktığımızda ise iki hedef görüyoruz; bunlardan birincisi idare biçiminin değişmesine mâni olmak, ikincisiyse değişecek idare biçimine “İslâm’a Muhatab Anlayış” ruhunu üfleyecek olanları kontrol altına almak, olmuyorsa ortadan kaldırmak, olmuyorsa itibarsızlaştırmak, o da olmuyorsa fikir ve aksiyon planındaki faaliyetlerine mâni olmak.

“İslâm’a Muhatab Anlayış” dâvâsının mihrak şahsiyeti İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu olduğuna göre, gelelim onu kontrol altına almak, ortadan kaldırmak, itibarsızlaştırmak, fikir ve aksiyon planındaki faaliyetlerine mâni olmak adına kullanılan ve başarısız olduğu ölçüde de hınçlarını çıkartmak için bir eziyet-işkence vasıtası haline getirilen Telegram’a...

Telegram

Telegram, şu anki kullanıldığı haliyle, bilindiği üzere, Salih Mirzabeyoğlu'nun terminolojimize kazandırdığı bir kelime. Literatüre bu kelimenin girişi de, 2003 senesinde Salih Mirzabeyoğlu tarafında kaleme alınan "Telegram" adlı esere dayanıyor. Kelimenin nasıl ortaya çıktığından da kısaca bahsedecek olursak; Kartal F-Tipi Cezaevinde kaldığı hücresinde, kendisiyle uzaktan ve aracısız bir teknikle irtibat kuran Telegramcıların, yaptıkları işi isimlendirirken belki dalga geçme amaçlı, belki de boş bulunarak ağızlarından kaçırarak kullandıkları bir kelime “Telegram”. Salih Mirzabeyoğlu, içinde bulunduğu işkence ortamında bu kelimeyi hemen “yakalayıp” verimlendirir ve “Zihin Kontrolü” genel başlığı altında sıralan teknikler arasında -özellikle İngilizcede- muhtelif tâbirlerle anılagelen bu “operasyon”u teşhir eder. Bir diğer ifadeyle, Telegram kelimesini, diğerlerinden ayıran kendisine has özellikleriyle belirtici ve bu temel üzerinde derinliğine ve genişliğine işleyeceği bir kavram olarak literatüre kazandırır... Bugünlerde kaleme alınan popüler işlerde birilerinin kendi zaviyesinden “Telegram” kelimesini verimlendirmeye(!) çalışarak düştükleri komiklik de anlaşılıyordur herhâlde...

Literatürde adı geçen pek çok zihin kontrol tekniğinden yalnızca birisidir ve işin zirvesidir Telegram. Zihin kontrol tekniklerinden murad, kişinin kendisine yapılan telkine açık hâle gelmesidir. Telegram tekniği vasıtasıyla, sözlü telkinin yanı sıra, hedef kişiye başka hiç kimsenin algılayamadığı ses ve görüntüler gönderilebilmekte, kontrollü halüsinasyonlar imâl edilebilmekte, duygu durumları etkilenebilmekte ve Telegram’ın kendisine has hususiyeti olarak hedef kişi ile Telegramcı arasında sesli veya sessiz bir şekilde (sunî telepati) karşılıklı irtibat kurulabilmektedir. Diğer taraftan, halüsinojen bitkiler, LSD türü kimyevî maddeler, hipnoz, beyne elektrodlu elektromanyetik uyarım gibi “bildik” öbür zihin kontrol teknikleri hedef kişinin algı, duygu ve düşüncelerini aynen alamaz ve çoğu sadece “dıştan yönlendirme”den ibaret kalırken, Telegram tüm bunları “ânında” alan ve âdeta ikinci bir “ben”, ikinci bir “nefs” gibi operatörünü de işin içine direkt olarak dâhil kılan bir zihin kontrol metodu, vasıtasıdır.

Telegram Cihazı Nasıl Çalışır?

Telegram cihazının biraz evvel bahsettiğimiz faaliyetleri nasıl gerçekleştirdiği hususuna girmeden evvel bahsetmek istediğimiz başka bir husus var.

İlim şubelerinin keskin bir şekilde uzmanlaşma etiketi altında birbirilerinden tecrit edilmesi dolayısıyla, misal vermek gerekirse, ağacı bir bütün olarak tanıyan ilim adamı kalmadı maalesef... Biri kök uzmanı, gövdeyi bilmez; biri yaprak uzmanı, dalı bilmez; biri meyve uzmanı, çiçeği bilmez; diğeri kabuk uzmanı, içini bilmez, vs. İşler gide gide o hâle geldi ki, bir ağacı tanımaları için 15-20 tane ilim adamını bir araya getirmek gerekiyor. Öyle ki, hepsi birleşip bütün olarak ağacın ne olduğunu söyleyebilsinler. Ne mi anlatıyoruz? Telegram işkencesinde kullanılan tekniğin bugün hâlen birçok bakımdan meçhul kalmasının altında yatan temel sâikten bahsediyoruz.

Telegram teknolojisinin tam mânâsıyla ne olduğunun ortaya çıkartılması için, elektrik, elektronik, yazılım, nöroloji, psikoloji, farmakoloji, biyoloji, anatomi vb. gibi şubelerin hepsinde ihtisas sahibi olan, yahut herhangi birisinden “bilmeyi bilecek kadar bilen” birisi gerekiyor. Burada İbda’nın temel oluş prensibi, temel esas olarak ortaya koyduğu “Bütün Fikrin Gerekliliği” bahsine de girmek gerek; fakat bahsimizi dağıtmadan devam edelim.

Telegram cihazının mahiyetini ve nasıl işlediğini izah etmek için öncelikle birkaç parçadan bahsetmek ve ardından da bu parçaları bir araya getirmemiz gerekecek; fakat unutmayalım, illâ böyledir yahut şöyledir demiyoruz, malumatı topluyor ve  her hâlükârda meçhule hürmet  ediyoruz... Öyleyse insan ile başlayalım.

*

Duyu organlarından gelen verilerin değerlendirilmesi ve fizikî bedenin tüm faaliyetleri beyinde gerçekleşir. Beyin, saniyede 10 (1 katrilyon) işlem yapar. Aynı zamanda, bu işlemlerin neticesinde aldığı kararları 100 milyar sinir hücresiyle, 100 trilyon bağlantıya ulaştırarak, bunların fiilî faaliyete dönüşmesini sağlar. İnsan vücudunda, bu nörolojik faaliyeti sağlamakla görevli olan ve basit bir misalle kablo olarak nitelendirebileceğimiz 300 bin km'lik bir sinir ağı bulunmaktadır.

Görme, duyma, dokunma, koklama ve tad alma gibi faaliyetlerin verileri, yine bu sinirler vasıtasıyla beyne nakledilir ve biz de daha önce kazandığımız tecrübelerle irtibatlandırarak söz konusu görüntüleri, sesleri, dokunulanları, kokuları ve tadları teşhis ederiz. Bu algılar, öncelikle alıcılarda yâni göz, kulak, cild, burun ve dilde hissedilir ve çeşitlerine göre uygun biçimde kodlanarak sinir sistemi üzerinden ve elektriğin titreşimleriyle, bir diğer deyişle “frekans” olarak beyne iletilir. Beyin de vücudun diğer uzuv ve organlarının faaliyetlerini yine aynı sinir sistemi üzerinden gönderdiği frekanslar vasıtasıyla gerçekleştirir.

Bu frekanslar, her kişide tıpkı “parmak izi” gibi farklılıklar göstermektedir. Her bir insan beyni, alıcılarla ve tepki organlarıyla olan irtibatını birbirinden farklı karakteristikteki frekanslarla gerçekleştirir. İşte bu irtibat frekansları, bugün ulaşılmış olan teknoloji ile uzaktan haritalandırılabilmektedir.

Beynin alıcı ve verici pozisyonunda bulunduğu sinyallerin manipüle edilmesi mümkün müdür? İşte belki de en can alıcı sual bu. Peşinen “evet” diyelim ve “nasıl”ını izah edelim:

Şimdi, beynin işlem ve sinirlerle olan irtibat hızına bakan bir bilgisayar donanımcısı diyecektir ki; “bu kadar çok verinin süper bilgisayarlarla bile işlenmesi imkânsız, çünkü onların bile işlem hızı hâlen 10’yi geçmiş değil.” Peki, burada kullanılan donanım, ya veri işlemek için değil de yalnızca hedef ile operatör arasında aracı olarak kullanılıyorsa?

Teknolojik gelişmelerin ferdî hayata intikâlinin epey zaman aldığını biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı döneminde icad edilen teknolojiler, ancak son 20-30 yıldır hayatımıza giriyor ve bilhassa son on yıldır gündelik hayatımız içinde rol alıyorlar. Demek ki gündelik hayatta kullanmamız mümkün olan teknolojilerin bile bize ulaşması nereden baksanız 40-50 sene sürüyor. Öyleyse bugün malûm olan, umumî olarak kullanılan teknolojiden yola çıkarak Telegram teknolojisini anlamaya, tanımaya çalışalım.

Brain-to-Computer Interface, yâni beyin ile bilgisayar arasında irtibatı sağlayan “ara yüzler”i artık herkes bilmektedir ve özellikle tıp ile oyun sektöründe gündelik hayatımıza  girmiş olan teknolojiler bunlar. Bir diğer teknoloji ise Brain to Brain Interface, yâni beyin ile bir diğer beyin arasında irtibatı sağlayan ara yüz... Bu konuda da yayımlanmış onlarca çalışma var literatürde; meraklısı inceleyebilir.

Biz, duyu organlarımız vasıtasıyla bir şey algılar, okur ve düşünürken, beyindeki nöronların elektromanyetik aktivitesi sürekli tetiklenmektedir. Bu tetiklenme esnasında yayılan elektromanyetik dalgalar, çok uzak mesafelerden bile olsa okunabilmektedir. İki kişi arasında gerçekleşen telepatinin dünya sathında mesafe tanımadığını –bunun deneyle sabit olduğunu ekleyelim- göz önünde bulunduracak olursak, hedef alınan kişiden yayılan elektromanyetik sinyallerin “nasıl” olup uzaktan okunabileceği de anlaşılmış olur.

Kişinin nöronlarında gerçekleşen aktivite okunabiliyorsa, beyinden nöronlara gelen komutlar taklid edilebiliyorsa ve bu iş uzaktan yapılabiliyorsa; demek ki, ilmî planda da artık reddedilemez bir realite olarak karşımızda durmaktadır Telegram! Telegram operatörünün bu işe nasıl dâhil olduğu da ara yüzler vesilesiyle az çok tahmin edilebilir...

*

Yazımızın en başında belirttiğimiz üzere, Telegram cihazı, hedef alınan kişinin hür iradesine tahakküm etmek, bu vesileyle de hedefi kontrol altına alarak dilediği şekilde kullanmak maksadıyla tasarlanmış bir cihazdır. İradeye tahakküm etmekte başarısız olduğunda ise, müzmin bir işkence ve kamuoyu nezdinde küçük düşürme, itibarsızlaştırma niyetinde kullanılan bir vasıta hâlini alır.

İradesi Allah`ın iradesi hâline gelmiş olan kullar üzerine cihaz marifetiyle tahakküm edilememesi, onun bedeninin de kontrol edilemeyeceği mânâsına gelmez. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde geçen “Adlî Tıbb” bahsinde, iradeye tahakküm etmekte aciz kalan cihazın vücut-beden üzerinde nasıl olup da etkili olduğunu anlatıyor.

Devam edelim; Telegram cihazı ile hedef alınan kişiye çevreden farklı görüntüler gösterilebileceği gibi, mevcud olan görüntüye ekleme ve çıkartmalar da yapılabilir. Yâni halüsinasyona benzeyen fakat gerçeklik duygusu daha ağır basan görüntüler, bu cihaz marifetiyle hedef kişinin zihnine iletilebilir. Bu görüntülerde hedefin üzerine doğru dört nala koşarak gelen bir atlı sürüsü de, etrafın alev alıp yandığı da, kendi uzuvlarının yerlerinden koptuğu da gösterilebilir; hattâ kopan uzuvların acısı ve yokluğu da yine bu cihaz marifetiyle hissettirilebilir.

Aynı şekilde, etrafındaki diğer hiç kimsenin işitmediği sesler, bu cihaz sayesinde hedef kişiye nakledilebilir. Meselâ, bulunduğu oda dışında şiddetli bir çatışma gürültüsü de işittirilebilir, çok iyi tanıdığı birisinin sesiyle kendisine telkinde de bulunulabilir.

Bu örnekler, idrak kuvvetlerine müdahale ederek yapılabileceklerden yalnız bir kısmı. İşin asıl dehşet verici kısmına gelecek olursak, sinir sistemi ve dolayısıyla kırmızı ve beyaz kaslar bu cihaz marifetiyle kontrol edilebilir. Örnek vermek gerekirse; ayakta duran kişi düşürülebilir, jest ve mimikleri kontrol edilebilir, çeşitli uzuvlarından beklenmeyen hareketler gerçekleştirilebilir, kan basıncı, solunum, kalb ritmi gibi hayatî fonksiyonları kontrol edilebilir, boşaltım sisteminde gayri iradî hareketler gerçekleştirilebilir. Bu saydıklarımız, ilk aklımıza gelenler kâbilinden değerlendirilmelidir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu`nun “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde bu konuyla alâkalı pek çok duruma şahid olabilirsiniz.

Yine cihazın marifetlerinden devam edecek olursak, hedef alınan kimse, kendi iradesi dışında bir şekilde konuşturulabilir; nihayetinde konuşmak da sinir sistemine bağlı kas hareketleri bütünüdür.

Anlık duygu değişimleri vasıtasıyla yine iradesiz bir biçimde hedef kişinin ağlaması veyahud gülmesi sağlanabilir.

Kaslarda kramplara sebeb olunabilir. Meselâ hedef alınan şahıs kendi hâlindeyken âniden bir mide krampı geçirttirilerek iki büklüm vaziyete getirtilebilir.

İlgili uzuvların ritimlerine müdahale edilerek hedef kimse olduğundan daha sakin, tedirgin, korkulu, hırçın ve yorgun gösterilebilir. Bir diğer taraftan beyinden geliyormuş gibi verilen sinyal komutlar ile hormonâl denge bozularak da bu işler gerçekleştirilebilir.

Maddî Cihazın Sebeb Olduğu Metafizik Çile

İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 15 senedir maruz kaldığı Telegram işkencesini herhâlde iki safha hâlinde değerlendirebiliriz; Telegram cihazının varlığını, kendisine yapılanın Telegram olduğunu bilmediği ilk safha ve kendisine yapılan işkencenin bir cihaz ve başındaki operatörler vasıtasıyla gerçekleştirildiğini çözdüğü ikinci safha...

Yaşamadığımız için bilemeyiz ama birinci safha ikinci safhadan daha zordur herhâlde... Metris Cezaevi'ne yönelik olarak gerçekleştirilen “Noel Baba Operasyonu” neticesinde teslim alındıktan sonra, hâlâ hayatta olmasına kendisi bile şaşacak derecede bir linç teşebbüsüne maruz bırakılan Mirzabeyoğlu’nun Kartal F-Tipi Cezaevindeki hücresine yerleştirilmesiyle başlayan Telegram, Mirzabeyoğlu’nun fizikî bakımdan çöktüğü ve kendisine yapılanın ne olduğunu bilmediği zamanlarda bile “irade kontrol” işlevini hiçbir zaman yerine getirememiştir. Bunun altını çizelim, çünkü yayın maksadı Müslümanların hayrı olmayan belli bazı gazetelerin, sırf dezenformasyon gayesiyle Salih Mirzabeyoğlu'nun ağzından uydurdukları “irademi kontrol ediyorlar” sözleri malûm. Oysa kiMirzabeyoğlu’nun burada ifâde ettiği, iradesinin tahakküm altına alındığı değil, zihninin kontrol ederek iradesine tahakküm teşebbüsüdür. Muvaffak olunamamış ki, bu durumdan bahsediyor.

Mirzabeyoğlu yaşadıkları ile alâkalı olarak yine Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinde diyor ki:

- “TELEGRAM’ı anlatırken, bazı kişilerin hâdise anlatmamı istediklerini duydum. Kaba-saba hâdise anlatmalarının, kaba-saba anlayışlar önünde ne hâle geldiği, bizzat benim yaşadığım dramdan belli değil mi? Meselenin ne gülünç hâle düştüğü? Ben, “karnıma ağrı veriyorlar!” desem, karın ağrısına tavsiyeden tutun da, “benim de karnım ağrıyor”a varan, beni büsbütün boğucu olmaya ve TELEGRAMCILAR’ın ekmeğine yağ sürmeye kadar neler, neler! Onların gülünçlükleri de, bana çıkan ve anlaşılmayı zorlaştıran bir vakıa. Kaldı ki, söz konusu teknikle gerçekleştirilen iş, dünyalar arası hesablaşmayı gerektiren bir mahiyette ki, bu eserde aslolan, bir nefs murakabesi ve muhasebesidir; hâdiselerin nakli, buna bağlı ve hukukun hileleşmeden dikkatini uyarmak içindir.”

Bundan ötürü biz de “şunu yaşadı, bunu yaptı”lardan ziyâde işin başka bir veçhesinden devam edelim. Teferruatını merak edenler ise “Ölüm Odası B-Yedi” adlı esere başvurabilirler.

İşin metafizik çilesine dönecek olursak:

Uzmanların veya konuyla ilgili olanların “zihin kontrolü” olarak adlandırdığı Telegramdaki beden ve beyin koordinasyonuna yönelik müdahale-manipülasyon tekniklerine bir nebze de olsa açıklık getirdiğimize göre, ferdin kararlarının ve yapacaklarının nasıl kontrol edildiğine bir bakalım şimdi de... Zaten yapılan müdahalelerde bedeni hedef almaktan maksat, insanın güdülmesini veya yönlendirilmesini sağlamak üzere, kişinin direncini kırmaktır. Tıpkı yakalanmış olan kişinin konuşturulması için işkence edilerek direncinin kırılmasının amaçlanması gibi.

İnsana Allah tarafından “hür” bir irade bahşedilmiş ve bu münasebetle Eşref-i Mahlûkat yâni yaradılanların en üstünü olarak nitelendirilmiştir. Ahiret günü bu sebeble vardır ve her ferd “hür irade”siyle yaptıkları ve yapmadıklarından mes’ûl olarak orada yargılanacaktır. İşte Telegramda hedeflenen de, ferdin beden ve zihnine müdahale ederek onun bu “hür irade”sini belli bir yöne sevk etmek; duyacaklarını, düşüneceklerini, hareketlerini ve tavırlarını böylece kontrol altına almaya çalışmaktır. Bu noktada asla unutulmaması gerekense, “hür irade” prensibinden dolayı, kimseye istemediği bir şeyin istetilemeyeceğidir. Ne var ki, kişiye zorla bedenî hareketler yaptırılabilir, Telegramda olduğu gibi belli duygu ve düşünceler de teklif edilebilir. Yalnız hatırdan çıkarılmamalıdır ki, bunlar ne kadar “bizdenmiş gibi” görünse de, sadece cihazın başında oturan operatörün şuurlu bir şekilde dâhil olduğu “sunî bir nefs”, “sunî bir ben” gibidir.

Bu nev’i müdahale ve işkencelere maruz kalmış diğer örneklerden bildiğimiz üzere ve özellikle bedenî sevk noktasında, genelde “başarıyla” neticelenen bir uygulamadır, Telegram. Şöyle ki, Telegrama maruz bırakılan kişiyi bir istikamete yürütmek istediklerinde, kişinin beyninden sinirler vasıtasıyla yürüme unsurlarına gönderilen frekansların uygun kodlu hâlinden yararlanarak, kişiyi yürütmeye çalışabilirler. İnsanın dilemediği hususlarda konuşması yahud konuşmaya zorlanması meselesi de aynen böyledir. Kişiye gönderilen frekanslar ilgili sistemin kodlarını taklid ederek, kişiye istenilen sözler onun şuuru dâhilinde ancak kontrolü haricinde söyletilmek istenebilir. Bu husustaki “başarı” nisbetleri ise, hedeflenen kişinin kendi ahlâkî prensiblerine olan bağlılık derecesiyle alâkalıdır. Bu vesileyle, Telegram uygulamasının Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu tahakküm altına alıp yönlendirme teşebbüsünde “niçin” başarısızlığa mahkûm olduğunu cevablamaya çalışalım.

Telegram hâdisesinde, ferdi istedikleri gibi konuşturabilme veya hareket ettirebilme telkin ve tazyikinden bahsetmiştik. Bu uygulama esnâsında ferd, arka plânda “şuurlu” olarak vardır ve kendisine söyletilmek veya yaptırılmak istenen hareketlerin farkındadır. Bu durumda ferd, eğer ki meyilli olduğu hususlarda zorlanıyor yahud telkine maruz kalıyorsa, tesir son derece etkilidir ve derhâl kendisini gösterir. Ancak ahlâkî prensiblerine bağlılığı çok güçlü olan ferdlerde, tahakküm altına alınma söz konusu değil, ancak işkencenin devamı sabittir. İnsanda idrak eden, “ruh”tur. Beyne hangi usûl ve teknikle müdahale edilmeye çalışılırsa çalışılsın, istikameti kalben ve ruhen “hakikatin hakikati” üzere olan ferdi götürebilecekleri son nokta, yalnızca çok ağır bir işkenceden ibaret kalacaktır. Dolayısıyla, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, ferdin iradesi üzerinde tahakküm kurmaya yönelik olarak tasarlanan bu cihazın “insan” üzerinde muvaffak olamayacağını da bizzat isbat etmiş ve belki de yıllar süren, son derece maliyetli bir projeyi çöp etmiştir.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Berzah” adlı eserinde diyor ki; «insan cevheri olan “ruh” da bir yaratıktır. Fakat ruh, Halk Âlemi’nden olmayıp Emr Âlemi’nden olması dolayısıyla, onun kendisine has temayülü iyiliklere yönelmektir; lakin Halk Âlemi’nde bedene girince yâni “nefsle” karşılaşınca, onun mahiyeti dolayısıyla zorunlu olarak kötülüklere yönelmiş ve onda kötü istekler doğmuştur.» Telegram cihazının tasarımcı ve uygulayıcılarının en önemli problemi tam da bu tesbitte gizlidir; ruh, Telegramcıların, makinenin, maddenin asla uzanamayacağı bir yerdedir.

Biraz daha yakından bakarsak; ferd, hipnoz ile yönlendirilebilmektedir ancak, sadece meyilli olduğu istikametlerde ve ahlâkı izin verdiğince. Telegramda söz konusu olan ise, cebrî telkindir. Her ne kadar cebrî de olsa, ruh ve nefs arka plânda hazır ve nazırdır. Ruh’un “hür irade”si olmasaydı, Telegram, belki de bu cihaza mâlik olanlara tüm bir insanlığı kontrol kudretini bahşedecekti. Lâkin ruhun varlığı, başlı başına, bu gayretin önünde dikilmiş yıkılmaz bir sed niteliğindedir.

Kısacası, kurban olarak seçilen ferdin fikrî ve ahlâkî “önceliklerinin” ne olduğu, zihin kontrolünün başarı yahud başarısızlığını tâyin edecek biricik kriterdir. “Hakikatin hakikati”ne sadık kimseler önce Hakk’ı tanır, sonra gördüğünü veya işittiğini dikkate alır. Temel mesele, Telegram yoluyla yapılan telkinler veya direkt yönlendirmeler değil, ferdin prensiblerinin ne olduğu, onlara bağlılığının derecesi ve ahlâkî sınırlarıdır.

“Hakikat”, “şeriate aykırı olmayan” şeydir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu Yağmurcu adlı eserinde şöyle demektedir: “Şeriate aykırı hiçbir hakikat olamaz; insanda zahir ve bâtın soyundan tecelli eden her faaliyet ve bilgi, doğrudan veya dolaylı, onun mihengi içindedir.” Demek ki, Şeriate bağlı ve akıllı olan kimse, yaşanılan veya “yaşatılan”, zahirî veya batîni, her gerçekleşeni “hakikatin hakikati” hâlinde Şeriat nisbetiyle ölçer ve iradî tavrını buna göre belirler. “Hakikatin hakikati”ne bağlılık kaygısını yaşama kaygısının üstünde tutan ferdlerde bu Telegram uygulamasının ulaşabileceği son durak, yalnızca ve barbarca bir cinayettir. Ruhuna hükmedemediğinin, bedenini ortadan kaldırmak!

Neticede

Salih Mirzabeyoğlu’na cezaevinden başlayarak tahliyesinden sonra da devam eden süreçte 15 senedir Telegram cihazı vasıtasıyla işkence edilmektedir. Teknik izahatını yukarıda yapmaya çalıştığımız bu işkencenin Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nda –dayanılmaz işkencesi bir yana- mânen “niçin” başarısız kaldığı ve kalmaya da mahkûm olduğu artık anlaşılsa gerektir. O, tüm bu akıl çatlatıcı işkencelere rağmen “istikamet” üzere yürümekte; bu işkenceler altında yazdığı eserlerle “İman ve İslâm” aksiyonunu hiç tavizsiz yükseltmektedir. Telegramcıların beklediklerinin tam tersi olmuş, yâni bu işkenceler O’nu tüketmemiş; aksine, idrak ve insaf ehli nazarında, kendi nefsine hükmetme davasında dünya çapında bir “insan” olduğunun, “hakikatin hakikati”ne olan sarsılmaz bağlılığının ve bu azîm sadakat makamının tasdiki olmuştur.

*

Başa dönecek olursak, idare şekli değişiyor ve bu şeklin değişmesinin karşısında olanlar birleşiyorlar; hakeza değişen idareye ruh üfleyecek olanın da senelerdir karşısında duruyor ve ellerinden geleni -en ahlâksızından, en vahşisine kadar- senelerdir sergiliyorlar. Öyleyse böyle bir vaziyette mesele yalnız dinlenen telefonlar olamaz ve tüm bunların arka planında yer alan, son derece derinlerde saklanan Telegramcılara ve onların Efendilerine erişinceye kadar ne şekil, ne de ruh değişiminden bahsedilemez; daha da doğrusu “bağımsızlıktan” bahsedilemez. Öyleyse, hukuk planında anayasal suç teşkil eden Telegram işkencesinin artık devlet gündeminde üst sıralara taşınması, ilgililerin soruşturmayı gerçekleştirerek son derece hızlı bir şekilde sonuca bağlaması şarttır.

İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde Telegram ile alâkalı olarak bahsettiği tecrübelerindeki vicdansızlık ve barbarlık, insan tahammülünün fersah fersah ötesindedir ve eskilerin dediği gibi “taş olsa çatlatır” niteliktedir. Artık “rutin” olur, “rutin dışı” olur orasını bilmeyiz ama bu işin ivedilikle bir çözüme kavuşturulması şarttır.

Nihayetinde iyi niyetli işler, ağırdan da olsa istikâmete doğru manevralar falan derken, bir ağabeyin kardeşini izlediği gibi izliyoruz; sakın yanılmayın, sanmayın ki bön bön bakıyoruz!.. 

Ömer Emre Akcebe - Baran Dergisi 427. Sayı - 2015