“Cumhuriyet Tarihini Üstad’ın Hayatı Üzerinden Okumak”; uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü fırsat bulup kaleme alamadığım bir belgesel film senaryosu. Hoş, yazılsa da çekmek pek mümkün görünmüyor. Zaten hâlihazırda, Üstad’ın yazdığı senaryoyu yaşıyor gibiyiz.

Üstad Necib Fazıl, Türkiye’nin (Büyük Doğu Tarih Muhasebesi ile) geçmişi ve (Büyük Doğu-İBDA Hareketi ile) geleceği olarak, tesir eden demeyelim de, “hedeflerini belirleyen ve gerçekleştiren”  bir fikir ve aksiyon dehası… Aksiyonun, “geçmişi toplayıp geleceğe ilerleyen dinamizm” şeklinde bir tarifi vardır İbda Külliyatı’nda. Yıllar önce lise çağlarında çıkardığımız derginin mottosuydu bu söz. O zamanlardan beri Üstad Necib Fazıl benim için böyle bir fikir adamıdır: Geçmişi toplayıp geleceğe ilerleyen dinamizm…

Üstad Necib Fazıl’ın ve Büyük Doğu’nun, Salih Mirzabeyoğlu’nun ve İBDA’nın bu ülkenin, hatta bütün İslâm coğrafyasının beklediği mütefekkirler ve fikir hareketleri olduğunu söylüyoruz. Tüm bunlar kitapla, dergiyle, konferansla, şiirle, resimle, edebiyatla anlatıldı, fakat yeterince anlaşıldı mı?

Anlaşılmadığını, biz bugün şu “evet-hayır” kakofonisi içinde görebiliyoruz. Seviyesiz, anlamsız, gayesiz bir kampanya yürütülüyor, özellikle sosyal medyada. Üstelik Avrupa da siyasileri ile, medyası ile bu işte bir taraf olmuş durumda. Hikâye aynı: Diktatör!

Geçen yıl Akit gazetesine de yansımış, Salih Mirzabeyoğlu’ndan nakledilen şu mesajı hatırlamanın zamanı:

- “Şimdi gündemde başkanlık sistemi tartışılıyor ya… Fransız sistemi, Alman sistemi, Amerikan veya Amerika sistemi filân… Onların birbirinden ayrı olması, başkanlık sisteminin bulunulan ülkeye göre olması gerektiğini gösteriyor zaten. Meselâ “Fransız Başkanlık Sistemi” diyorsun veya “Amerikan Başkanlık Sistemi” diyorsun; bu neyi gösteriyor? Başkanlık sisteminin iki ayrı ülkede, o ülkenin şartlarına göre olmasını gösteriyor.

Bu mânâda Fransa’da şöyledir, bilmem nerede böyledir diye referans gösterme ihtiyacına filân lüzûm yok.

Bizim sistemimiz Başyücelik’tir… Başyücelik’in gerçekleşmesi için gerekli sosyal şartlar, keyfiyet, şu, bu ayrı dava… Bu hedeflenmesi gereken bir husustur. Yani şu ânda ne türlü bir başkanlık olursa olsun, bunun istikameti BAŞYÜCELİK olmalıdır!”

Yani, “Başkanlık Sistemi” için 16 Nisan’da yapılacak olan referandum için istikamet bizim açımızdan belli: Başyücelik. Bu anlamda referandumda neticenin “evet” çıkacağı ve bizim için mücadelenin devam edeceği de…

Çünkü, Üstad Necib Fazıl’ın “Tarih Muhasebesi”ni “keramet çapında” diye niteleyen Salih Mirzabeyoğlu: “Ne türlü başkanlık olursa olsun, bunun istikameti BAŞYÜCELİK olmalıdır” diyor.

Böylece “Başkanlık Sistemi” tartışmaları arasında, Üstad Necib Fazıl’ın hayatı üzerinden “Cumhuriyet Tarihini” okumanın ne kadar elzem olduğunu da görüyoruz. Onun kurduğu Başyücelik Sistemi’nin bugün bir zaruret olarak kendini dayattığını…

Bazı “hayırcı” kimseler, bu sistemin “Başyücelik”in yolunu döşediğini yazsa da, “Evetçi” kimseler bu konuya hiç girmiyorlar. Kendine “İslâmcı” diyen ve “Hayır” tarafında saf tutanlar da bu konuda ağzını açmıyor. Çünkü “hayırcı”ların “Başyücelik”i gündeme getirerek, “ülkemizi İslâmî bir modelle yönetmek istiyorlar” demelerine karşı “evetçiler” sessiz kalırken, İslâmcı “hayırcı”lar da sessiz kalıyor. Peki, İslamcılar “evetçisi” ve “hayırcısı” ile neden sessiz? Neden “Başyücelik” meselesini gündemlerine alıp tartışmıyorlar?

Bence bu “İslâmcı” sessizliğin iki anlamı olabilir: Birincisi, bu ülkenin İslâmî bir modelle yönetilmesini istemiyorlar. Batı Demokrasisi modelinin en iyi yönetim biçimi olduğuna inanıyorlar.
İkincisi, ülkemizin İslâmî modelle yönetilmesini istemekle birlikte, bunun gerçekleşeceğine inanmıyorlar. Bu konuda herhangi bir mücadeleye de girmek istemiyorlar.

İstemeyen ve inanmayan İslâmcılar’ın neticede “aynı noktada” birleşmiş oldukları aşikar: Başyücelik modeli karşısında “sessizlik”…

Hâlimiz, üstünde oturduğu hazineden habersiz dilenciye benziyor. Belki de tersi. Hani duyarız ya, dilencinin biri öldükten sonra hesabından milyon dolarlar çıktı diye. O hesap,  zenginlik içinde olduğumuzu bile bile sokaklarda dileniyoruz.

Dünyayı, “yeni dünya düzenlerini kurmak için ateşe veren”lerin karşısına, demokrasi, insan hakları bilmem ne edebiyatıyla, böyle bir dilenci pozisyonunda değil, dimdik, meydan okuyarak çıkmanın zamanıdır şimdi:

- “Ben bunları ‘Başyücelik Devleti’nde de yazdım, demokrasi diye zorlama diyorum. Yâ adam dünyanın öbür tarafından tanklarıyla uçaklarıyla geliyor, bu adamı demokrat yapacak! Anladınız değil mi? Yeni Dünya Düzeni kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan başlasın!”

(Salih Mirzabeyoğlu, Adalet Mutlak’a Konferansı, Haliç Kongre Merkezi, 29 Kasım 2014)

Baran Dergisi 532. Sayı