Yapılan vergi zamlarından sonra ülke gündeminde başka bir şey konuşma imkanı kalmadı neredeyse. Ne söylersek ne yazarsak hemen “zamlar için ne diyorsun” sorusuyla karşılaşıyoruz. Bu pahalılıkta bunun olması da gayet doğal. Ekonomik dengesizlik sadece vatandaşın cebini yakmıyor üstelik. Milletin düşünce melekelerini de bozuk para gibi harcayanlara fırsat veriyor.

Siyasi iktisadi içtimai meseleler birbirinden bağımsız değerlendirilemez. Değerlendirilmemelidir de.

İnsanın varlığa ve yokluğa dayanmak için neye ihtiyacı var? Bir insanı zor şartlarda ayakta tutan nedir? Sadece yokluğa demiyorum, varlığa da dayanabilmek…

Seçimden sonra, siyasi ve iktisadi olarak zor bir sürece gireceğimizi, seçim kazanılınca her şeyin güllük gülistanlık olmayacağını uzun bir süredir yazan ve dile getiren kişilerden birisiyim. Ekonomik daralma-kriz beklenilen bir şeydi ve fakat hem usulde hem esasta yapılan bazı şeyler rahatsızlık doğurdu.

Şöyle ki;

Ekonomik olarak en güçlü durumda denilen Batı ülkelerinde bile son birkaç yıldır ciddi sıkıntıların yaşandığını biliyoruz. Ekonomi sistemini tam oturtamamış, yapılan ve yapılabilecek manipülasyonlara karşı durmakta zorlanan ve kırılgan yapısı hala sağlamlaştırılamayan haliyle Türkiye, pandemi, bölgemizde yaşanan savaşlar ve nihayetinde ülkemizin canından can kopartarak on binlerce insanımızın canına mal olan depremle çok ciddi ekonomik girdaba girdi. Sıkıntı beklenmedik değil de çözüme dair adımlarda usul hatası var.

“Tasarruf tedbirleri alınması gerekiyor fedakarlık gerekiyor bunun öncülüğünü de biz yapıyoruz” denilmesi gerekiyordu.

Diğer yandan bu vergilendirme sistemi baştan aşağı değişmeli. Vergi sistemini eşit değil adil bir düzene oturtmak artık hayati bir öneme sahip. Zenginden alınan vergi ile fakir ve orta gelirliden alınan verginin aynı olması adalet değildir. Adalet hak edene hak ettiğini vermek, hak ettiği kadarını almaktır. Uygulanan vergi sistemi “eşitlik” adı altında adaletsizliği doğuruyor.

Bunların ötesinde ise devletin denetleme mekanizması çok zayıf…

Türkiye dünyadaki birçok ülkeden daha zengin güçlü ve sosyal devlet söyleminin hakkını veren bir ülke. Fakat denetleme ve kontrol mekanizması zayıf. Tarladan üreticisinin 3 liraya sattığı bir ürün tüketiciye nasıl 20 liraya gelir bunun izahını yapabilecek kimse var mı? Bunu gören üretici neden üretsin? Komisyoncuların üreticiden daha fazla para kazandığı yerde insan neden üretim zahmetine katlansın?

Verilen teşviklerin, hibelerin kontrolü nasıl sağlıklı şekilde yapılamaz?

Boş görünen 400 bin daire- ev olduğu yazılmıştı geçtiğimiz günlerde. Ya kirayı elden alıp vergiden kaçırılıyor yahut özellikle kira fiyatlarını artırmak için böyle bir şey yapanlar var. İki türlü de suç.

İkinci el araç fiyatının sıfır araç fiyatından daha fazla olması normal mi? Piyasadan araba toplayıp fiyatları yükseltenler tespit edilemez mi? Yahut alış satış fiyatının kontrolü yapılamaz mı?

Her ürünün üretim safhasından son tüketiciye varana kadarki fiyat seyri belgelidir. Serbest piyasa ekonomisinde devlet piyasaya müdahale etmez mantığıyla milletin ezilmesini izleyemez devlet. Devlet halkı sömürenlerden hesap sorma makamıdır.

Bunun ötesinde ise, bizim kriterimiz hiçbir zaman ekonomi olmadı, olmayacak.

Küresel kapitalist sisteme eklemlenmiş siyasi ve iktisadi gidişatı belirleyen mevcut sistemi “değiştirmeye dönük” atılan her adımı, sırtımıza ne kadar yük bindirirse bindirsin destekleriz. Fakat o sistemi ayakta tutup devam ettirme gayesiyle atılan adımlar bize yüktür, züldür.

Batı dayatması ekonomik çözümler Batı dayatması yaşam tarzı, ahlaki ve içtimai meseleleri aynı mihraklar tarafından önerilen şekilde çözüme kavuşturma çalışmaları bizi bir yere götürmeyeceği açıktır.

Tarih boyunca maddi güce başkaldırışımız devlet ve fert/birey olarak, manevi gücümüzle oldu her zaman. Maneviyat! Sabır, şükür, kanaat, paylaşmak, dayanışmak, ulvi bir gaye yolunda yaşamak ve yaşatmak…

Tabi ki ferdin/bireyin, inancından yaşam tarzına tüketim alışkanlıklarını değiştirmeyi hedefleyen kültür emperyalizmi bu modelin görünmez ve pek dile gelmez başrol oyuncusu.

Burada, mevcut ekonomik sıkıntıda “millet sabretsin, kanaat etsin” şeklinde bir söylemde bulunmayacağım.

Yahudiyi yenmek! Yahudiyi yenmek!

O duruşu sağlayacak sistem mi var, o fedakarlığı aşılayan eğitim mi var, o dayanışma ile vatan millet diyen sosyal ortam mı var?

Batı yaşam tarzı maddeyi, maddiyatı, bireyselliği, bencilliği, ferdin kendi mutluluğunu her şeyden önde tutmasını dayatıyor, biz de aldık paşalar gibi, nesilleri bu model ile yetiştiriyoruz.

Sıkıntıda “sabredin” deme hakkı olur mu bu halde?

Sistemi değiştirmeyi hedeflemeden sadece mevcudu düzeltip yaşatmak için atılan adımları benimsemiyoruz. Kaldı ki böyle bir bakış açısının ülkemizi refaha ve kurtuluşa götüreceğini de düşünmüyoruz.

Ekonomi bugün daralır yarın ferahlar. Para bugün yoktur yarın olur. Fakat varlığa ve yokluğa karşı insanın takınacağı tavır, inancı, kültürü ve ahlakıyla alakalıdır. Bunu inşa etmeden var olsa ne olur yok olsa ne… Varlık içinde yokluk türküsü söyleyenler, hayatında gerçek anlamda hiç yokluğa maruz kalmadığı halde hiçbir şeyden memnun olamayanlar bu dediğimizi doğrulamıyor mu?

Bizim meselemiz gerçeğimiz derdimiz budur, bu olacaktır.

Tayyar Tercan, Milat Gazetesi