Kullandığımız dil tarafsız değildir. Dil cihanşümul hâdiseleri algılayış biçimimizi şekillendirir ve bu da kamuoyu üzerinde derin tesir bırakır. Gazze soykırımı bağlamında Batı medyasının kullandığı dil kesinlikle vicdanlı olmaktan çok uzaktadır. Batı medyasının dili İsrail yanlısı anlatıları güçlendirirken, Filistinlileri çileden çıkarttı. İsrail’in yakın zamanda Nasser Hastanesi’ni bombalaması sonrası servis edilen haberler savaş suçlarının nasıl normalleştirildiğini ispatlar nitelikte.
İsrail’in eylemleri çoğunlukla “meşru müdafaa” ya da “Hamas’ı hedef alma” gibi ifadelerle aktarılıyor, bu da soykırımı haklı gösteriyor; İsrailli yetkililer, her olayın hakikati için meşru bilgi kaynakları olarak kabul ediliyor. Suçu işleyenlerin sözleri “doğru”ymuş gibi lanse ediliyor. Bölgedeki gazeteciler, tanıklar ve doktorlar çoğu zaman şüpheyle karşılanıyor. Ana akım medya, İsrail’in işgali altında sistematik baskıya maruz kalan insanların başına gelenleri doğru-dürüst yansıtmıyor bile. Bu çarpık dil, İsrail lehine yapılan anlatıları güçlendirip, Filistin davasının anlaşılmasını engelliyor. İsrail mağdur, Filistinliler ise saldırganmış gibi konumlandırılıyor…
Bu bir günlük hâdise değil; on yıllardır Batı medyası çarpık bir dille aynı şarkıyı seslendiriyor. Ocak 2024’te The Intercept tarafından hazırlanan bir rapor, New York Times, Washington Post ve Los Angeles Times gibi büyük Batı basın kuruluşlarındaki sistematik yanlılığın kanıtlarını ortaya koydu. Raporda “katliam” veya “kıyım” gibi hissî kelimelerin yalnızca İsrailli sivillerin ölümlerini tanımlamak için kullanıldığı yazıyor. İsrailli birine bir şey olunca “katliam”, on binlerce Filistinli öldürülünce “katliam değil.”
Öldürülen Filistinliler için daha sıradan bir dil kullanılıyor; hayatın içinden yaşanan şeylermiş gibi soykırım haberleri sıradanlaştırılıyor. Bu şuurlu bir çabanın ürünüdür. İsrail’in saldırdığı Nasser Hastanesi’nde, en az 20 kişi öldü. Bu insanların içinde gazeteciler ve kurtarma görevlileri de vardı. Tek bir saldırıdan söz etmiyoruz, sistematik saldırılar silsilesinin bir parçasıydı bu! Batı medyası kanıtlara rağmen saldırıyı “trajik talihsizlik” olarak yansıttı. İsrail’in eylemlerini ve şiddetini küçümseyici bu tavır, yeni bir haber usulü değildi.
Hesap sorulmuyor
İsrail’in kurtarma görevlilerini doğrudan hedef alan saldırısına dair görüntüler sosyal medyada yayılıp kamuoyunun öfkesini artırınca bunun “trajik bir talihsizlik” olmadığı anlaşıldı. Görüntülerde her şey ayan beyan ortadaydı, bu bir katliamdı. Buna rağmen Batı medyası saldırıyı apaçık bir savaş suçu olarak yaymak yerine İsrail’in “yanlışlıkla oldu” açıklamalarını tekrarlayıp durdu.
İsrail daha sonra hastanenin “Hamas’a ait bir yer” olduğu için hedef alındığını açıkladığında, Batı medyası bu sözleri papağan gibi tekrarlayıp durdu.
Kendi muhabiri saldırıda öldürülen Reuters bile İsrail’in kasıtlı saldırılarını kabul etmedi. Bunun yerine, İsrail’in “gazetecilerin hedef alınmadığı” yönündeki açıklamalarını manşetlerine taşıdı. İsrail’in Gazze’deki Filistinli meslektaşlarını sürekli hedef aldığı ortada.
Gerçeğin yerini propaganda alıyor
Nasser Hastanesi’nin bombalanması bir istisna değil; İsrail’in ibadethaneler, evler ve okullar da dahil olmak üzere Gazze’nin sivil altyapısına yönelik geniş çaplı saldırılarının bir parçası. Bu saldırılar uluslararası hukuka göre açıkça savaş suçudur. Ancak Batı medyasının İsrail’i sorumlu tutmayı reddetmesi ya da İsrail’in eylemlerini doğru bil dille ifade etmeyişi Batılı insanların yanlış bilgilenmesini sağlıyor.
Gazze’de yaşananlar, “savaşın üzücü ama kaçınılmaz bir parçası”ymış gibi normalleştiriliyor. Bu yalnızca yanlış habercilikle ilgili bir husus değil, aynı zamanda suç ortaklığıyla ilgilidir. Medya, hakikatin savunucusu olmalıdır, İsrail’in kâtibi değil!
(Assal Rad, Ortadoğu üzerine araştırmalar yapan bir akademisyendir. Kendisi Kaliforniya Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır.)