Fikir ve sanat ahlâkı gereği yapılması gereken şahısların dedikodusu değil, ortaya koyduğu iş ve eserlerin konuşulmasıdır. Bir fikir adamı şahsından evvel ortaya koyduğu fikirler bakımından değerlendirilir ve bu tamam olduktan sonra belki sıra onun şahsına gelir. Oysaki yaşanan münevver kıtlığına mukabil sahtelik ve sahtekârlık enflasyonunun alıp başını gittiği ülkemizde, gündemin iki numaralı maddesi hâline gelmiş olan Üstad Necib Fazıl’ın ortaya koymuş olduğu fikir örgüsünden, ne yazık ki tek kelime nasiplenmek mümkün değil; fakat iş Üstad’ın dedikodusuna geldiğinde entellerimizi tutabilene aşk olsun. Her biri dedikoduda, Üstad’ın şahsı hakkında doktora seviyesindeler maşallah.

Bu vaziyeti birkaç sebeb çevresinde ifâde etmek pek mümkün olmasa da, en azından şu üç hususa dikkat çekelim:

Birincisi, Üstad’ın ortaya koyduğu eserler, ele alıp okumak bakımından son derece basit ve bir o kadar keyifli olsa da, ona nüfuz etmek, ortaya koyduğu fikir hamulesini idrak etmek ve bir diğer tarafından da bunu bir hayat tarzı hâline getirmek gerektiğinden, bizim memleketin bohem, zevzek ve ciddiyetsiz enteline ağır geliyor.

İkincisi, ancak fikirlerini anlamaya ve kavramaya başladıktan sonra tam mânâsıyla ortaya çıkan bir fikir ve aksiyon büyücüsü olarak Üstad var ki, niceleri bu manzara karşısında ortaya çıkan devin aynasında kendi cüceliklerini gördüklerinden ve gösterecek olduğundan dolayı kaçınıyorlar.

Üçüncüsüyse, dün nasıl ki Kemalist devletin uyguladığı ambargo dolayısıyla kendi nefs emniyeti için Üstad’dan uzak duruyorlarsa, bugün de aynı sebepten dolayı, muktedirlerin Üstad’a olan alâkası dolayısıyla nemalanmak için Üstad’a yakın duranlar var.

Dolayısıyla dil uzatışlarından maksatları kendi cüceliklerini gizlemekten ibaret. Böyle olmadığı iddiasındalarsa da, fikir planında verecekleri eserleri, aksiyon planında ortaya koyacakları işleri bu iddiamızı geri almak ve hattâ özür dilmek üzere dört gözle beklemekteyiz.

Yürüyen Büyük Doğu, İbda: Yaşayan Necib Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu

Şimdi buraya kadar kaleme aldıklarımızın hepsi, aslında bir buzdağının görünen kısmıydı. Bir yanda Üstad’ın dedikodusunu yapanlar, bir yanda da fikrinin sahici çilesine dalanlar. Senelerdir televizyonlarda, gazete köşelerinde, dergilerde ve kitaplarda Üstad’ın dedikodusunu kimlerin yaptığını zaten görüyorsunuz. Peki ya, Üstad’ın ortaya koyduğu fikir örgüsünün çilesine talib olup, başına gelen onca şeye rağmen bir kere bile “ah” demeden, 40 seneyi aşkın bir süredir fikir ve aksiyon planında iş ve eser üretip Büyük Doğu’yu canlı kılan Salih Mirzabeyoğlu’nu ve onun Büyük Doğu fikriyatının nasıl anlaşılması gerektiğini izah etmek üzere vücuda getirdiği 60 ciltlik İbda manzumesini nereye koyacağız? Fikir, edebiyat, kültür, sanat, hukuk, ilim, hâsılı fert ve cemiyetin her meselesinde Büyük Doğu’nun iddiasını sürdüren Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na nasıl bakacağız? Yağlı sofralara kurulup, büyüklerin dedikodusunu yapanlar ile zehirle pişmiş aş sofrasına çöküp, bir ömür bağlısı olduğu fikrin hakkını verip veremediğinin kaygısıyla yanıp tutuşanlar bir olmaz muhakkak. Şimdi, piyasada arz-ı endam eden büyük demagoglar mı, yoksa Mirzabeyoğlu mu makbul? Asıl soru belki de bu.

Türkiye’nin mâlum şartları dolayısıyla günün geçer akçesi dedikodu olsa da, yarının, istikbalin geçer akçesinin ne olduğunu, harab vicdanlarımızın bakiyesinden doğan insaf ile biliyoruz ama değil mi?

Ömer Emre Akcebe