Prof. Dr. Fethi Güngör yazdı:

Söylemde Birliği Gözden Geçirmek

Birliğin öncelikle söylemde gerçekleştirilmesi gerektiği izahtan varestedir. Ancak çoğunlukla söylemde birliği terennüm eden nice topluluklar eylemde birlik aşamasında dağılabilmektedir. Çünkü söylemde birliği oluşturduğu varsayılan ortak değerler ile gelecek mefkûresinin her toplulukta farklı olduğu eylem aşamasında ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle 19. ve 20. asırlarda yıkıcı işgallere ve daha da vahimi eritici kültürel erozyonlara maruz kalmasına rağmen Müslüman halklar, İslâm medeniyetine aidiyet bilincini korumayı başarabilmiştir. Halkı müslim toplumları yöneten kadrolar çoğunlukla öz değerlerine yabancılaşmış kuklalardan oluşsa da “ümmet bilinci”, “ittihad-ı İslâm”, “İslâmî vahdet” gibi terkiplerle ifade edilen vahdet/birlik ideali geniş kitlelerin gönlünde var olagelmiştir. Ne var ki bu meyanda üretilen parlak sloganlar, söylemde sağlanan görece birliği eylemde birlik aşamasına taşımak için yeterli olmamıştır.

Müstakil bir tetkike muhtaç bu bahsi şu hususa dikkat çekerek kapatabiliriz: İslâm âleminde aslolan eylemde birliği temin etmek olup bunu sağlayabilmek için öncelikle söylemde birliği tesis edecek kaideleri mutlaka gözden geçirmeliyiz. Zira bu kaideler zamanlar ve zeminler üstü, vahye müstenit sağlam taşlarla örülmezse, en küçük mahallî çıkarlar, kavmî hassasiyetler, bölgesel menfaatler birlik söylemini sonuçsuz bırakmaya kâfi gelecektir.

Mazi Bilinci, Hâl Bilgisi ve İstikbal Öngörüsü

Bir toplumda mazi bilgisi ve bilinci ne denli sağlam olursa, mevcut durumunu doğru değerlendirebilme ve isabetli gelecek öngörüsü geliştirebilme kabiliyeti de o denli güçlü olur. Toplumun maruz kaldığı yıpratıcı iç ve dış etkilere karşı direnci ise bu yetinin gelişmişlik düzeyiyle yakından ilgilidir. Küresel, bölgesel ve yerel olayları hakkıyla kavrayabilmek ve geleceğe vakitlice hazırlanabilmek için geçmişi hakikatiyle bilmek olmazsa olmaz bir zarurettir. Zira toplumun geçmişine vukufiyet düzeyi gelecekte alacağı vaziyet üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Merhum sosyolog Prof. Dr. Ali Murat Daryal bu hakikati, kendisinin geliştirmiş olduğu şu sosolojik formülle izah etmişti: Mukavemet=Mazi X (Hâl + İstikbal).

Birliği Eylemde Tesis Etme Zarureti

İslâm tarihi boyunca pek mühim birlik hareketlerinin gerçekleştiği malumdur. Ancak uzun soluklu ve kuşatıcı bir birlik tecrübe edildiğini söylemek kolay değildir. Oysa özellikle üçüncü bin yılın başında ortaya çıkan yerel, bölgesel ve küresel değişimler, halkı müslim toplumların birlik ve temsil ihtiyacını ertelenemez bir hayati mesele olarak tebarüz etmiştir.

Mahlukatın tamamı için geçerli olan “birlikten güç doğar” kanunu hayvanlar âleminde daha belirgin biçimde tezahür etmektedir. Ancak bu kanunun en önemli muhatabı insan topluluklarıdır. Zira dil, kültür, inanç, coğrafya gibi ortak değerler ekseninde sağlam ve sürekli bir birliktelik oluşturabilen topluluklar daha dirençli olur. Nitekim bireyin varlık âlemindeki anlam, konum ve önemini idrak etmesine elverişli bir zemin oluşturan bu toplumsal yapı, bilinçli ve organize hareket edebilen üyelerinin kudreti nispetinde dayanıklı olur.

Öz Değerlerine Yabancılaşmaktan Korunabilmek

Birey için en tehlikeli durum yaratılmışlar içindeki anlam, konum ve önemini yitirmesidir. Toplum için en tehlikeli durum ise kendi içinden yetkin temsilciler çıkaramaması, böylece sahipsiz kalması, yönünü tayin edemez duruma düşerek dağılmasıdır.

Tarih boyunca devletlerin fiyat istikrarı - Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu
Tarih boyunca devletlerin fiyat istikrarı - Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu
İçeriği Görüntüle

Bir toplumun hakkıyla temsil edilmesinde iki unsur hayati öneme sahiptir; entelektüel sermaye ve finansal sermaye. Aydın insanların varlığı toplumun bekası için yeterli gelmemekte, bu manevi güç yanında maddi güce de ihtiyaç duyulmaktadır. Toplumbilimin bu kanununu keşfeden işgalci güçler, tahakküm altına aldıkları toplumlarda entelektüel sermaye sahiplerini ortadan kaldırmakla yetinmemiş, finansal sermayeye sahip kesimi de yok etmeyi temel stratejik hedef olarak benimsemişlerdir. Bunun yakıcı bir örneğini Bolşevik Devrimi sonrasında Kafkasya’da görmekteyiz.

Manevi ve maddi servetlerinden mahrum bırakılan topluluklar kolay yönetilebilecek ve iliğine kadar sömürülebilecek ilintisiz bireyler topluluğuna dönüşür. Böylesi vahim bir neticeye duçar olmaktan kurtulmanın yolu, fikrî servet ile mali servetin eşgüdüm halinde topluma kılavuzluk etmesinden geçer.

Toplumda yeterli bir temsil sistemi kalmamışsa, o toplumu bir arada tutan ortak değerlerin işlevsiz hale gelmesi, millî coşkunun kaybedilmesi, sosyal kimliğin zayıflaması ve nihayet öldürücü bir umutsuzluğun kanser gibi tüm bünyeyi sarması kaçınılmaz olur. Çöküş sürecine giren böyle bir toplumda keyfî tutum ve davranışlar çoğalır, kurallar birbiriyle çelişir, ihlallere karşı yaptırım uygulanamaz. Böylece sevgi, saygı ve toplum yararı; yerini kabalık, şiddet ve bencilliğe bırakır. Fransız sosyolog Durkheim’in “anomi” (1) kavramıyla ifade ettiği bu durum toplumsal bütünleşmenin en yıkıcı düşmanıdır. Zira bireyin toplumu ile, toplumun da medeniyet havzası ile aidiyet bağını sürdürme iradesi kalmamıştır. Keza medeniyetin topluma, toplumun da üyesi bireye güven ve itibar verme kabiliyeti kalmamıştır. Süreç sonunda kendine yabancılaşan bireylerin başka toplumlar içinde eriyip toplumun da tarihe karışması kaçınılmaz olur.

Söylemde ve eylemde birliği tesis edebilmek için riayet etmemiz gereken birtakım ilkeler mevcut olup birkaç hususu şöyle özetleyebiliriz:

  • Birliğin önündeki engelleri kurumsallaşarak aşmak.
  • On dört asırlık İslâm tarihi boyunca ortaya çıkmış birlik hareketlerini incelemek, başarı ve başarısızlık sebeplerini tahlil etmek.
  • Özellikle saldırıların yoğunlaştığı dönemlerde, sömürgecilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir fayda sağlamayan ihtilaflı konuları gündemden düşürüp somut işbirliği ve dayanışma faaliyetleri gerçekleştirebilmek.
  • Kaçınılmaz bir olgu olan değişimi, yönüne ve hızına usulünce müdahil olarak başarıyla yönetmek.
  • Hızlı değişimin doğurduğu anomi (kuralların toplumsal hayatta etkinliğini yitirmesi) ve yabancılaşma (kişinin kendi değer ve normlarına kayıtsız kalması) gibi kültürel şizofreni davranışlarını rehabilite edecek çareler geliştirmek.
  • Toplumumuz, bölgemiz, medeniyetimiz ve büyük insanlık ailemiz için sağlıklı bir durum değerlendirmesi yapmak; sorun ve tehditleri tasnif etmek, gerçek sebepleri teşhis etmek, çözüm modelleri geliştirip uygulamak, belli aralıklarla kontrol edip gerekiyorsa güncellemeler yapmak.
  • İslâm medeniyetine mensup halkların söylemde ve eylemde birliğini tesis etmeyi vazife edinmiş bir yetkilendirilmiş meclis oluşturmak.

Söylemin yanı sıra bilhassa eylemde birliği tesis etmemiz, sadece beka meselesinin bizi icbar ettiği bir toplumsal vazife değil, bilakis Yüce Allah’ın tüm müminlere açık bir ilahi emridir:

Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın; fırkalara ayrılıp parçalanmayın! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da kalplerinizi kaynaştırmıştı ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı. Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.

İçinizde en hayırlı olana çağıran; “maruf”un (iyi, yararlı, doğru işlerin) yapılmasını isteyen ve “münker”den (kötü, zararlı ve yanlış işlerden) sakındıran bir “ümmet” (grup, topluluk, üst meclis) bulunsun. İşte onlardır iflah olacak (nihai kurtuluşa ve zafere erecek, umduklarına kavuşacak) olanlar.” (Âl-i İmran, 3/103-104).

1- Fethi Güngör (2021). “Aydın İnsan Sorumluluğunu Üstlenendir”, Profesörler Geçidi içinde bölüm, (Ed.: S. Doğan). İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, s. 77-90.

Aylık Baran Dergisi 42. Sayı Ağustos 2025