Kiliseden camiye çevrilen yapıları işlediğimiz yazı serimizin geçen ayki ikinci bölümünde İslam’la hayat bulan İmrahor İlyas Bey Camii, Molla Zeyrek Camii, Molla Gürani Camii, Fethiye Camii ve Hirami Ahmed Paşa Mescidi’nden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise Eski İmaret Camii, Koca Mustafa Paşa Camii ve Mesih Paşa Camii’ni işleyeceğiz:

Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı):

Bu manastır kompleksi XI. yüzyılda takriben 1081-1087 yılları arasında Kommenos Hanedanı’ndan imparator I. Aleksios’un (1081—1118) annesi Anna Kommena tarafından “kapalı Yunan haçı” bazilika planlı yaptırılmış, “Pantepoptes (her şeyi gören) İsa”ya adanmıştır. Kilise doğu tarafında dik bir yokuş halinde inen bir tepenin üstünde inşa edilmiştir. Düzgün bir zemin sağlamak için altına binanın ölçülerinde geç dönemlerde su sarnıcı haline getirildiği tesbit edilen bir mahzen yapılmıştır. Kilise ve kompleksi inşa ettiren İmparatoriçe Anna öldüğü zaman manastıra gömülmüş, peşi sıra ölen hanedan üyelerinin de oraya defnedilmesiyle orada bir mezarlık oluşmuştur. Ancak Latin İstilası sırasında (1204-1261) şehirdeki diğer mezarlar gibi bunlar da istiladan nasiplerini aldı ve yok oldu. Kilise ve manastır kompleksi IV. Haçlı Seferi sonrası Katolik kilisesi olmuş ve Venedik’teki San Giorgio Maggiore Benedict’in tarikatına tahsis edilmiştir. Semavi Eyice Hoca’nın nakline göre bazı kayıtlarda burada çok değerli elyazmalarının bulunduğu bilinmektedir. Lakin Latin İstilası sonrasında onlardan da bir iz kalmamıştır.

İstanbul’un fethedilmesiyle birlikte “İstanbul’un ilk medresesi” ünvanını kazanan Molla Zeyrek Camii’nin çok yakınında olan bu yapının manastırı imarethane olarak bu medresede okuyan talebelere yeme içme ve barınma imkanları sağlamıştır. Aynı zamanda kilise kısmı da mescid olarak kullanılmıştır. Fatih Camii ve Külliyesi’nin yapımı tamamlanınca medrese oraya taşınmış, “Eski İmaret Camii” olarak isimlendirilerek camiye çevrilen bu yapı ise İstanbul’da kubbesi kiremitle örtülmüş tek cami olma ayrıcalığı ile hususiyetini fark ettirmektedir. Günümüze ulaşamayan manastıra dair Sultan Fatih Hazretleri’nin yazmış olduğu vakfiyeye göre caminin kuzey ve batı tarafında eski manastırın hücreleri bulunuyordu ve yine vakfiyede geçtiği üzere vakfiyenin görevliler bölümünde bu mescidin günde 5 akçe alacak bir imamı, her biri günde 2 akçe alacak iki müezzini ile yine günde 2 akçe alması uygun görülen bir kayyımı bulunacağı belirtilmiştir. Günümüze orijinal görünümü ile gelmiş olsa da Hüseyin Ayvansarâyî’nin XVIII. yüzyıl sonlarına kadar İstanbul’da bulunan cami, tekke ve zâviyeler hakkında bilgi verdiği “Hadîkatü’l Cevâmi” isimli eserinde geçtiğine göre; yangınlardan çokça etkilendiği (Çünkü Zeyrek bölgesinin genel yapısı ahşaptandır) ve masrafları Harameyn Hazinesi’nden karşılanarak tamir edildiği bildirilir. Mimarisinde açıkça görülen değişikliğin ne zaman yapıldığı ise bilinmemektedir.

1935’li yıllara gelindiği zaman minaresinin yarısı yıkılmıştı; ancak içi normal bir şekilde namaz kılmaya müsait bir haldeydi. 1954 yılında cami Kur’an kursuna çevrilmiş, içine yatakhane konmuş ve narteks kısmı (son cemaat yeri) mutfak olarak kullanılmıştır. 1970’li yıllarda Mimar Fikret Çuhadaroğlu tarafından caminin iç ve dış kısmı kapsamlı bir şekilde tamir edilmiş, dış mimarisi ise orijinal görünümüne kavuşturulmuştur. Camiye çevrilerek hayat bulan kilise yapıları için âdet olan minberde asılı bulunan çifte sancak ve hutbede imamın eline alması için bulunan kılıç da bugün ortadan kalkmıştır. Minberi ve mihrabı orijinal olarak gelemeyen ve bugün etrafı apartmanlarla çevrili olduğu için görünmekte zorluk çeken Eski İmaret Camii, bir süredir etrafı iskele ile çevrili bir durumda sözlük anlamı “bozulmuş olan bölümleri aslına uygun bir biçimde onarma” demek olan lakin Türkiye’de “aslına uygun olmayan bir şekilde imha etme” olarak algılanan “restorasyon” dedikleri garabetin sebebiyle ibadete kapalı bir vaziyettedir. Sultan Fatih Hazretleri’nin vakfiyede belirttiği manastırdan bir iz kalmamakla birlikte tarihi misyonu ve Fatih Sultan Mehmed’in vakfı olmasına rağmen içler acısı durumda olması bu şehrin sahibi ve muhafızlarına yapılan en büyük edepsizlik olsa gerek.

Bu camii şerif Cibali Mahallesi Parmaklık Sokak’tadır.

Koca Mustafa Paşa Camii (Krisis Aziz Andreos Kilisesi):

Aslında bu manastır ismini Bizans halkına Hristiyan dinini kabul ettirdiğine inanılan havâri Hagios Andreas en te Krisei adına kurulmuş bir kilisedir ancak “İkonoklazm dönem” (ikona düşmanlığı) sırasında (726-842) idam edilen, mucizeler yarattığına inanılan Giritli Aziz Hosios Andreas’ın “kutsal” kalıntılarının buraya gömülmesiyle birlikte “Aziz Andreos Kilisesi” olarak anılmaya başlamış ve ismi de öyle kalmıştır. İmparator Arkadios’un kızı Arkadia tarafından yaptırılarak V. yüzyıl başlarına dayanan kilise ile henüz kesin olarak yeri bilinmeyen “Saturnios Kapısı” civarında olan “erkek manastırı”nın bu kilise ile ilgili olup olmadığının henüz tespit edilemediğini ve avlu kapısının dışında yerde bulunan V. yüzyıla tarihlendirilmiş eski bir sütun başlığını bahsi geçen kilisenin Arkadios dönemine ait olduğuna delil olması açısından yeterli görmeyen Semavi Eyice Hoca, bilakis bugünkü caminin yerinde bulunan ve VIII. yüzyıl ile tarihlendirilen bir “kadınlar manastırı”nın olduğunu nakleder. Sur kapılarının en önemlisi olan Altın Kapı’ya yakın bulunan bu yapı, İstanbul’da dehliz planlı yapılarak sonradan camiye çevrilmekle hayat bulan üç kiliseden biridir (Diğer ikisi Fenari İsa Camii [Lips Manastırı] ve Fethiye Camii [Pammakaristos Manastırı]). İkonoklazm döneminde kilisenin idam edilen papazı Aziz Andreos kilisede bulunan aziz ve azizelere ait rolikleri (kemikler, kutsal eşyalar) kilisenin altına gömerek kurtarmıştır. İkonoklast Akım’ın sona ermesiyle (842) I. Basileios (867-886) tarafından tamir ettirilen yapı Latin İstilası’da diğer birçok yapıya olduğu gibi ciddi hasarlar görmüş ve İmparator VIII. Michael Paleologos’un eşi Theodora tarafından 1284 yılında tekrardan yaptırılmıştır. Önceki kiliseden kalma monogramlı yaprak motifli sütunlar da devşirme malzeme olarak yeni kilisenin sütunlarını oluşturmuştur. Devrin şairlerinden Maximos Planudes, İmparatoriçe Theodora’nın burada çok güzel bir kilise yaptırdığından bahsetmektedir -ki bu övdüğü yapı bugünkü Koca Mustafa Paşa Camii’dir. Şehir merkezine uzak bir yerde diye tenhada kalmış manastır ve kilisenin bu tamirden sonra çok daha önem kazandığı ve adından söz ettiren bir ibadet mahalli olduğu kaynaklara geçmiştir.

Fetih’ten sonra harap bir halde bulunan bu kilise uzun bir müddet kullanılmamış, Osmanlı’nın “şenlendirme” politikası ile birlikte Sultan II. Bayezid’in sadrazamlarından Koca Mustafa Paşa tarafından 1486 yılında büyük bir törenle camiye çevrilmiştir. Tören öncesinde harabe halde bir Bizans kilisesi olan yapıda öylesine değişiklikler yapılmıştır ki, Osmanlı-Türk mimarisi için üzerinde durulması gereken mühim bir şaheser haline gelmiştir.

Hıristiyan-Ortodoks litürjisine göre tasarlanarak ayrı ayrı parçalara bölünmüş ve umumun ibadet etmesi için yalnızca ortada bir kubbe olacak şekilde inşa edilmiş yapının kullanılabilir bir camiye çevrilmesi için mihrabın kıble istikametinde olması ve de her açıdan rahatlıkla görülebilir, uyulabilir olması gerekmesinden dolayı eskisine nazaran yapıya tamamen dikey olan yeni bir eksen verilerek yapı kuzey-güney yönüne çevrilmiştir. Bu şekilde kıble yönü sağlanmış ve de enine uzanan bir bina halini alarak saf tutmaya uygun bir biçime gelmiştir yapı. Yine girişleri de yeni aksa göre düzeltilerek batı girişi kapatılmış, kıble duvarının karşısındaki kuzey duvarının dışına altı sütuna dayanan beş kubbeli bir son cemaat yeri eklenmiş, birinci ve beşinci bölümlerine ise birer kapı açılmıştır. Doğu tarafına bakan apsis kısmının kavisi tam ortadan bir pencere açılmak suretiyle hafifletilmiş ve kıble aksının sağında kalacak şekilde batı duvarı önüne bir minare eklenmiştir. Bu minvalde düzeltmeler ile yapı dışarıdan bakıldığında eski halini büyük ölçüde yitirmiştir. Yapılan eklemeler ve yapı arasında uyum sağlanması açısından bütün duvarlar dışarıdan bir taş duvar kılıf içine alınarak adeta temelden kubbeye bir Osmanlı mimari eserine dönmüştür. Hemen çevresine medrese, hamam, imaret yapılarak muazzam bir külliyeye çevrilen yapı kompleksine sonradan Veliyyüddin Efendi’nin yaptırdığı muvakkithane, Darüssaade Ağası Beşir Ağa’nın yaptırdığı çeşme, Rıfat Paşa ve Hacı Emine Hanım tarafından yaptırılan sebiller gibi birtakım ilaveler de yapılarak iyice göz kamaştırır hâle gelmiştir. Aynı zamanda çok sayıda arazi ve dükkân külliyenin evkafına verilmiştir. Rumeli’de Dimetoka, Yanbolu, Filibe, Niğbolu, Karasu, Drama, Serez, Nevrokop, Ustrumca, Selânik, İnebahtı, Avlonya ve Bolu’da gelirleri bu vakfa verilmek üzere çeşitli vakıflar bulunmaktadır. Burası Sünbüliyye Tarikati’nin merkez dergâhı olmuştur; ilk postnişini ise Zât Çelebi Halife lakabı ile bilinen Cemaleddin Halveti Hazretleri’dir. Çelebi Halife Hazretleri’nin hac seferinde vefatı üzerine yerine halifesi Sünbül Sinan Veli Hazretleri geçmiştir. Bu iki mübarek Allah dostu İslamlaşan çevrede Müslümanların yoğun biçimde yaşadığı bir mahallenin doğmasını sağlamış, İstanbul’daki ilk Halvetî şeyhleri olmaları sebebiyle Sünbül Efendi Dergâhı bütün Halvetî tekkelerinin merkez kabul ettiği ve ehli tarîk tarafından hürmet edilen bir misyona sahip olmuştur. Halk arasında Sümbül Efendi Camii olarak da bilinen bu cami, özel gecelerde minarede kandil yakma geleneğinin başladığı cami olması sebebiyle de özel bir konumdadır. Yine külliyenin dikkati celbeden bir diğer eseri de İstanbul’da eşine fazla rastlanmayan, kuşların insanlar tarafından rahatsız edilmeden rahatça su içebilecekleri şekilde tasarlanmış “Kuş Çeşmesi”dir. Tamamen beyaz mermerden imal edilmiş çeşmenin üst hizasında bir bilezikle son bulan silindir gövdenin üzerine insanların erişemeyeceği musluklarla bezenmiş yarım daire bir tepelikle son bulan silindir gövdeli çeşme oturtulmuş çeşmenin kitabesi bulunmamakta ve sahibü’l hayrat bilinmemektedir. Cami avlusunda 2000 yıllık olduğu söylenegelmiş bir çınar ağacının altında Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın biricik torunu Hz. Hüseyin Efendimizin veya oğlu Zeynelabidin Hazretleri’nin kızları Fatma ve Sakine annelerimizin kabirlerinin bulunduğu da rivayet edilmiş, Çifte Sultanlar Türbesi olarak isimlendirilen çevresi demir şebeke ile çevrelenmiş kabir Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Büyük veli tekkenin 2. Postnişi Sümbül Sinan Hazretleri ile birlikte büyük hattatımız Hafız Osman Efendi, avluda Konstantin’in Müslüman olduktan sonra “Sarı Sıdıka Hatun” ismini alan kızı gibi isimler de medfundur. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde buradan bahsederken “duaların kabul olduğu bir yerdir” der ve açıklar sebebini:

Cânib-i erba'asında Mesleme ve Ebâ Eyyûb ve Hârûnu'r-Reşîd asrında Alina nâm kral-ı la'înin elinden nice bin sahâbe-i kirâm ve sahâbîzâdeler şehîd oldukda bu câmi'in haremi etrâfında medfûnlardı. Kim bu câmi'de olan rûhâniyyet (başka) bir câmi'de yokdur.

Muhtemel olarak medresede kullanılmış VI. yüzyıldan kalma monogramlı Bizans kalıntısı oyma bir kapı çerçevesi İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne götürülmüş, Çinili Köşk’ün biraz ilerisi ile müzenin sol tarafı arasında bahçe girişine konulmuştur. 1999’daki İzmit-Adapazarı Depremi’nden birtakım hasarlar taşıyan Koca Mustafa Paşa Camii, camiye çevrilmiş kilise yapıları arasında Bizans izleri en çok silinmiş camiidir.

Bu camii şerif Fatih’te Sümbül Efendi Mahallesi Koca Mustafa Paşa Medresesi Sokak’tadır.

Mesih Paşa Camii (Myrelaion Kilisesi):

Asıl ismi Myrelaion Kilisesi olan bu yapı, İmparator I. Romanos Lekapenos döneminde (920-944) imparatorun kendi adına VIII. veya V. yüzyıldan kalma putperest Roma kalıntısı çapı 30 metre olan bir ibadet mahalli rotunda (kubbeli dairesel yapı) (bir rivayete göre Arkadius’un kızı, II. Theodosios’un kız kardeşi Arkadia’nın sarayı) üzerine X. yüzyılda I. Romanos Lekapenos’un emri ile yapılan yazlık sarayı ve manastırın kilisesidir. Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Bizans’ta da imparatorlar şehrin yoğunluğu, gündelik olaylar vs. gibi sebeplerden dolayı yorulunca dinlenmek için kendilerine kısa bir zaman için çekilip dinlenebilecekleri küçük saraylar yaptırmışlardır (Küçüksu Kasrı, Aynalıkavak Kasrı gibi). Rotundayı içine yaklaşık 74 adet sütun ve üzerlerini örten tonozlar eklenerek su sarnıcına çevirten imparator, daha sonra da burayı bir manastıra çevirerek “Myrelaion” adını vermiştir. Bu manastırın kilisesi olan Bodrum Camii, sarayın rotunda üzerinde olması sebebiyle yapılırken kilisenin altına da bir bodrum şeklinde “krypta” (mezar odası) yapılarak aradaki yükseklik sorunu giderilmiş oldu ve imparator 600 yıllık bir gelenek olan imparatorların bugünkü Fatih Camii yerinde bulunan 12 Havari Kilisesi’ne defnedilmesi geleneğini bozarak öldüğünde Myrelaion Kilisesi’nin kryptasına gömülmeyi vasiyet etmiş, bundan böyle imparatorlar 12 Havari Kilisesi’ne gömülmemiş; imparatorun karısı Theodora, büyük oğlu Kristoforos ve son olarak 961’de VII. Konstantin ile evli olan kızı Helena’nın da buraya gömülmesiyle birlikte aile mezarlığı tamamlanmıştır. Birçok prensesin ömrünü rahibe olarak tamamladığı bu yapı, klasik Bizans kilise yapısı olan taş ve tuğla karışımından yapılmış, “kilise mimarisi” de denen bazilikal planlı olarak inşa edilmiştir.

Latin istilasında neredeyse tamamen yıkılarak büyük zararlar ve yağmalar gören yapı, XIV. yüzyılda baştan yapılmış, İstanbul’un fethinden yaklaşık yarım asır sonra Sultan II. Bayezid döneminde, Fetih’ten önce Müslüman olmuş, zamanla sadrazamlığa kadar yükselmiş olan, Paleologos Hanedanı üyesi Bizans’ın son imparatoru XI. Konstantin’in kardeşinin geleceğin imparatoru olarak görülen oğlu Mesih Paşa tarafından, terk edilmiş Bizans kilise ve manastır kalıntılarının “şenlendirilmesi” politikası çerçevesince mihrap, minber ve minare eklenerek herhangi bir Türk mimari unsuru eklenmeden camiye çevrilmiştir. 1501 yılında vefat eden Mesih Paşa, Murad Paşa Camii haziresine defnolunmuş, XVI. yüzyılda yaşamış olan diğer Mesih Paşa ile karışmaması için kendisine “Mesih Paşa-i Evvel” denmiştir. Aynı zamanda mahallenin kurucu camisi olan Bodrum Mesih Paşa Camii (mahalle oluşması için önce kurucu caminin olması gerekir) 1911’deki Mercan Yangını’nda ciddi hasarlar görmüş, caminin yangından önce çekilmiş fotoğraflarında ise içinin kalem işi ve nakışlarla süslü olduğu ortaya çıkmıştır. Yangından sonra uzun yıllar sahipsiz kalan camide 1930’lu yıllarda İngiliz arkeologlar tarafından mozaik bulma ümidi ile duvarlardaki bütün sıva kazınmış lakin herhangi bir mozaiğe rastlanılamamıştır. Laleli’nin o yoğun koşuşturması ve çarpık yapılmış binaları arasında gözden kaçırılan Bodrum Mesih Paşa Camii’nde yalnızca Hz. Meryem önünde diz çökmüş bir havariyi temsilen yapılmış bir fresk bulunmaktadır. 80’li yıllara kadar harabe halde bulunan cami çevredeki esnaf ve halkın ısrarlı çabaları neticesinde 1987 yılında çok başarılı olmasa da bir restorasyondan geçirilerek ibadete açılmıştır. Camiye ait sarnıç ise yine aynı yıllara kadar harabe bir halde kalmış, bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından “kömür deposu” olarak kullanılarak 1000 yıllık da olsa bizim tarihi eserin her türlüsüne bakışımız budur dercesine akıllara zarar bir şekilde istismar edilmiştir. Günümüzde ise çarşı olarak kullanılan sarnıç pek iyi vaziyette olmamakla birlikte diğer tarihi miraslar gibi esaretten kurtarılmayı beklemektedir. Son olarak 1960’lı yıllarda yapılan kazı çalışmalarında porfirden yapılma bir heykelin topuk kısmına ait bir parça bulunmuştur. Günümüzde Venedik’te bulunan bu heykel (Tetrark Heykeli) 1204-1261 yılları arasında Latin İstilası’nda Katolikler’in ne büyük hırsızlıklar yaptığını gözler önüne sermektedir.

Bu camii şerif Mesih Paşa Mahallesi Şair Haşmet Sokak’tadır.

Görüş: Abdulkadir Aslan

Aylık Baran Dergisi 7. Sayı Eylül 2022