II. Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatından sonra tahta geçer ve kendi adına Süleymaniye Külliyesi gibi bir eser inşa ettirmek ister. Payitaht olan İstanbul’da yedi tepenin de dolduğunu gören Sultan, külliyeyi Osmanlı’nın bir önceki payitahtı olan Edirne’de yapmaya karar verir. Görevi, Mimarbaşı olan Sinan’a tevdi eder.

1569-1575 yılları arasında inşa edilen Selimiye Camii, Edirne’ye hâkim bir tepededir. Selimiye Camii ve külliyesi 25 bin metrekarelik alana kurulmuştur. Cami ana yapısı 50 m x 60 m boyutunda dikdörtgen planlı ve kuzey batısında 2500 metrekarelik avlu vardır.

Ana kubbe yerden 43 m yüksekliktedir ve hiçbir yarım kubbe ile desteklenmez. Kubbenin etrafını saran 3 şerefeli, 4 minaresi 85’er m boyundadır.

“Cami, bütün Türk-Osmanlı ev mimarisinde olduğu gibi, yukarıdan aşağıya doğru inen bir konstrüktif çözümlemeyle namaz kılma düzeni ve çevre verileri göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır.”(1)

Üç şerefelidir ve Ayasofya Camii’nden ilham alır. Şehzade ve Süleymaniye Camii’nden farklı üslup izler. Tezkiretül Bünyan’da geçen ifadelerden anlaşılacağı üzere Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük kubbe yapmak ister. Bunun için mühendisliğin tüm sınırlarını zorlar.

“Üç Şerefeli Camii’nin önemli olan yönü kare plan üzerinde kubbeden oluşan ilk Osmanlı cami tipinden Bursa ‘T’ planlı cami tipine geçiş gibi (…) enlemesine genişleyen mekanı oluşturmasıydı.”(2)

Tarihsel dönem içerisinde doğal taş veya pişirilmiş topraktan oluşturulan ve tuğla olarak adlandırılan yapı elemanları, büyük yapı sistemlerinin inşa edilmesinde en çok tercih edilen yapı malzemelerinden olmuştur. Pişirilmiş topraktan oluşturulmuş katmanlar birbirlerine farklı özellikteki harçlarla bağlanmak suretiyle üç boyutlu yapı sistemlerinin inşa edilmesi mümkün hale gelmiş olur.

Yığma yapı tekniğiyle yapının yüksekliği arttıkça, yapının kendi ağırlığından dolayı meydana gelen atalet kuvvetlerinin oluşturduğu tabandaki büyük momenti karşılayabilmek açısından yapı geometrisini, alt bölümlerde genişletmek suretiyle momentin bileşenlerine ayrılması durumunda oluşacak olan kuvveti küçültmemiz gerekir. Yani başka bir ifadeyle yığma yapının yüksekliği arttıkça, taban alanının da artması gerekir.

Karkas mimariden farklı olarak, yığma mimarilerin bir iskelet sistemi yoktur.

Yığma yapı sistemde yapı malzemeleri geometrik biçimde üst üste dizilerek bina edilir. Bu inşa tekniğinde, yapı ne kadar yükselirse, zeminde o nispette genişler. Karkas mimaride ise bina statiğini kazandıran ana unsur taşıyıcı elemanlardır.

Mimar Sinan yığma mimariden, karkas mimariye geçişi temsil eder.

“Sinan’ın üslubu, kabaca üç aşamaya bölünebilir: 1539 ile 1548 arasındaki oluşum dönemi Şehzade Camii’nin tamamlanmasıyla sona erer; 1549’dan 1568’e dek süren olgunluk dönemi, Süleymaniye Külliyesi’nde tekamül ettirdiği ‘klasik’ üslubu kapsar; 1569’dan 1588’e kadarki ‘klasik sonrası’ dönemini, Edirne Selimiye Camii’nde başlayan yenilikçi dürtüler belirler.”(3)

İnşaa ettiği yapılarda belirli bir taşıyıcı sistem var ve bu taşıyıcı sistem, yardımcı elemanlarla desteklenir. Caminin mimari kurgusunu tayin eden önemli unsurlardan biri fil ayaklarıyla birleşerek ana kubbeyi taşıyan destekleme sistemidir. Sekizli baldeken, destekleme sisteminin ana unsurunu oluşturur.

Caminin üst kısmı ana kubbe, kubbe destek kuleleri, büyük kemerler ve tromplardan oluşur.

Mimar Sinan, Selimiye Camii’nin inşasından beş yıl önce, Osmanlı’nın en büyük alt yapı projesi olan “Kırk Çeşme Su Yolu” projesini yönetir. 1554 – 1563 yılları arasında tamamlanan su yolu Belgrad ormanından şehre su taşıyan 55 km’lik ishale hattı 33 su kemeri, 4 bant ve 580 çeşmeden oluşan çağının ötesinde bir mimaridir. Su yolunun inşası sırasında Roma döneminde kalan, kemerlerin temellerini kullanır.

“Yan cephelerde iki destek sistemi arasında yer alan iki büyük kemer, Selimiye’yle Mağlova su kemeri arasındaki ilişkinin varlığına işaret eder.”(4)

Sinan’ın eserleri birbiriyle ilişkilidir ve inşa ettiği son esere bakıldığında, ondan önce inşa ettiği eserlerin izlerini, bütün içerisinde parçalar halinde görmek mümkündür.

“Selimiye Külliyesi denildiğinde akla yalnızca cami, medrese, darulkurra ve arastayı getirmek, bütün yapı topluğunun bugüne ulaşan bu öğelerden oluştuğu iddia etmek anlamına geliyor.”(5)

Sinan, Selimiye’de ki tek kütle cami mimarisinde, o güne kadar yaptıklarından farklı bir yol izlemeye karar verir ve eşsiz bir kubbe yapmak ister.

Sinan, Şehzade Camii’nde ki 4 yarım kubbeyi, Süleymaniye’de 2’ye düşürür ve Selimiye’de ise tamamen kaldırır. Böylelikle tüm yapıyı tek bir kubbe ile örter. Esasında Mimar Sinan, tek kubbeli cami modelini Selimiye’den yedi yıl evvel İstanbul’da Rüstem Paşa Camii’nde dener ve başarılı olur. Selimiye’de kullanacağı kubbe çapı, Rüstem Paşa Camii’nin 12 katıdır.

Mimar Sinan Selimiye için dörtgen baldeken yerine sekizgen baldeken sistemini geliştirir. Süleymaniye’de birbirine 20’şer metre uzaklıkta 4 fil ayağı varken, Selimiye’de 12 metre aralıklarla 8 fil ayağı kullanır.

“Bu sekiz pilpaye ile kemerler ve üzerlerindeki muazzam kubbe kabuğu ile dört minare, diğer öğelerden vazgeçilse bile anıtın esasını oluşturabilirdi.”(6)

Süleymaniye’nin fil ayakları arasındaki boşluk 400 metrekareyken, Selimiye’de bu alan 700 metrekareye kadar çıkar. Böylelikle klasikleşmiş kubbe-mekân ilişkisi tamamen değişir.

“Cami ana kitlesi beş seviyede yer alan bir strüktürler-konstrüksiyonlar bütünlüğü ile destek sistemlerinden oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla kubbe seviyesi, tromplar veya sekiz köşeli kaide seviyesi, mihrap yarım kubbesi ve cami kare plan seviyesi, cami dikdörtgen planı, kadınlar mahfeli ve hünkar mahfeli, enlemesine genişlemiş dikdörtgen plan seviyesi ve zemin kat dikdörtgen plan seviyesidir.”(7)

Sinan, Selimiye’de statik hesaplamayı tamamen değişip kare plandan, sekizgen plana geçiş yapar ve daha küçük kolonlarla, daha fazla yük taşıdığı görülür. Süleymaniye’nin kolonlarının çapı 8 m ve 4 tane, Selimiye’de ise kolon çapları 4 m ve 8 tanedir.

Sekizgen planda daha rahat planın gerçekleştiğini ve kemerlerde ki boşluk oranını maksimum düzeye çekmesiyle, içerisinin daha fazla ışık aldığını görürüz.

Mimar Sinan, 8 sütunla oluşturduğu iskeletin üzerine 7,5 m yüksekliğindeki kubbe kasnağını yerleştirir ve kubbeyi bu kasnağın üzerine oturtur. Bu defa pandantifleri kullanmaz.

Sinan’ın üstün estetik dehasını gösterip, kubbeyi doğrudan baldekenin üzerine değil, içine yerleştirir. Böylece kubbeyle ana sütunlar arasındaki görsel birleşimi saklar.

Selimiye’nin 2 bin tonluk kubbesini, yerden 43 m yüksekliğinde inşaa eder. Ancak kubbeyle baldeken arasındaki görsel bağlantıyı kesip kubbeyi taşıyıcı sütunların üzerinde değil, arasındaymış gibi görünmesini sağlar. Kubbe havada asılıymış gibi görünür. Bunu dev fil ayakları ve pandantifler olmadan sağlar. Günümüzde dahi, hala Sinan’ın kubbe sistemi çözülememiştir.

Selimiye’nin kubbesini inşa eden Sinan’ın en büyük ilham kaynağı ve rakibi olan Ayasofya’nın kubbesini geçebilmiş midir?

Bu soruya tam olarak evet veya hayır denilemez çünkü Ayasofya’nın hatalı statik hesabından dolayı payandaları inşası sırasında bel vermiş, kubbesi dairesel formunu kaybedip, elips şekline dönüşmüştür. Bu yüzden Ayasofya’nın çapı yoktur.

Ayasofya’nın kubbesi kuzey-güney aksında 31,87 m, doğu-batı aksında ise 30,86 m’dir. Selimiye’nin kubbesi ise 31,86 m’dir. Kubbe içi yüksekliği bakımından ise Selimiye 258 cm daha büyüktür.

Sinan, 1572’de yıkılmanın eşiğine gelen Ayasofya’yı restore eder. Yapıyı kurşun kanatlarla güçlendirip, kubbesindeki eliptik bozulmayı engellemek için yapıyı kuzey ve güney aksında 8 payanda ile destekleyip, kubbeyi her iki yönden sıkıştırır.

“Çapı Ayasofya’yı hafifçe aşan muazzam bir kubbenin hakimiyete altındaki Selimiye Camii, Sinan’ın ‘klasik’ üslubunun alamet-i farikası haline gelen kubbe ve yarım kubbelerin piramidal kademelenmesini terk eder.”(8)

Selimiye’nin minarelerine sıra gelir. Minareler yapımı en zor olan yapı elemanıdır. Çünkü Orta Çağ’da bir yapıyı ne kadar yükseltmek isterseniz, zemini o kadar genişletmeniz gerekir. Sinan ise en ince ve en yüksek olan minareyi yapmak ister.

Orta Çağ’da mimaride en/boy oranı 1/8 dir. 16. yy’a kadar dünyanın en büyük yapısı kabul edilen İngiltere’deki Linlın katedralinin 83 m yüksekliğindeki dev kulesi bile 13 m yüksekliğindedir. Fakat Sinan, Selimiye’de 85 m yüksekliğinde ve 3,5 m çapında minareler inşa eder. Yani 1/8 olan en boy oranını 1/22 gibi ulaşılması neredeyse imkânsız bir seviyeye çıkarır.

Asıl mühendislik dehasını en boy oranında değil minarenin içindeki üç yolda saklar. Bu üç yoldan girip, yukarı doğru çıktığımızda hiçbir şekilde birbirimizi görmeyiz ve karşılaşmayız.

Helis eğrisi prensibiyle üçlü merdiven sistemini geliştirmiştir. Bu prensip Sinan’dan iki asır sonra keşfedilebilmiştir.

Üç merdivenli minare sistemi Selimiye’den 127 yıl önce Üç Şerefeli Camii’de yapılmıştır. Fakat Mimar Sinan, Tezkiretül Bünyan’da kendi yaptığı minarelerin daha ince ve zarif olduğunu şu ifadelerle söylemiştir:

“Üç Şerefelü bir kule gibidür, gayet kalındur; amma bunun minaresi hem nazik ve hem üçer yollu olmak gayet müşkil olduğu ukalaya ma’lumdur.”

Mühendislik açısından, minareler içindeki üçlü yola bakıldığında, yolların deprem kuvvetlerini dağıtmakta olduğu görülür. Deprem direkt minareye zarar vermez, yollar kendisine mukavemet gösterir.

“Süleymaniye’nin uzunlamasına gelişen mimarisi için Sinan’ın gerekli gördüğü şakuli etkiye sahip avlu mimarisi yerine, Selimiye’nin avlusunda Şehzade ve Mihrimah Sultan Camileri avlularının zarif, narin elemanlardan oluşturulmuş sakin mimari düzenlemesinin tercih edilmesi, birbirine uzunlamasına eklenen bölümlerden oluşma gibi bir meselenin bu eserlerde mevcut bulunmamasından kaynaklanıyordu.”(9)

Selimiye’nin harika kubbesiyle, onu taşıyan büyük kemer ve destekleme sisteminin devasa ölçüleriyle beraber sahınlarda bulunan kadınlar ve hünkar mahfelinin eşsiz bir inceliğe sahip küçük ölçüleriyle inşa edilmesi zıt unsurların mükemmel ahengini gözler önüne serer.

“Cami inşaatının bitime yaklaştığı aylarda Sinan’ın şehir silüetini tamamlamak üzere Edirne’de 10-15 konak inşası, ayrıca cami yöresine dikilmek üzere Edirne’den temin edilen 300 bin gül fidanı (…) esere gösterilen itina ile çevre bilincinin yüksek düzeyi hakkında bizlere ışık tutmaktadır.”(10)

Yararlandığım Kaynaklar

1)    Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Yay, 1. Baskı, 2005, sf.283

2)    a.g.e sf. 284

3)    Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı, İstanbul Bilgi Yay, 1. Baskı, 2013, sf.134

4)    Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Yay, 1. Baskı, 2005, sf.299

5)    Uğur Tanyeli, Mimar Sinan Tarihsel ve Muhayyel, Metis Yay, sf.371

6)    Ernst Egli, Osmanlı Altın Çağının Mimarı Sinan, Arkeoloji ve Sanat Yay, sf.172

7)    Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Yay, 1. Baskı, 2005, sf.288

8)    Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı, İstanbul Bilgi Yay, 1. Baskı, 2013, sf.133

9)    Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Yay, 1. Baskı, 2005, sf.320

10)  a.g.e sf.330

Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023