Oleg Grabar; sanat ve mimariyi Kur’an bağlamında ele alırken vahyin, sanat ve mimariye olan tavır ve uygulamalarını üç kısımda inceler.

Birincisi; Kur’an’da sanat ve mimariye yapılan göndermeler.

İkincisi; sanatta Kur’an’ın alıntı kaynağı olması.

Üçüncüsü; sanat aracılığıyla Kur’an’ın çoğaltılması.

“Kur’an’da sanat ve mimari üzerine bir değerlendirme bizi tutarlı bir bütüne değil; iki gruba ayırabileceğimiz bir dizi kopuk gözleme götürmektedir: yapılan eşyaya ve inşa edilen mekanlara doğrudan göndermeler ile eşyanın yapımına ve mekânın tasarımına dair dolaylı çıkarımlar.”(s.134)

Kur’an’da sanat ve mimariye yapılan göndermeler bir bütünlük arz etmektedir. Kur’an muhteva olarak bir meselenin “ruhunun ne olması” gerektiği hakkında hüküm ve ölçü koyar. Aksi olmuş olsaydı yüz binlerce sahife meydana gelmiş olurdu.

“Ne” sorusu metafiziğin sorusudur, oluşumunda insanın dahli görülmez. “Nasıl” sorusu mekaniğin dolayısıyla fiziğin sorusudur. Burada insan devreye girer. Grabar, Kur’an’da nasıl sorusuna cevap bulamadığından kopukluk olduğunu iddia etmiştir. Oysaki Kur’an’a ne sorusunu sormuş olsa sanat ve mimariye ilişkin ölçüleri bir bütünlük içinde görecekti.

Kur’an ahşaptan ev nasıl yapılır sorusunu cevaplamaz fakat ölçü koyar. Rahman suresinde “dengeyi bozmayın” ihtarı ile kul hakkına riayet edin, emriyle ahşap evi nasıl yapmamız gerektiğini genel hükümler çerçevesinde izah eder. Ve en nihayetinde “bir bilene danışın” der.

Grabar; Müslümanlara özgü anlam kazanmış dediği “mescit” ve “mihrap” üzerine teferruatlı incelemelerde bulunur.

Mescidin Kur’an’da 28 defa geçtiğini işaret edip, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa özelinde mescit kavramını izah eder.

“Mescitler, kelimenin tam anlamıyla Tanrı’ya aittir (…) ve kafirlerin girmesi yasaklanmıştır.”(s.137)

Halk ağzında darbımesel bir ifade olan “camiler Allah’ın evidir,” mekâna yüklenen kutsallığı ve saygıyı ifade eder. Camide herkes müeddep bir tavır sergiler ve camiye ancak Müslümanlar girebilir. Çünkü gayri müslimler necistir ve neciste yasaktır.

Grabar, mescidleri kimlerin inşa edebileceği ayeti söyler fakat açıklamalarda bulunmaz. Ayet meali şöyle:

“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve sadece Allah’tan korkan kimseler gerçek manada imar edebilir. Doğru yola ermiş olmaları umulanlar işte bunlardır.” (Tevbe Suresi, 18. Ayet)

Kur'an Yolu Diyanet tefsirinden yola çıkarak neden sadece bu özelliklere sahip insanların imar etmesine izin verilmiş, kısaca izah edeyim:

Mekke'de o dönem hacca gelen müminlere hizmet etmek şeref ve onur meselesi taşıyordu. En şerefli olan kabile hizmet ederdi.

Hacıların su ihtiyacını karşılama ve Mescid-i Haram’ın tamir ve bakımı yapılırdı.

Devam eden ayette "sîkâye" ve "imâre" olarak anlatılır.

Peygamber Efendimiz'in dedelerinden Kusay zamanında başlayan sîkâye ve imâre işleri gelenek hâlinde devam etti.

Bu iki görevin sürekliliği hâli "sidâne" ve "hicâbe" olarak ifade edilir.

Sikâye ve imârenin sürekliliği sidâne ve hicabeyi getirir.

Kâbe'nin perdedârlığı ve anahtarının muhafaza edilmesi bu işlerin başında gelirdi.

Ayetlerin nazilinden ve cahiliye adetlerinin kaldırılmasından sonra müşriklerin bu görevi yapmaları yasaklanmıştır.

Müşriklerin; Peygamber Efendimiz'in Peygamberliğini bilerek inkâr etmeleri, Kâbe'nin içine putlar dikip onlara tapmaları ve Kâbe'yi çıplak bir şekilde tavaf etmelerinden dolayı bu soylu hizmetlerden kendileri men edilmiştir.

İmanın şartlarının bir kısmı sayılan ayette mamur edicinin vasıfları zikredilmiştir.

Necasetle nezafet imar edilmez.

Daha sonra Grabar, mescit ve mihrap kavramlarına bir dizi izahat getirir.

“Cinin Süleyman için inşa ettiği meharib, temasil, cifan ve kudur (…) dini ihtiyaçlardan ziyade genelde güç ve zenginlik örnekleridir.”(s.138)

Erken Emevi döneminde halifeler paranın üstüne portrelerini işler ve yazı yazardı. Fakat İslâmî hassasiyetten ötürü daha sonraki dönemlerde portre kaldırılmış yerine mihrap resmi işlenmeye başlanmıştır. Devletler için para bastırmak güç ve bağımsızlığın alamet-i farikasıdır. Bu gücün aleni yansıması paraya işlenen mihrapla vurgulanmıştır.

Grabar, İslâm sanatlarında temsil meselesine girer ve meseleyi “anikonizm”e bağlar. Grabar’ın sık kullandığı kavramlardan biri olan anikonizm; Tanrı’nın ve meleklerin tasvir edilmesinin yasaklanması durumudur. Bilhassa tek Tanrılı dinlerde putperestliği engellemesi için cevaz verilmemiştir. İslam’da ki tasvir yasağını ise şöyle izah eder:

“Mutlak putperestlik karşıtlığı ve Tanrı’nın tek yaratıcı olduğu.”(s.142)

Genel olarak tasvire bakışı iki başlık altında toplayabiliriz. Birincisi “tasvirler pistir”, ikincisi ise “tasviri yapanlar Allah’a karşı kibre kapılmıştır.”

Birinci düşünce olan “tasvirler pistir” meselesini ele alacak olursak “içinde köpek ve tasvir bulunan eve melek girmez.” Buhari’de geçen hadise göre tasvir, köpekle bir tutulmuştur. İslam’a göre köpek necistir, bu yüzden tasvirde necistir. Temiz olmayan yerde ise ibadet yapılamaz. Başka bir hadiste ise Peygamber Efendimiz namazını kılarken dikkatini dağıtmasın diye figüratif tasvirleri kaldırtır. Burada asıl düşünce gizli veya açık bir şekilde putperestliğe dönüş sakıncasıdır.

Tasvirle alakalı ikinci düşünceye gelirsek “tasviri yapanlar Allah’a karşı kibre kapılmıştır.”  Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur. “Kim bir sureti tasvir ederse azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflemesi emredilir, ama üfleyemez.” Yaratma kudreti ve azameti yalnızca Cenab-ı Allah’a aittir.

Grabar, İslâm sanatının gelişimini Kur’an’dan çıkarılan öğretilerle açıklamak güçtür, der. Grabar’ın bu ifadesi bir İslâm sanatı tarihçisi olarak çuvalladığı ve çok büyük bir hataya düştüğü birkaç meseleden biridir.

Tarihi hadiseler karşısında değişim vuku olan inşa tekniklerini veyahut gelişen sanat akımlarını Kur’an’da aramak; ilmi zayıflığın ve fikri kabiliyetsizliğin ifadesidir. Mesela; bir domatesi toprağa ekmek istediğimizde domatesin olgunlaşmış halini mi yoksa çekirdeğini mi ekeriz?

Basit bir mantık kurulduğunda bile hatası gün yüzüne çıkıyor.

Grabar, Kur’an’da ki sanatsal gelişimi incelemek için konuları “Kur’an’ın ikonografik kullanımı ve Kur’an hattının biçimsel kullanımı” şeklinde iki başlık altında tasniflendirir.

“Müslüman hakimiyetinin ilk iki yüzyılı boyunca Kur’an alıntılarının kullanımında kayda değer miktarda bir deneysellik ortaya koymaktadır.”(s.147)

Erken dönem yapıları ve kitabeleri Grabar’ın bu ifadesini destekler niteliktedir. Anlayışın daha yeni yeni oturmaya başlaması kitabelerde ki ayet zenginliğinin artmasına vesile olur.

İslâm mimarisinin büyük anıtlarının büyük olaylara gönderme niteliğini taşıdığını vurgulayan Grabar; Büyük İsfahan Camii, Kahire’de ki Akmer Camii -Grabar bu caminin Şiilerin Kur’an’dan alıntı yaparak kendilerinin hak olduğunu ifade eder. Şii anlayışın inşa ettiği camiler işlevsel boyutunun yanı sıra propagandist bir hüviyet taşır.-, Afganistan’da ki Gazneli sarayı Leşker-i Bazar, Halep’te ki Firdevs Medresesi’ni misal olarak verir.

İslâm sanatı tarihçisi Oleg Grabar, Halife Hz. Ömer'in kendi devrinde aynı soydan ve aynı isimden gelen aşiret kurumlarının paralel olarak gelişmesini yasakladığını ve hatta aynı asabiyetten gelenlerin tek bir mescit inşa edebileceğini ifade eder.

Hz. Ömer'in bu kararı vermesinin nedeni şudur:

Erken İslâm döneminde mescitler yalnızca namaz kılınan yer değildi. Ordu ve asker alımları, zekât ve sadaka tahsilatları, devlet başkanlığı gibi kurumsal işlerin yürütüldüğü karargâhtı. Aynı aşirete mensup kişilerin farklı mescitler açıp, farklı kararlar alması devlet mekanizmasının işlemesini sekteye uğratacaktı. Her meselede aynı cemaat içerisinde farklı sesler çıkacaktı ve hâliyle birlik sağlanamayacaktı.

İslâm'ın yayıldığı ilk dönemlere baktığımızda Evs ve Hazrec kabileleri gibi kabile reisi Müslüman olduktan sonra kabileleri de Müslüman oldu. Reis karar verir, cemaati de icra ederdi.

Her aşiret kendi mescidini inşa edebilirdi. Peygamber Efendimiz sefere-gazâya çıktığında her kabilenin kendi bayrağını İslam sancağının önde olması koşuluyla cevaz vermişti.

Mealen Cenab-ı Allah "sizi kabilelere ayırarak yarattım" diyor. Kabile haktır, kabilecilik yasak ve haramdır.

İslâm şehirciliği de bu anlayış üzerine gelişmiştir. Şehrin büyük camisi Sultan'a veya kadıya bağlıdır. İmam atamasına halk karışmaz. Sultan veya kadı efendi atar. Fakat mahalle mescidleri özerktir. Sultan veya kadı müdahale edemez. Mescidin imamını ahalinin kendisi tayin eder.

Merkezde namütenahi tek görüntü oluşur.

İslam şehirciliğinin esaslarından biri de kendiliğinden gelişim gösteriyor, olmasıdır.

Hz. Ömer bu kararıyla kabilelerin iradesine ipotek koymamıştır. Aksine düşünce ve fikir çeşitliliğini arttırmıştır.

(Devam edecek.)

Oleg Grabar, İslam Sanatı Çalışmalarının İnşası I, Albaraka Yayınları, 2. Baskı, çev: Defne Karakaya

Aylık Baran Dergisi 36. Sayı, Şubat 2025