“Önce Amerika” sloganıyla Amerikan başkanlığına gelen Trump, enteresan kişiliği ve popülist söylemleriyle farklı bir Amerikan başkanı olarak öne çıktı. Gelişi kadar gidişi de çalkantılı olan Trump’ın başkanlığı boyunca seyrettiği politikalar sıkça konuşuldu. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Suud’dan “sizi korumamızı istiyorsanız bedelini ödeyeceksiniz” diyerek haracını alenen kesmesi, İslâm coğrafyasında “Küre koalisyonu” olarak adlandırılan yeni bir ittifak zemini oluşturarak ABD’nin bu bölgeden yavaş yavaş çekilmesine yönelik attığı adımlar, Çin’le girdiği ticaret savaşları derken Kongre baskını gibi Amerika için marjinal bir hadisenin yaşandığı tartışmalı seçimlerle başkanlığa veda etti.

Trump, başkanlığa gelmeden önce Rusya ile ilişkileri düzeltebileceğini, sert politika seyredilmesinin kimsenin işine gelmeyeceğini belirtiyordu. Nitekim Trump’ın seçilmesinde Rusya’nın parmağı olduğu iddiaları Amerika’da mahkemelere dahi taşındı ve bu yönde kararlar da çıktı. Buna mukabil Trump başkanlığı boyunca seyredeceği politikanın açıklandığı Aralık 2017 tarihli Millî Güvenlik Stratejisi’nde, Çin ile birlikte başkanlığa gelmeden önce iyi ilişkilere sahip olabileceğini söylediği Rusya’yı, Amerika için en büyük tehdit olarak gösterdi. Hatta belgede Çin’den ziyade Rusya vurgusu yapıldı ve “revizyonist güçler” olarak tanımlanan bu ülkelerin özellikle “ekonomik güvenlik” alanında Amerika’ya tehdit olduğu vurgulandı. “Rusya ve Çin, askeri güçlerini arttırmak, bilgiyi kontrol ederek kendi toplumlarını baskı altına almak ve etkilerini genişletmek için ticareti kullanıyorlar.” ifadeleri kullanıldı.

Kendisinden önceki başkanların açıkladığı belgelere nazaran demokrasi ihracı vurgusunun olmadığı bilakis bunun beyhude bir çaba olarak görüldüğü belgede, ABD için üç tehdidin sırasıyla 1) Rusya ve Çin gibi Amerikan düzenini hem ekonomik hem askerî olarak tehdit eden ülkeler, 2) Kuzey Kore ve İran gibi nükleer silah peşinde koşan, terörizmi destekleyen ve yıkıcı faaliyetlerde bulunan “haydut” rejimler, 3) Uluslararası terörizm ve terör örgütleri olduğu vurgulandı.

İş icraata geldiğinde ise Çin hasımlıkta Rusya’nın önüne geçti ve Trump Çin’e karşı askerî olmasa da ticarî bir savaş açtı. Başkanlığı boyunca da Çin karşıtı bir politikayı devam ettirdi. Çin’in uluslararası düzene büyük bir tehdit olduğunu, bazı devletlere ekonomik vasıtalarla prangalar vurduğunu sıklıkla ifade etti, hatta pandemiye sebep olan koronavirüsü “Çin virüsü” olarak isimlendirdi. Girişte de bahsettiğimiz üzere; Çin tehdidine karşı ABD’nin Ortadoğu’daki dikkatini Asya-Pasifik’e yönlendirdiğini gösteren adımlar attı.

Trump’ın politikaları hem Amerika’nın içinde hem de dışında fazlasıyla eleştirildi ve tehdit olarak belirlediği güçlerden ziyade seyrettiği politikalar sebebiyle Trump’ın Amerika için bir tehdit olduğu Demokratların söylemlerinde yer buldu. Fakat tüm bunların seçim propagandasından öte bir anlam ifade etmediği, Biden’ın başkanlığa gelmesiyle bir kez daha anlaşıldı. Zira Trump’ın eleştirilen politikaları, hem de dozaj artırılarak sürdürüldü. Trump’ın retorik olarak karşı çıktığı Rusya, Ukrayna’yı işgale âdeta zorlandı ve akabinde Rusya’ya karşı uluslararası bir konsorsiyum oluşturuldu. Yine Trump’ın ticarî bir savaşla istediğini almaya çalıştığı Çin’e karşı iş askerî tehditler savurmaya kadar vardı. İşin özü; Trump yahut Biden, Cumhuriyetçi yahut da Demokrat fark etmeksizin Amerikan dış politikası Obama döneminden itibaren Rusya ve bilhassa Çin’e odaklanmış durumda…

Nitekim, Biden’ın geçtiğimiz ay yayınlanan Millî Güvenlik Stratejisi’yle Trump’ın yayınladığı belge mukayese edildiğinde bu bariz bir şekilde görülüyor. Trump’ın Rusya’yı öne almasına mukabil Çin aleyhinde seyrettiği politika, Biden’ın belgesinde açık bir şekilde doktrin hâlini alıyor. Rusya’nın Ukrayna savaşı sebebiyle ABD tarafından küçük düşürülmesini de göz önünde bulundurarak şunu söyleyebiliriz; Biden’ın belgesinde Çin odak noktası hâline getirilirken Rusya ise sadece Çin’e payanda olabilme ihtimali sebebiyle bir tehdit olarak telaffuz ediliyor.

Çin ve Rusya’nın giderek birbiriyle daha uyumlu hâle gelmesine mukabil sebep oldukları zorlukların farklı olduğu; fakat Rusya’nın hâlâ tehlikeli olmasına karşı asıl rekabetin Çin ile yaşanacağının belirtildiği belgede “Çin, hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyeti olan hem de bunu yapacak ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücü giderek artan tek rakiptir. Pekin, Hint-Pasifik'te gelişmiş bir etki alanı oluşturma ve dünyanın önde gelen gücü olma arzusuna sahip. Kendi otoriter modeli için daha müsamahakâr koşullar oluşturmak ve çıkarları ile değerlerini ayrıcalıklı kılacak küresel teknoloji kullanımını ve normlarını biçimlendirmek için teknolojik kapasitesini ve uluslararası kurumlar üzerindeki artan etkisini kullanıyor. Pekin sık sık ülkeleri zorlamak için ekonomik gücüne başvuruyor. İç pazarına erişimi sınırlarken uluslararası ticaretin serbestliğinden yararlanıyor ve kendisinin dünyaya bağımlılığını azaltırken dünyanın Çin’e daha bağımlı hale gelmesini sağlamaya çalışıyor. Çin ayrıca, hızla modernleşen, Hint-Pasifik'te giderek daha yetenekli hale gelen, gücü ve küresel erişimi artan bir orduya yatırım yapıyor. Tüm bunları yaparken de bölgedeki ve dünyadaki ABD ittifaklarını aşındırmaya çalışıyor.” ifadelerinin kullanılması dikkat çekici. ABD’nin Çin’e yönelik stratejisinin ise 1) ülke içindeki ekonomik ve demokratik gücü artırmak, 2) dışarıda müttefiklerimizle ortak hareket etmek 3) Amerikan çıkarlarını savunmak ve bir gelecek vizyonu şekillendirmekten oluştuğu belirtilirken bunu yapmak için teknolojik, ekonomik, askerî ve istihbarî yatırımların artırılacağından söz ediliyor.

Malûm olduğu üzere ABD’nin Çin ile yeni bir soğuk savaş sürecine adım attığı uzunca bir süre tartışıldı. ABD ise bunu kabul etmenin küresel hâkim güç olduğu iddiasına tezat oluşturacağından, Çin ile yeni bir soğuk savaşa girdikleri düşüncesini hararetle reddetti. Biden’ın Millî Güvenlik Strateji belgesinin “Otokrasiler ve demokrasiler arasındaki rekabetin doğası” başlıklı bölümünde, bu meseleye vurgu yapılarak uluslararası sistemin bloklar arası rekabete dönüştüğü bir dünyadan kaçınmak istendiği ve yeni bir Soğuk Savaş peşinde olunmadığı belirtilmesine mukabil ideolojik bir ayrım ortaya koymak ve Çin ile Rusya’nın çevresindeki ülkeleri şekillendirmekten bahsetmek suretiyle bloklar arası rekabet bir zemine oturtuluyor: “Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti farklı zorluklar ortaya koyuyor. Rusya, Ukrayna'ya karşı yürüttüğü acımasız savaşın da gösterdiği gibi, bugün uluslararası düzenin temel yasalarını pervasızca hiçe sayarak özgür ve açık uluslararası sistem için acil bir tehdit oluşturuyor. Buna karşılık Çin, hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetinde hem de bu hedefi ilerletmek için giderek artan bir ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek rakip. ABD ve dünyanın dört bir yanındaki ülkeler Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzenden nasıl büyük fayda sağladıysa, Çin ve Rusya da öyle yaptı. Çin’in ekonomisi ve jeopolitik etkisi hızla arttı. Rusya G8 ve G20'ye katıldı ve 2000'li yıllarda ekonomik olarak toparlandı. Yine de, özgür ve açık kurallara dayalı bir uluslararası düzenin başarısının rejimleri için bir tehdit oluşturduğu ve arzularına ulaşmalarını engellediği sonucuna vardılar. Artık kendi yöntemleriyle, son derece kişiselleştirilmiş ve baskıcı otokrasi türlerine elverişli bir dünya oluşturmak için uluslararası düzeni yeniden kurmaya çalışıyorlar.

Soğuk Savaş tartışmaları çerçevesinde en çok sorulan soru ABD’nin Rusya ve bilhassa ekonomik olarak Çin ile giriştiği yeni rekabeti bir ideolojik zemine oturtup oturtmayacağıydı ki, böylelikle bu soru da cevabına kavuşmuş oldu. ABD de, Çin ile Rusya’yı her bakımdan doğrudan karşısına almak suretiyle çok kutuplu bir dünyanın perdelerinin açıldığını ilân etti. Fakat burada gözden kaçırılan nokta, bu rekabetin sadece ABD ve müttefikleri ile Çin arasında yaşanmayacağı ve düzen değişiminin yaşandığı dünyada bazı önemli avantajlarını kullanan ülkelerin öncülüğünde başka kutupların da ortaya çıkacağı gerçeğidir. Elbette bunu söylemekten maksadımız konumu itibariyle Türkiye’ye işaret etmek; ümidimiz ise dünyaya iyi bir gelecek vaad eden Türkiye’nin Türk dünyasına, Arap dünyasına ve Afrika’ya yönelik politikalarıyla bu oyunda başat aktör olarak yerini alabilmesi…

Aylık Baran Dergisi 10. Sayı

Aralık 2022

Görüş: Faruk Hanedar