Hayat sıfatıyla, her ân farklı suretler yaratan daimi bir devinimle hayat bulan sûretler âleminde her varlık etki etme ve etkilenme kimliğiyle, yaratıcı bir kaynaktan yayılan ve varlığa dair tüm bilgiyi içinde barındıran tecelli nurunu istidadı nisbetinde kabul ederek ve formunun taşıdığı nitelikleri geliştirerek, kendi tarzına ve mizacına göre kusursuz ve eksiksiz bir biçimde var olmaktadır. “Zahir mazharın istidadının hükmüyle şuurlanmıştır”, doğrusu bağlamında söylersek; yaratılmışların en üstünü ve en şereflisi olan insan, Hakk’ın kendisine mahsus tecellilerinin mazharı olma, kader ve istidadına göre “varlığında türünün özelliği ve ‘keyfiyeti’ni” izhar hususunda, diğer varlıklardaki ayrışmanın hiçbirine benzemeyen bir farklılığa sahiptir. Zira, insanlar arasındaki farklılık, sırf insan olmaklıktan kaynaklanan sûreta bir farklılık değildir; insanı insan yapan hasletlerin ferdlere ortaya çıkışındadır.

İnsan kanatları yanasıya yücelerin en yücesine kadar yükselip, orada mûkîm ve mükin olacak bir yaratılışa sahip olduğu gibi, aşağıların en aşağısına; hayvandan daha aşağı bir derekeye inebilecek kadar vahşiyâne bir haslete de sahiptir. Bu zıtlık aynı zamanda onun varlığının ve keyfiyetinin tamamlayıcı vasıflarını gösterir. İnsanın hayrı idrak eder bir seviyeye gelmesi yahut şerre mazhar olması, bu tamamlayıcı vasıfların tam ve tamam bir biçimde kendisinde ortaya çıkışına bağlıdır. Bu sebeple, hafızası iyi hatıralarla dolu ve hayra mazhar olmuş bir insanla, hafızası kötü anılarla yüklü, şerre mazhar olmuş insan sanki farklı bir yaratılışta gibidir.

Makale: Mevlüt Koç

Makalenin tamamı için TIKLA