Dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü seçenekli sınav sistemini hepimiz biliriz. Sorumluluk sahibi eğitimciler dışında sistemin eleştireni yoktur. Eleştirmek şöyle dursun eğitimciler ve öğrencilerin tamamına yakını tarafından en kabul gören ve sevilen sistem budur.

Bildiğinizi yanlışlarınızla yok sayan, hiç bilmediğiniz bir konuda kumar oynayarak doğru seçeneği tutturup bilgiliymiş gibi görünme ihtimali tanıyan bir sistem. Bilgi doğası gereği doğru ya da yanlış diye kesin sınırlarla çizilemez. Kişilerin bilgi ve kabiliyetleri arasında kalite farkı vardır. Örneğin klasik yöntemle çözülen bir sorunun çözüm yolunu doğru bir şekilde ifade etmiş bir öğrencinin son anda yaptığı basit bir toplama hatası o konuyu bilmediğini göstermez. Uzmanların bu konuda yapmış olduğu haklı eleştiriler onlarca ciltlik eser boyutunda. Bunlar arasında dikkatimi çekenlerden birisi çocukların ezberciliğe ve şablon kavramlara alışması neticesinde düşünme kabiliyetlerini yitirdikleriydi. Düşünme eylemini otomatik pilota bağlamış bir insanı, otomatik pilotta değilseniz biraz düşünün lütfen. Zihnin akamete uğraması ile kalem tutma kabiliyetinden tutun görme, duyma, tatma duyuları, hormon sistemi gibi birçok fiziksel ve kimyasal özelliğin köreldiği bilinen bir gerçek.

Tabii şartlarda yaşamını sürdüren bir insan, tabiatın sorularına doğru cevap vererek hayatta kalabilir. Tabiatın sorularının cevabı her zaman ebeveynlerden ya da çevreden öğrenilen bilgi ve tecrübelerle bire bir eşleştirerek verilemez. Ezber işe yaramaz yani. Örneğin oltayla ya da zıpkınla balık tutma bilgisi ve tecrübesine sahip birisi bulunduğu şartlarda bu araçlara sahip olmadığı halde düşünmek suretiyle farklı bir yöntem geliştirerek hayatta kalmayı başaracaktır. Youtube videolarına bakmadan tavaya iki yumurta kırmaktan aciz gençlerin benzer şartlara maruz kalması sonucunda başına gelebileceklerden epeyce komik senaryo çıkarılabilir.

Hepimiz Pavlov’un köpeklerini biliriz. Pavlov şartlı refleks kavramını bilimsel alanda ilk defa tanımlamış olmakla birlikte bu kavram insanlığın var edilişi ile birlikte adı konulmamış olsa da kullanılan bir yöntem olarak vardı. İnsan ve hayvan eğitimi, savaş teknikleri, siyaset, ticaret, sanat gibi birçok alanda şartlandırma teknikleri kullanılmıştır. Şartlı refleks denildiğinde illaki salya faaliyetinin harekete geçtiği anlaşılmıyordur herhalde. Şartlandırma türüne göre fizyolojik faaliyetlerimizde sayısız tepkilerin oluşabildiği bilinen bir husustur. Günümüz psikoloji biliminin en çok araştırdığı konu da budur. Ne yaparsam, nasıl bir tepki alırım?  Elde ettiğim sonuçla hangi ürünü ya da fikri pazarlarım? Pavlov bu çalışmaları hangi niyetle yapıyordu bilemeyiz ancak çalışmaları neticesinde tüm insanlığı tesiri altına alabilecek bir silahı keşfettiğini bilecek kadar zeki olduğunu düşünüyorum. 

Moda kavramların şatafatlı gösteriler ve kutsal ayinler gibi her fırsatta önümüze çıkarılması, marka ve yıldızların ikonlaştırılması, liderlerin putlaştırılması kapitalizmin en sık başvurduğu şartlandırma faaliyetleridir. Güzel görünmek için şunları yapman gerekir. İyi beslenmek için bunları yemen. İyi vatandaş olmak için demokrasiye saygı duymamız gerektiği sürekli tekrarlanır. Bu tekrarlar estetik ve demokratik görünümlü bir tepside sunulduğundan şartlandırılma hissinden çok eğlence ve farklı tatmin duyguları ile onlar için kapımızı sürekli açık tutarız.

“Onu sevmediysen bu var,

Bunu da sevmek zorunda değilsin,

Diğer seçenek var.

Bak ne kadar çok seçenek var.

Oooo, o, o, o!

Bak ne güzel, oh ne güzel…”

Gibi şen şakrak nakaratlar ile özgürce seçme hakkına sahip olduğumuz hissi uyandıran şartlandırma bombardımanı aralıksız devam eder. Çoğumuz bu bombardımanı bizim için özel olarak hazırlanmış havai fişek gösterisiymişçesine mutluluk ve coşku ile karşılarız. Çoktan seçmeli sınav tekniğini çok seven çocuklara “bugün klasik sınav yapacağım” diyen öğretmen, onların iyiliğini düşünen değil, kıl öğretmendir. Toplum içinde aynı şeyler söz konusudur, içinde bulundukları durumun vahametinden bahsedenlere toplum bozguncu gözüyle bakar.

Klasik sınavda ısrarcı olan öğretmeni velilere, diğer öğretmenler ve idareye şikayet edip mahalle baskısı ve idari yaptırım uygulatmaya çalışan öğrenci psikolojisinin aynısı toplum için de geçerlidir. Bu durum kendine kötülük eden sistemi savunur pozisyonları nedeni ile, “Stockholm sendromu”na benzetilebilir. Ancak orada düşman alenen ortadadır burada düşman yok, düşmanca bir hayat biçimini dayatan adamlar ve özgür olduğuna inanan bir toplum var. Hal böyle olunca buna “çoktan seçmeli sendromu” demek daha uygun olacak gibi.

“Tespit yapmak kolay, hadi bir de çözüm bul da efe diyelim” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Çözümü bulan bulmuş.  “Neyi aradığını bilmeyen, ne bulduğunu da bilemez” hükmü dairesi içerisinde olduğumuzu iddia ettiğimize göre mesele aramak ve bulmaktan çok bulunana sahip çıkmaktır. Bulunana ne derece sahip çıkabiliyoruz bunun üzerinde düşünmek gerekir.

Kumandan, “İnsanlara günah işlememelerini söylemek yetmez, insanların günah işlemesini önleyecek bir sisteme ihtiyaç vardır.” diyor. Ve eserlerinin tümünde bu mekanizmanın nasıl işleyeceğini tek tek anlatıyor. Bu bilgileri bütün iyi niyetimizle alıp muhatabı olduğunu düşündüğümüz insanlara aktarıyoruz. Bak Kumandan böyle dedi, üstadı şöyle dedi.

Muhatap aldığımız insanlar içerisinde bulunduğu siyasi-ideolojik daire tercihini emperyalizmin belirlediği seçeneklerden birisi olarak belirlemiş durumda. Liberalizm, sosyalizm, komünizm, Kemalizm vs. Yani adam zil sesi dışında bir şeye tepki vermiyor. Cılız sesimizle bastırmaya çalıştığımız öyle yüksek tonlu bir ses ki zilden çok devasa bir kilise çanı demek daha doğru. Adamın duymayacağı belli ne diye kendimizi telef ediyoruz anlamak zor. Sanırım bu da kapitalizmin zihnimize yerleştirdiği şartlı refleks tepkilerinden birisi. Ne diyor kapitalizm “Bak ben medeni bir şekilde anlatıyorum, sen de öyle yap.” Onun medeniliğinin nasıl bir şey olduğunu çok iyi bildiğimiz halde çaktırmadan bizi de zil sesine alıştırdığını anlatabilmişimdir inşallah.

Kumandanın devlet tasviri çok açık ve bu tasvire gönül verenlerin çan sesinin güdümüne girmeden bir şeyler yapma zamanı geldi geçiyor gibi. Zira Kumandanın vefatı sürecinde “ben gerekeni yaptım, ardımdan gelenler söylediklerimi tekrar etmekten başka bir şey yapmıyor” mealindeki sözlerini hatırlatma fırsatım olmuş ve üzerinde bir hayli konuşulmuştu. Aradan geçen zamanla birlikte gündemin unutulduğunu gözlemliyorum. Halen klasik eleştiri ve tespitlerin tekrarlanması pratiğinin yanı sıra bazılarımızın umutlarını muhafazakar liberallere bağladığını üzülerek belirtmek isterim.

Sürecin bu frekansta devam etmesi ile Kumandanın ideallerinin zamanla Che Guavera’nın tişört ve  dövme endüstrisi haline dönüştürülen ideolojisine benzetileceği endişelerini taşıyorum. Zira Che’nin sembolü ile başa çıkamayan emperyalizmin yaptığı en akıllıca hareket onu kendi bünyesine alıp ticarileştirmek ve ona olan hayranlığın enerjisini burada harcamak oldu. Kumandan, İBDA fikriyatına vücut verirken fikri kendi resimleri ile sembolleştirmesi onun fikrin pratiğinde de deha olduğunun göstergesidir. Emperyalizm fikirleri yokmuş gibi gösterecek her türlü imkana sahipken sembollere karşı savunmasız durumdadır. Çünkü semboller emperyalizmin ana dilidir ve o olmadan hiçbir şeydir.

İçinde bulunduğumuz durum tam olarak İBDA’nın yok sayılıp sembollerinin sindirime tabi tutulduğu dönemdir. Liberal tayfanın yüzümüze güler gibi yapmasının sebebi sembollerimizden korkmalarıdır. Emperyalizmin İslam’ın içini boşaltıp kabuğunu bırakması da bu sebeptendir. Fikrin özünün bir kenara atılıp kabuğuna sahip çıkarak sistemin çoktan seçmeli seçenekleri arasında yer almak birçoğumuzu mutlu edecektir ancak o gün üzerimize toprak atıldığı gün olacaktır. O gün yanlışlarımızın tek doğrumuzu götürdüğü gün olacaktır. Bu nedenle, çandan ney sesi çıktığına inanmış adamları bir yana bırakıp mevcut kadrolarla legal yollardan partileşme ve alternatif örgütlenme modelleri üzerine kafa yormamız ve varlığımızı birilerinden bağımsız olarak toplumun anladığı dilden deklare etmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Kumandanla yollarımızı kesiştirip otuz yılı boşa geçmiş ömrümün ikinci yarısında beni onun en yakınlarından birisi yapan Allah’ıma şükürler olsun. Mahalleden tanıyıp bilmediğiniz bu kardeşiniz sürçü lisan edip haddini aştıysa af ola.

Görüş: Talat Duman