Arkadaşlarla oturup konuşmak, etrafta olan bitene dair sağlama yapmaya faydalı oluyor. İlla İbda bağlısı olmasına gerek yok, yeni gelen, yeni tanıştığınız insanlar da olabilir, nihayetinde sizin kim olduğunuzu biliyorlarsa hele, daha da faydalı oluyor.

Böyle arkadaşların, şu küçümsenen “idealist” tavırları, insana umut veriyor demeyeceğim, insanlarla, dertli ve hesaplı, kendini bir hedefe kilitlemiş insanlarla olmanın zevkini veriyor.

İş güç meselesi arka planda kalıyor mesela, konuşmaya lüzum hissetmiyor insan bunları; iş-güç de çünkü hayata gelme gayesine yardım içindir.

Genç arkadaşlar “Bunlar bizi kol kuvveti olarak görüyorlar.” diyor çoğunlukla. Sıkılıyorlar tabii böyle görülmekten.

Oysa yanlış da olsa “bir şey” olarak görmelerine odaklanmak lazım herhalde. Kol kuvveti (veya sokak hakimiyeti/sokağa hakimiyet) en tabii iş, onca “gençlik şeyi” veya ihtiyarlardan teşekkül ettirilip milyonları bağladıkları, akıttıkları dernekleri ve vakıflarında bu vasfı görmüyorlar demektir bu.

Hani şu “Ölümüne… Ölümüne…” meselesi var ya, ona “kafadan” kimin sahip olduğunu itiraf aslında bu.

Mirzabeyoğlu’nun dediği bir şey var. Ülkemizdeki sol hareketi değerlendirirken söylüyor bunu, her tarafa tatbik mümkün, “okuyan adam ile savaşan adam” ikiliği… Bir harekette bu şekilde ayrım varsa, ölmeye mahkûmdur, der mealen.

“Gündüz külahlı, gece silahlı” deyimi, İslâm devletinde de yaşıyor olsa, bir müminin en temel faaliyetidir. Hani hep anlatılan bir tablo vardır, Hazreti Ömer’e “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz!” diye.

Tam! İbda bağlısı, tam budur; aslında bir Müslümanın tabii hali budur ya, artık ender bulunuyor bu hassasiyet.

“Kol kuvveti” olarak görülmek de böyle.

Aslında, geçmiş zamandan beri bizzat duyduğum laflardandır bu. Hiç utanmadan söylerlerdi hem bunu.

Sene 1990’lar, koca koca partililer derdi bunu. “Biz kıytırık, korkak, iki tokata dünyayı satacak kadar alçağız, şirketlerimizle, eğitim kurumlarımızla ilgileniriz, başımız derde düşünce de bu arkadaşlar korur bizi!!!”

Şimdi bu kafalar hükümette, bürokraside, “güvenlik ve istihbarat bürokrasisinde” ve ama inanın hâlâ bu kafadalar!

Emrinde binlerce polis, istihbaratçı filan var, dünya kadar özel güvenlikçileri, her gün önlerine “raporlar” yığılır, ama hâlâ bu kafadalar, hâlâ güvendikleri yer onlar değil BİZİZ!

Burada da bir paradoks ortaya çıkıyor. BİZE bakışları böyleyken, uzaklıklarında bir değişiklik yok!

Niye?

Enayiyiz ya, ondan!

Çantada kekliğiz ya, ondan!

Derde düşenin yanındayız ya, ondan!

“İçeri” (cezaevine değil, ‘içeri’) almazlar bu sebeple işte! Bir gönüldaşın dediği gibi, “bunların sağı solu belli olmaz, girerlerse toptan her şeyi alırlar korkusu”nu yaşıyorlar da ondan uzak tutuyorlar.

“İçerdeyiz” ama hiç görmüyorlar.

Misal, “yarın bir gün” etrafa birtakım yerlerde, birtakım “özel” heriflerle çekilmiş fotolar düşerse, herkes anlar “hanyayı konyayı!”

Sokağa hakimiyet…

İşte yeni Adana’da görüldü. Bunların anladıkları “sokağa hakimiyet”, vur jopu, patlat kafayı!

Sokağa çıkacaklara “bu muymuş?” dedirtmekten başka bir şey elde edemezler tabii bununla.

N’idüğü belirsiz kaçak mafyacıya da başvurmuşlar ya “sokak” için, nasıl bir fantezi dünyası varsa artık, “kanlarıyla duş alacağız!” diyerek o da “korku salarak” sokağa hakimiyet kurmaya çalışmıştı.

Hakimiyet nedir, hiç bilmeyenlerin bu tip işleri yüzünden de, artık “sokaklar”, meydanlar serbest hâle geldi.

Evet. Serbest. Eğer sokaklar hareketlenmiyorsa, bunun sebebi idareciler değil, buna emin olun. Yıkıldı o artık. Hükümet karşıtlarının makul bir bahane bulamaması sebebiyle kolluk rahat aslında. LGBT mi çıkacak? Dinsiz imansız tipler mi çıkacak? Sorun, burada…

Hoş, bunlar da çıksalar sokağa, elbette acımasızca bastırılırlar kolluk tarafından ama, “caydırıcılık” bitmiştir artık. Kafaları, gözleri, kolları sarılı olarak tekrar sokağa çıkarlar emin olun, ama bunun bir faydası olmaz. Fakat “kolluğun caydırıcılık gücü” bozuk para gibi harcandı işte! Adana ortaya koydu bunu; Furkan Vakfı üyeleri joplara rağmen hep sokaklarda! Hep!

Hükümet veya Devlet mi desek, hangisiyse artık onun anlaması gereken, “sokak hakimiyeti”ni hiç bilmedikleri, sembolik kıymetlerini de harcadıklarıdır.

Faraza, gerçek bir duruma dayalı hassasiyetle Müslümanlar sokağa çıksa, atıyorum, benzin zamları yüzünden protestolara başlasa, Tüpraş’ın önünde gösteriler yapsa, gösterilerin “tadı kaçsa” mesela, kolluk ne yapabilir?

Ezer önce! Başka? Daha güçlü bir gösteride de onlar ezilir herhalde?! Paralı köpekleri olan birtakım trollere de “fetöcü sızıntı… renklendirme” diye popolarından “tivit attırırlar” herhalde bir de!

Ülkemin “istikrarlı huzur ortamı” bir faraziyeden ibaret herhalde.

Ekranlara çıkıp kuru sıkı atıp tutan “terör ve güvenlik uzmanlarının”, kitaplardan okuduklarını “olmazsa olmaz fetö… bayrak… ezan…” tekerlemesiyle döktürmelerinin, kendilerine bir ev ve araba daha almaktan başka hiçbir faydası ve geçerliliği yok. Buna inanın.

Napolyon’un Elbe adasından kaçıp, bir müddet sonra Paris’e yürüyüşü ve teslim alışını, “basının ve bürokrasinin” büyük çark edişini de hatırlatırım “bu noktada.” İnanmayan, hayal diyenler, bir gün önce “maklubeye kaşık sallayanların”, ertesi günü ne dediklerine baksınlar! Yaşandı bunlar.

15 Temmuz’da sokaklara hâkim olanlar Müslümanlardı. “Kurşuna kafa atanlardı!” Muhalefet yok diyorlar ya, öyle, vatanımın istikbalinde dinsiz imansızlara, Kemalistlere yer yok, bu çok açık, varolan muhalefet ise “o temelde” olduğundan dolayı, “muhalefet yok”; sokaklar da bunun için “hareketsiz.”

Bahanesi kuvvetli, vatanın “ruh köküne” dayalı bir muhalefet, hallaç pamuğu gibi atar ama bu durumu. Öyle büyük büyük organizasyonlara da gerek olmadan hem de…

Fikrin emrinde KOL!

Ankara’dakiler ne dediklerini bilmeyen bir güruh kısaca…

“Yeni bir dünya düzeni kurulacaksa, BİZ de diyoruz ki BURADAN başlasın!” dedi Mirzabeyoğlu. Bunu anlayın bari!

Görüş: İbrahim Haceviç