Yazımızın geçtiğimiz ay yayınlanan birinci bölümünde İslâm’la hayat bulan Ayasofya-i Kebîr Camii Şerifi, Küçük Ayasofya Camii, Fenari İsa Camii ve Kalenderhane Camii’nden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise İmrahor İlyas Bey Camii, Zeyrek Camii, Molla Gürani Camii, Fethiye Camii ve Hirami Ahmed Paşa Mescidi’nden bahsedeceğiz:

5- İmrahor İlyas Bey Camii (Aziz Studios Kilisesi):

Bu kilisenin yapılış tarihi ile ilgili net bir bilgi mevcut değildir. V. yüzyılda klasik bazilika planlı ve tek apsisli (camilerdeki mihrabın kilisedeki versiyonu) olarak yapılmış, Patriokas Studios tarafından Ioannes Prodromos’a yani Vaftizci Yahya’ya (Hz. Zekeriyya’nın oğlu Hz. Yahya Aleyhisselam) adanmıştır. Yalnızca kilise olarak değil bir de manastırla birlikte inşa edilmiştir. Ayasofya Camii’nden yaklaşık 100 yıl kadar öncesine tarihlenen bu yapı, döneminde manastırın yazıhanesi ile, minyatür ve resimleri ile ün salmış, ünlü patrikleri yetiştirmiş ve de 700 civarında keşişin yetiştirildiği parlak bir teoloji merkezi olarak hizmet vermiştir. Yanına su ihtiyacının karşılanması için bir de sarnıç yapılmıştır.

Bizans Dönemi’nde sıklıkla kullanılan tarihi “Portikli Mese Yolu”nun üzerindedir ve İstanbul’un en eski manastır ve kilisesi olduğu düşünülmektedir. Şehir dışından dönen imparatorlar şehre girmek için Altın Kapı’dan geçer, mutlaka bu kiliseye girip ibadet eder ve daha sonra Mese Yolu’nu kullanarak Ayasofya tarafındaki saraya doğru atları ile birlikte giderlerdi. Aziz Studios Kilisesi de bu yol üzerinde bulunan ilk kilise olarak Bizans Dönemi içinde en kutsal kabul edilen ve maneviyat açısından en yüce olan mekânlardan biriydi. Bilinen en eski faaliyeti 454 yılındaki İstanbul Konsili’ne ev sahipliği yaptığıdır.

Hristiyan âleminde olan ciddi sorunların, inanç esaslarına dair hükümlerin güncellenmesi, izlenecek yollar vs. olarak Hristiyanlık için önemli olan akla gelebilecek her türlü meselenin tartışılıp konuşulduğu, dünyanın her yerinden gelen Hristiyan din adamlarının katılımı ile “bütün kiliselerin onayladığı” kararların alındığı konsiller alelade bir kilisede yapılmazdı. Aranan özelliklerden ilki kilisenin imparator tarafından inşa ettirilmiş olmasıydı. Daha sonra aziz ve azizelere ait önemli eşyalara sahip olması gerekmektedir. Bu gibi şartları barındıran Aziz Studios Kilisesi’nde toplanan İstanbul Konsili’nin en önemli toplanma sebebi ise Mısır’da bulunan porfir yataklarının Persler’in hâkimiyeti altına geçmesidir.

Porfir Anadolu’nun birkaç bölgesinde de bulunan lakin anavatanı ve en dayanıklıları Mısır’da olan kutsallık atfedilmiş mor bir taştır. Mısır’a hâkim olan Persler Bizanslılara hiçbir şekilde bu taşlardan verilmeyeceğini kesin bir şekilde belirtince yeni bir kutsal taş arayışı ile toplanan İstanbul Konsili, yoğun olarak Yunanistan’ın Mora isimli yarımadasında bulunan “yeşil somaki mermer”e kudsiyet atfedilmesi üzerinde karar kıldı. Bundan böyle kilise ve lahitlerde yeşil somaki mermer kullanılmaya başlanmış, Mısır tekrardan ele geçirildiğinde de bu yeşil somaki mermerden vazgeçilmemiştir.

Fetih’ten sonra bu yeşil somaki taşlar devşirme malzeme olarak başta selatin camileri olmak üzere birçok yapıda kullanılmıştır. VIII. yüzyılda başlayan Bizans İkonoklazmı (put kırıcılık) döneminde Kudüslü Theodoros’un liderliğinde toplanan ikonlazm karşıtlarının merkezi olmuş, ikonaların yeniden yüceltilmesi için yoğun çalışılan bir yer olmuştur. Latin İstilası’nda (1204-1261) içindeki kutsal emanetler Latinler tarafından çalınıp götürülmüş ve harap bir hale gelen yapı kompleksi Bizans’ın madden ve manen zayıflamış olduğu bir zamanda, resmen yıkılmasına 160 yıl kala Konstantinos Palaiologos tarafından 1293 yılında tamir ettirilmiştir. Bu durum da buraya ne kadar önem verdiklerini gösterse gerek.

Osmanlı Dönemi’nde ise padişahların Mese Yolu ve Altın Kapı yerine Edirnekapı’yı kullanmaları ile konum olarak önemi yitiren yapı kompleksi Sultan II. Bayezid’in imrahoru (Sultanın ahırı ve atının her türlü işi ile görevli kişi) İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiştir. Manastır kısmı medrese olmuş; Seyyid Abdullah Efendi, Seyyid Hüseyin Efendi ve Seyyid Hasan Efendi gibi ünlü hattatlar da burada yetişmiştir. Aynı zamanda Halveti tarikatının Sümbüli koluna bağlı Tatar mirzalarından Devlet Han’ın burayı zâviye olarak kullandığı da 1546 tarihli vakıf kaydında mevcuttur. Bu zaviyenin şeyhleri İmrahor Camii’nin avlusunda medfundur ve zâviye XIX. yüzyılın sonlarına kadar hizmet vermiştir. Cami 1894 İstanbul Depremi’nde çok büyük bir hasar görmüş, üzerini örten ahşap çatısı çürümeye başlamış ve 1908 yılının kış ayında üzerine biriken kar yığını ile tamamen çökmüştür. Enkaz kaldırılmış, birtakım arkeolojik kazılar yapılmış ve bulunan mozaikler, lahitler Arkeoloji Müzesi’ne götürülmüştür. Yine burada bulunan ve Hz. Meryem’a ait olduğu düşünülen mozaik resim nasıl oldu ise Atina’ya götürülmüş/kaçırılmıştır. 1946 yılında “Bakanlar Kurulu”, kendileri gibi ucube bir karar ile caminin mülkiyetini “Müzeler İdaresi”ne devretmiştir.

Yaklaşık 120 yıldır içi harabe halde bulunan Bizans’ın ayakta kalan en eski dini yapısı ve Osmanlı Devleti’nin İmrahor Camii, minaresi yıkık, çatısız, çalınan mihrabını bulmak kaygısına bile düşülmeyen, parçaları birer birer çalınarak yıkılmaya mahkûm edilmiş durumda; en azından varlıklı Müslümanlar tarafından uzatılacak bir restorasyon elini beklemektedir. Hüviyeti ve tarihi değerleri gasp edilip sömürülen camii şerif, “cami” hüviyetini 2013 yılında tekrardan kazanmıştır. Son olarak tarih profesörü Alexander V. Millingen’in bu cami için düştüğü nota da göz atmak yerinde olacaktır:

Eski zamanlarda bu manastırın cennet bahçesinde büyüyüp, dallarıyla Hristiyan keşişlerinin mezarlarını örten güzel ağaçlar, şimdi dallarıyla avlunun üzerine gölgeli ışıklar sarkıtmakta ve sarıklı Müslüman mezarları üzerine gölgeli ışıklar düşürmektedirler. Burası sakinliğinin ve sessizliğinin güzelliği kadar İstanbul’un en huzur dolu yeridir.” (Millingen-Konstantinopolis İstanbul kitabı)

Bu cami Samatya Mahallesi İmam Aşir Sokak’tadır.

6- Zeyrek Camii (Pantokrator İsa Manastırı):

İmparator I. Aleksios Kommenos’un eşi İrini Dukaina 1124 yılında gördüğü bir rüyadan dolayı buranın yapım emrini veriyor. Gördüğü rüyada “Tanrı ve oğlu İsa” şehrin dışında bir yerde gizli gizli görüşüyor, sürekli bir araya geliyor. “Baba ve oğul”, dünyayı yöneten iki güç. İmparatoriçe sabah uyanır ve hemen rüyada gördüğü, şehrin dışında kalan o yere bir kilise yaptırır. Kelime anlamı itibarı ile “kâinatın efendisi, her şeye hâkim olan” anlamında “Pantokrator İsa” ismini verir bu kiliseye. 1134 yılında ölen imparatoriçenin anısına büyük oğlu ve aynı zamanda imparator olan II. İoannis, ilk kilisenin kuzeyine bir kilise daha inşa ettirip Theotokos Elaiusa’ya (Şefkatli Meryem Ana) ithaf eder. Aradan çok fazla bir zaman geçmeden takriben 1136 yılında orta kısma da bir mezar şapeli yapılarak ve Melek Mikhael’e adanarak iki kilise birleştirilmiştir. “Kapalı Yunan haçı” (bazilika) planlı bu yapı kompleksi Kommenos Hanedanı tarafından inşa ettirildiği için bir kısım hanedan üyesi de manastırın içine gömülmüştür. İmparator tarafından inşa edildiği için diğer kiliselere nazaran çok daha görkemli olan bu yapı kompleksi manastır, vaftiz odası, hastane ve sarnıçtan müteşekkildir. Diğer kiliselerden farklı olarak bu kilisenin typikonu yani kilise ve manastır kurallarının, kutsal günler ve ayinlerin yazılı olduğu bir nevi tahtası günümüze ulaşmıştır. Bizans Dönemi’nde kilisede yapılan özel ayinlerde/törenlerde kullanılan kaplar bu manastırda saklanmıştır. Latin İstilası’ndan nasibini alan bu yapıdan “Son Akşam Yemeği ikonası, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan haçın bir parçası ve Hz. İsa’nın ölümünden sonra (Kur’an-ı Kerim Hz. İsa’nın çarmıha gerilip öldürüldüğünü reddeder ve O’nun semaya iltica ettirildiğini haber verir) Hz. Meryem’in ağladığı ve gözyaşının içinde bulunduğu yağ şişesi Katolikler/Latinler tarafından kaçırılıp İtalya’daki San Marco Kilisesi’ne götürülmüştür. Yine Bizans tarihçilerinin bazılarının (Doukas, Kritovulos) aktardığına göre; Bizans’ın son imparatoru XI. Konstantinos Paleologos, büyük lordlar ile yaptığı toplantıda Osmanlı “tehlikesine” karşı Vatikan’dan yani Latinler’den, Konstantinopolis’te taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmayan Katolikler’den yardım istemeye karar vermiştir. Bu karar üzerine Latin İstilası’nda yapılan zulümlerden dolayı Latinler’e mesafeli olan megaduke (başbakan konumundaki) Lukas Notaras tarihe geçen o ünlü sözü söylemiştir: “Konstantinopolis'te Latin serpuşu görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim.” Latinlerden istenen yardımdan rahatsız olup “Bu şehri Latinler değil Osmanlı alsın” diyen bir diğer kişi ise o dönemin Konstantinopolis kardinali II. Gennadios Skolarios’tur. Bu kişi bu karardan sonra her yerde halka Osmanlı’nın güzelliklerini anlatmaya başlamış ve imparator tarafından Pantokrator İsa Manastırı’na sürgün edilmiştir. Ortodoks-Katolik birleşmesine karşı olan kişiler de kendilerine merkez olarak burayı seçmiş, hatta kendi aralarında konsil dahi yapmışlar. Ancak diğer konsiller gibi ses getirememişlerdir.

İstanbul’un Fethi’nden sonra burası hemen camiye çevrilmemiş, “Sahn-ı Seman Medreseleri” yapılana kadar medrese ve tekke olarak kullanılmıştır. Bu açıdan burası İstanbul’un ilk medresesi ve ilk tekkesi olma özelliğine de sahiptir. İsmini tekkenin banisi olan Molla Mehmed Zeyrek’ten almaktadır. Fatih Külliyesi’ndeki inşaatların tamamlanması ile “Zeyrek Medresesi” Fatih Camii’ne taşınmış ve Pantokrator Kilisesi de minare, minber ve mihrap eklenerek Molla Mehmed Zeyrek adına camiye çevrilmiştir.

Bu camii şerif Cibali Mahallesi Atatürk Bulvarı üzerindedir.

7- Molla Gürani Camii (Hagios Teodoros Kilisesi):

Yapının ilk yapılış tarihi tam olarak bilinememekle birlikte 1937 yılında yapılan ayrıntılı araştırmalarda yapının temelinde bulunan damgalı tuğlalar üzerinden buradaki ilk binanın V. yüzyıla kadar uzanan bir kilisenin kalıntıları olduğu ve bu kilisenin de o kalıntılar üzerine XI. yüzyıl sonları ve XII. yüzyılın başlarına doğru Kommenos Hanedanı’ndan I. Aleksios Kommenos tarafından inşa ettirilmiş olduğu; III. veya IV. yüzyıl’ın başlarında Anadolu’da yaşamış, Hristiyan olduğu için Amasya’da öldürülüp kilise tarafından “martis” (İslam’daki şehidlik makamı gibi) sayılan Hagios Theodoros’a adanmış olduğu düşünülmektedir. Asker asıllı olan Theodoros, Ortodoks kilisesinin çok önemli azizlerindendir. Aynı şekilde kilisenin isminin de kesin olarak Hagios Theodoros Kilisesi olduğu net değildir. Yapı manastırıyla birlikte yapılmıştır. Yapı stil olarak Orta Bizans Dönemi’nin tipik dini mimari planı olan “Kapalı Yunan Haçı” (Bazilika) şeklinde yapılmıştır. IV. Haçlı Seferi sırasında Katolikler/Latinler tarafından ciddi anlamda tahrip edilmiş, 1261’de işgalin sona erdirilmesinden sonra Paleologos Hanedanı Döneminde (1259-1453) ciddi tamirler görmüş ve dış narteks (son cemaat mahalli), mezar şapeli gibi birtakım eklemeler yapılmıştır. Ana kubbenin içindeki madalyonda “Meryem Ana ve Çocuk İsa” tasviri (altın zemin üzerine yapılan bu mozaikler altın zemini çalmak isteyenler tarafından tahrip edilmiştir), kubbenin dilimlerinde ise Eski Ahit’te geçen 8 peygamberin tasviri bulunmaktadır.

Fetih’ten sonra Fatih Sultan Mehmed Hazretleri’nin hocası ve aynı zamanda İstanbul’un ilk müftüsü olan Molla Ahmed Şemseddin Gürâni Hazretleri tarafından 1476 yılında camiye çevrilmiş, manastır başmüderrisi Molla Gürâni Hazretleri olmak üzere medrese olarak kullanılmıştır. (Molla Gürâni’nin kabri Aksaray/Fatih’e çok yakın Fındıkzade’de yüz çevrilmiş, hak ettiği ziyaretçi çokluğundan uzak bir haldedir) 1833’te çıkan “Büyük Cibali Yangını”nda hasar gören sütunların yerine ana kubbeyi taşıması için 4 adet dikme yapılmıştır. Caminin girişinde bulunan mozaiklerin üzeri ise 1840 yılında meşhur İsviçreli mimar Gaspera Fossati tarafından sıva tabakası ile örtülmüştür. Bu mozaikler 1937 yılında yapılan restorasyon sırasında ortaya çıkartılmıştır. Kilise olarak inşa edilen bu yapının içi karanlık olduğundan camiye çevrilirken birçok pencere açılmıştır. Eklenen minare de özel yuvarlak tuğlalar ile “Erken Osmanlı Bursa Minare Mimarisi” ile yapılmış ve sanki 500 yıl kadar önce yapılan bu yapı ile birlikte yapılmış hissi vermektedir. İstanbul’da bu özellikte yapılıp da günümüze gelebilmiş tek numune olarak özel bir yeri olan bu minarenin kendisi gibi eşsiz olan devşirme malzemelerden yapılmış korkuluğu vardı lakin yok olmaya bırakıldığı bir dönemde adi bir hırsızlığa kurban gitmiş, Kültür Bakanlığı’nın 1. derecede aranan eserler listesine girmiştir. Karşısındaki Osmanlı mezarlığı ile bütünlük gösteren camii şerif Osmanlı zamanında vezirlerin ve seçkin kişilerin çoğunlukta olduğu bir yer iken Türkiye Cumhuriyeti döneminde o hale gelmiştir ki 10 yılı aşkın bir süredir bombalanan Suriye’nin Halep kentinde çekilmiş süsü verilen Kurtlar Vadisi Pusu’nun Halep bölümlerinin cami önünde çekilebileceği kadar bir metrukiyete uğramıştır. 2020 yılında restorasyon çalışmaları tamamlanarak önceki içler acısı halinden kurtulan caminin etrafı ne yazık ki aynı ıssızlıkta, yerleşim yeri olmanın dışında hafif tabirle bir çöplük olarak görünmektedir.

Bu camii Şerif Hoca Gıyasettin Mahallesi Tirendaz Sokak’tadır.

8- Fethiye Camii (Teotokostis Pammakaristos Kilisesi)

Bu yapı I. Aleksios Kommenos’un kardeşi Adrianos İoannes ve karısı Anna Dukaina tarafından XI. yüzyılda “Meryem Ana” adına yaptırılmıştır. Latin İstilası’nda büyük hasar gören kilise 1292-1294 yılında Bizans sarayı ileri gelenlerinden Mikhail Glabas Tarkaniotes tarafından büyük bir tamirattan geçirildi ve karısı Maria adına birkaç ek yapı eklenip bir komplekse dönüştürülerek kilisenin manastırı kız öğrencilere/rahibelere tahsis edildi.

İstanbul’un fethedilmesinden sonra Ayasofya’nın cami hüviyeti kazanmasıyla Ortodoks Cemaat yeni bir merkeze ve lidere ihtiyaç duymuş, Sultan Fatih Hazretleri tarafından Ortodoks’ların başına patrik olarak II. Gennadios Skolarius tayin edilmiştir. Ortodoks Cemaati önce Fatih Camii’nin yerinde bulunan “Havariyyun” On İki Havari Kilisesi’ne (Hagioi Apostoloi) yerleşmişken 1455’te bu kiliseden o zamanki kadınlar manastırı olan T. Pammakaristos’a geçmeyi istemiş ve Sultan Fatih Hazretleri’nin fermanı ile patrikhane buraya taşınmıştır. Patrikhane taşınınca orada eğitim gören rahibeler de hemen 200 m kadar yakında bulunan bugünün Hirami Ahmed Paşa Camii’ne (İoannes Prodromos Manastırı) taşınmıştır. Yaklaşık 1.5 asır patrikhane olarak kullanılan bu kilise ve manastıra bizzat Sultan Fatih Hazretleri de ziyarette bulunmuş, hatta burada Hristiyanlık üzerine Patrik Gennadios ile ünlü tartışmaları/münazaraları cereyan etmiştir. Bu tartışmanın metni “Gennadios İtikadnamesi” olarak tanınmıştır.

1586 yılına kadar patrikhane olarak kullanılan bu yapı, çevresi iyiden iyiye Türk mahalleleri ile kuşatıldığı bir vakitte 1590 yılına doğru Yemen Beylerbeyi Özdemir Paşa’nın oğlu Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Azerbaycan ve Gürcistan’ı fethetmesinin şerefine Sultan III. Murad tarafından camiye çevrilmiş ve Fethiye Camii olarak anılmaya başlanmıştır. Camiye çevrilince apsis kısmı yıkılarak buraya içinde mihrabın bulunduğu bir kubbe yapılmış, esas bina ile yanındaki bina arasında bulunan sütunlar kaldırılarak kubbeler ve tonozlar büyük kemerlerle desteklenmiştir. Yine avlunun batı tarafına Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından bir medrese inşa ettirilmiştir. XX. yüzyıl başlarında medresenin üzerine Mimar Kemaleddin Bey tarafından çizilen projeye uygun olarak kat çıkılarak bir ilkokul inşa edilmiş, avlu duvarları kaldırılarak yapıların bütünlüğü bozulmuştur. Caminin avlusu da okul bahçesi olmuştur.

(Patrikhane de önce Aya Dimitri Kilisesi’ne taşınmış, 1612’de ise şimdiki yerindeki Aya Yorgi (Hagio Georgios) Kilisesi’ne taşınarak Sultan Fatih Hazretleri dönemindeki sadakatlerini gittikçe yitirerek İslam ve Müslümanların aleyhine çalışmaya başlamıştır. Sultan Fatih Hazretleri’nin fermanı da patrikhanenin iç duvarında asılı durmaktadır.)

1936-38 yıllarında Fethiye Camii, Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiş ancak yine saçma bir şekilde bu yapı da Müzeler İdaresi’ne devredilmiş, uzun yıllar bakımsız ve harabe bir halde bırakılmıştır. O dereceye gelmiş ki Semavi Eyice Hoca’nın naklettiğine göre kubbedeki kurşunların çalınmaması için kubbede bir kurt köpeği beslenmiştir. Çevredeki halkın talepleri üzerine 1960 yılında tekrardan ibadete açılmıştır. Yine bu yıllarda Amerika Bizans Enstitüsü tarafından cami ve çevresi içinde kazı çalışmaları yapılmış, içindeki bütün mozaik ve freskolar açığa çıkartılmış, Osmanlı döneminde yapılan kemer sökülmüş, eskiden var olduğu bilinen sütunların yenileri yapılarak önceki haline getirilmiştir.

Caminin altında on altı sütunlu bir de sarnıç vardır. Cami içindeki kuyu ağzından sarnıcı görebilmek mümkündür ve yine sarnıca inilebilecek bir giriş demir kapaklar ile kapatılmıştır. Yan tarafta bulunan 4 sütunlu haç planlı mezar şapelinin içinde ise birçok mozaik ve fresk mevcuttur. Ana kubbenin tam ortasında “Pantokrator İsa” (Kainatın Hâkimi) ve kubbe dilimlerinde ise Tevrat peygamberleri mozaikleri mevcuttur. Yine tavan kısmında Mısır ve Filistin azizlerinin tasvirleri vardır.

Bugün esas bina cami olarak kullanılırken bölme ile ayrılmış olan mezar şapeli müze olarak kullanılmaktadır. Yalnızca namaz vakitlerinden 15 dakika önce açılan cami cemaat açısından oldukça kötü durumdadır. Müze de devam eden restorasyon çalışmaları sebebiyle kapalı vaziyettedir.

Bu camii şerif Çarşamba’dan Draman’a inerken köşede, Balat Mahallesi Fethiye Kapısı Sokak’tadır.

9- Hirami Ahmed Paşa Mescidi (Ioannes Prodromos Manastırı):

Bu yapı üzerine birçok çalışma yapılmasına rağmen Bizans tarihindeki rolüne dair pek bir bilgi elde edilememiştir. Bilinen o ki 1456 yılında patrikhanenin On İki Havari Kilisesi’nden bugünkü Fethiye Camii’ne (Pammakaristos Manastırı) taşındığı zamanda manastırda eğitim gören rahibeler birkaç sokak ötede bulunan Hirami Ahmed Paşa Mescidi’ne (Ioannes Prodromos Manastırı) taşınmıştır. Semavi Eyice Hoca bu yapının ismi hususunda ise buranın “Aziz Ioannes Trullo Kilisesi” ile karıştırılıp ısrarla bu yanlışın sürdürüldüğünü ve kendisinin de sıkça bu yanlışı dile getirdiğini nakleder. XII. yüzyılda yapılmış olduğu tahmin edilen bu yapı, mimari itibariyle “kapalı haç planlı” bir yapıdır. Fetih’ten yaklaşık 140 yıl sonra 1586-1600 yılları arasında Hristiyan cemaatin oldukça azalması ve çevredeki Müslüman mahallelerinin çoğalması ile Sadrazam Siyavuş Paşa’nın damadı Hirâmi Ahmed Paşa tarafından camiye/mescide çevrilmiştir. Camiye çevrilen diğer yapılara nazaran günümüzde olduğu gibi Osmanlı zamanında da buraya klasik bir minare eklenmemiş, XIX. yüzyılda çizilen gravürlerden anlaşıldığına göre şerefe çıkması olmayan 4 küçük pencereli ahşaptan minare yapılmış ve ezan buradan okunagelmiştir. Mescidin harap olmaya başladığı yıllarda bu ahşap minarecik de ortadan kaybolmuştur. Yine o gravürlerde olup da bugün mevcutta bulunmayan mescidi çevreleyen duvardan kalıntı dahi yoktur. İstanbul’a büyük zararlar veren depremler burayı pek fazla etkilememiş ancak 1930 yılında şehir üzerine çöken kasvet bulutu “Cumhuriyet Rejimi” tarafından kadrosuz bırakılarak zaman içinde harap duruma getirilmiş, 1946 yılında ise son cemaat yeri görevi gören dış narteks bölümü kısmen yıkılmıştır. Mescid 1966-1968 yıllarında “Yardımcı Mimar” İlban Öz isimli vatandaş tarafından restorasyon adı altında son derece başarısız bir şekilde, tamir denmeye bin şahit istenecek bir çalışma ile yeniden ibadete açılmıştır. Günümüze pek az örneği gelebilmiş bir süsleme olarak, kubbesinin iç dilimleri yeşil ve kırmızı zemin üzerine işlenmiş bitki motiflerinden meydana gelen malakârî tekniğindeki nakışlar da dikkatle korunması gereken değerler cinsindendir. Mescid yalnızca namaz vakitlerinden 15 dakika önce açılmaktadır.

Bu mescidi şerif Balat Mahallesi Koltukçu Sokak’ta bulunmaktadır.

Düzeltme: Önceki yazıda belirtilen Ayasofya Camii’nin mimarlarından biri olan İsidoros, Atinalı değil Miletli’dir.

Görüş: Abdulkadir Aslan

Aylık Baran Dergisi 6. Sayı

Ağustos 2022