Bugün (20 Mart 2021) Akit gazetesinde HDP’nin kapatılması davasıyla alakalı muhabir Harun Sekmen imzalı bir haber/röportaj yayınlandı. Kendileriyle konuşulan iki avukat da siyasi davalar ve 5816 sayılı kanunla alakalı insanlar.

“Terör örgütü PKK’nın siyasal zemindeki sözcülüğünü üstlenen HDP’ye yönelik açılan kapatma davası kamuoyunda memnuniyet oluştururken, sadece tabela değişikliğiyle yoluna devam etmesinin engellenmesi yönünde çağrılar da gelmeye başladı.” cümleleriyle giriş yapılan haberde, “tabela değişikliği” ile AYNI DÜŞÜNCEDE yeni parti kurularak parti kapatmalarının kadük hale getirilmesinin önüne geçilmesine dair “çağrılar” yapılmış.

Ortak ifade şöyle özetlenebilir haberden:

“- Bölgesel temele dayalı siyaset anlayışına en baştan müsaade edilmemelidir. Kapatılan partilerin bir başka isim adı altında kurulamayacağını yönelik hükümler var lakin yasal boşluklardan faydalanabiliyorlar. Bunun da önüne geçilmelidir. Güvelik soruşturmaları da mutlaka en baştan yapılmalıdır. Terör örgütünün siyasal uzantıları da bu mevzuatları iyi değerlendirerek meclise girebiliyorlar. Bu yasal boşluklar yeniden ele alınmalı ve bu süreçte değiştirilmelidir”

“Bölgesel temele dayalı” olarak parti kurulmasının önünde hiçbir engel yok ve olması da engellenemez. Aynı şekilde kurulmuş “il veya bölge” isimli dernekler mevcut ve hukuki. Şayet burada kastedilen “bölücü partiler” vurgusu ise, kurulmaları birtakım resmî işlemler akabinde olduğundan, kurulmuş partilerin “bölücü parti” olarak kurulmalarına resmî izin verilmiş manası çıkar ki, öyle olmadığı da bellidir. Kurulu partiler kastediliyor ise, bu başka bir “sorunu” ortaya çıkarır.

Ortak ifadede geçen “terör örgütünün uzantıları” ifadesi de yukarıda bahsettiğimiz gibi çelişkilidir; kurulurken resmî izin alındığına göre “uzantı‼️!” olmaları muhaldir, kurulduktan sonra “böyle” oldular deniliyorsa, “uzantılık yapanlar” ile sınırlı olmak kaydıyla mevzuat içinde soruşturma açılıp cezalandırılmak talep edilebilir. “Uzantı” olmak veya daha ağır ifade ile “odak olmak” eğer bir suç ise, Ak Parti’ye açılan kapatma davasını hatırlamak gerekmektedir herhalde. Ak Parti için açılan kapatma davası “irticanın odağı haline gelmiştir” hükmüne sahiptir, kapatma yerine “hazine yardımı kesintisi” ile cezalandırılmıştır, yürürlükte olan bir karardır, “uzantıyı kapatan odağı hayli hayli kapatır” düşüncelerine yol açabilir.

Ortak ifadede en önemli “çağrı”, “güvenlik soruşturmaları” üzerinedir. Üzerinde durulması gereken de budur, Akit gazetesinin haberinde.

2820 sayılı siyasi partiler kanunun 5, 8 ve bilhassa 11. maddeleri parti kuruluş ve üye kaydının nasıl yapılacağını kaleme almıştır. 12. maddede de “Siyasî parti üyesi olmaya kanuna göre engel hali bulunmayanların üyeliğe kabul şartları parti tüzüklerinde gösterilir. Tüzükte üyelik için başvuranlar arasında dil, ırk, cinsiyet, din, mezhep, aile, zümre, sınıf ve meslek farkı gözeten hükümler bulunamaz.” denilerek “ayrımcılık ve bölücülük” yasaklanmıştır. 11. madde, kimlerin üye olamayacağını kaleme almıştır. 11/b2 maddesi yüzkızartıcı suçlar sebebiyle mahkûm olanların üye yapılamayacağını kaydeder. Maddenin diğer fıkraları ise, kanaatimizce gazetenin haberinde geçen “güvenlik soruşturması talebi ve bölgesel ayrımcılık” ile alakalıdır.

“Terör” kavramı ve bununla irtibatlandırılarak mahkûm edilmiş olanları kapsamakta ve parti üyeliğini yasaklamaktadır.

Haberde “çağrı” yapan avukatların, siyasi itiş kakış içerisinde gözden kaçındırdıklarını düşündüğüm ilgili kanundaki bir madde aslında SORUNUN TEMELİDİR. Habere dayanak teşkil eden röportaj safhasında bahsetmiş olacaklarını fakat “HDP özelinde” bir haber oluşturma sebebiyle gazetede yayınlanmamış olabileceğini düşünüyoruz. Veya hiç bahsedilmemiş de olabilir.

Siyasi partiler kanunundaki ilgili madde şudur:

“- MADDE 4 - Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olarak çalışırlar.

Siyasî partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz.”

“Çağrı” yapan iki avukatın da maddenin ikinci cümlesiyle ilgili düşünceleri bellidir, “Atatürkçü” değillerdir, ““ilke ve inkilapları” ile de işleri yoktur; bu tabii bir haktır, düşünce ve ifade hürriyeti içindedir.

Eğer bir parti kurmaya veya üyesi olmaya kalktıklarında veyahutta bunlara teşebbüs etmeseler bile, mevcut düşünce yapıları sebebiyle parti ile hiçbir şekilde bağ kuramayacakları kanunen sabittir. Hatta, Atatürk’e dair olarak sarfedecekleri “mevcut tarih ezberi” dışında bir söz ile 5816 sayılı kanun ile cezalandırılmaları da mümkündür. 2014 yılında AİHM tarafından verilmiş Murat Vural kararına rağmen, 5816’nın hala yürürlükte olması hukuk dışı olmakla beraber, 4. maddede ilke ve inkilaplar vurgusu siyasi partiler kanununda olmaması gereken belki de tek maddeyi de işaretliyor. Siyasi partiler kanunu, içinde geçen bu vurgu çevresinde organize edilmiştir. Herşeyden ÖNCE maddedeki bu vurgunun (ve ilgili Anayasa ve mevzuat maddelerinin) KALDIRILMASI gerekmektedir.

Şiddet ve “terör”, bu madde kaldırılmadıkça, utanmaz bir tenakuz abidesi olarak kalacaktır.

6-7 Ekim olaylarında Yasin Börü ile beraber şehit edilen Hasan Gökgöz’ün abisi Hüseyin Gökgöz’ün durumu, “çagrı” yapan avukatların bahsettiği meselelerle alakalıdır:

“- Hüseyin Gökgöz'ün, 6-8 Ekim olaylarında Yasin Börü ile beraber vahşice katledilen Hasan Gökgöz'ün ağabeyi olduğunu hatırlatan (merhum Mehmet) Yavuz, 6-8 Ekim'de katledilenlerin uzun uğraşlar sonucu ‘sivil şehit' statüsüne alındığını ve ailelerinden birine işe yerleştirilme hakkı verildiği ifade etti.

Hüseyin Gökgöz'ün de bu kapsamda İzmir'de bir kamu kuruluşunda ‘taşeron işçisi' statüsünde üstelik Başbakan Binali Yıldırım'ın talimatı ile işe yerleştirildiğini ve yaklaşık iki yıldır görevine devam ettiğini belirten Yavuz, yazısının devamında şunları kaydetti:

"Ne zamanki hükümet, taşeron işçilerini sürekli kadroya geçireceğini söyledi, Hüseyin de müracaat etti. Etti ama etmez olsa idi. Başına gelmeyen kalmadı. Artık bir zulüm furyasına dönüşmüş şu meşhur ‘Güvenlik Soruşturması'na takıldı.

Kendisine isnat edilen suç ise 2015-2017 yılları arasında Hizbullah Örgütü kapsamında süreklilik arz eden tehlikeli(!) faaliyetleri…

Neymiş acaba bu tehlikeli faaliyetler diye kısa bir araştırma yapınca gerçek ortaya çıkıyor: Bahse konu tarihler, 6-8 Ekim şehitlerinin davasının görüldüğü ve kamuoyunda “Yasin Börü Davası” olarak bilinen mahkeme süreci.

Yani Hüseyin Gökgöz, kardeşi Şehit Hasan Gökgöz'ün mahkemesine katılmakla terör suçu işlemiş ve bu gerekçe ile sürekli kadroya alınmadığı geçtiğimiz Cuma günü kendisine tebliğ edilmiş.

Bununla da kalınmayarak iş akdine de son verilerek işten atılmış. Buyurun buradan yakın! Güler misin, ağlar mısın?”

Evet, “güler misin, ağlar mısın”a bir misal de İbda bağlısı Mehmet Şahin’in oğlunun başına gelendir. Şahin’in oğlu, 15 Temmuz sonrası Erdoğan’ın çağrısına uyarak Kara Harp Okulu’na kaydolmuş, ilk sömestri bitirmiş, ikinci sömestr başlangıcında “güvenlik soruşturması” sebebiyle okuldan atılmıştır. Üstelik kendisinin değil babasının “fişlenmesi” sebebiyle.

Bahsedilen “güvenlik soruşturması”nın utanç verici tenakuzluğu üzerinde çok örnek verilebilir. Milli eğitim bakanı ile Ekrem Pakdemirli’nin kardeşlerinin Fetö “fişli” olmaları bir yana, 15 Temmuz’un komuta konseyi olan Yurtta Sulh Konseyi’nin iki numaralısı olarak yüzden fazla ağırlaştırılmış müebbet cezası alan birinin kardeşi, vekil veya bakan değil elçilik görevlisi yapıldı.

Tüm bu ““duyulmuş” örnekler bir yana “duyulmamış” olanları da dikkate aldığımızda, ““güvenlik soruşturmaları”nın ““Ankara’da yakınım var” temelli olduğuna dair şüphelere düşmemek mümkün değildir!

Şunu unutmamak gerek herhalde: HDP’nin gelir-geçer ‘‘terör” tanımı içinde olduğuna ŞİMDİ mi farkına vardı savcılar? Posta güvercini olarak (ve hatta güvercin ama yorulmasın diye) uçakla, helikopter ile Kandil’e getirilip götürülmeleri zamanında “terör destekçisi” değiller miydi?!  HDP üyeleri ve milletvekilleri hakkında (vekillerin Çözüm Süreci esnasında yaptığı konuşmalar üstelik ekseri) dava açabilir ve ispatlayabildiğinde mevcut mevzuata göre ceza verebilirsiniz, bu başka birşey, partinin kendisini kapatmaya çalışmak başka birşeydir.

Habere göre “çağrıcı avukatlar” acaba, Çözüm Süreci ve süreçte yeralan bürokratlar ile “emri verdiğini” defalarca söyleyen cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hukuki statüsü” hakkında ne düşünüyorlar?! Veya, “idam cezası bir kereliğine getirilir, halen PKK’nin lideri olduğu için ölümlü ilk dosyaya Öcalan da ilave edilir, tek başına dahi olsa yargılanır ve idam edilir, mesele kapanır” diyen (üstelik utanmadan!) hukukçu olanların bu görüşüne ne derler?! HDP kapatıldığında, “gerekçesi” ile bir başka partinin kapatılmasının yolunun açılmayacağını mı umuyorlar, diye de soralım.

Görüldüğü üzere, HDP meselesi oldukça karışık ve ekleme-çıkarma günü birlik (hatta gözboyama?!) tedbirlerle çözümlenecek bir problem değildir. Evet, kapatılabilir, evet cehennem şartlarında “güvenlik soruşturmaları” yapılarak parti kurmak hususen zorlaştırılabilir, bu mu isteniyor ve bu çözüm olur mu?

“Çağrıcı avukatlar” mevcut mevzuata göre bırakın parti kurmayı, mesleklerini bile yapamayacak hale, üstelik avukatlık kanunu ile “bir anda” sokulabilecekken, aynısını başkaları için talep ediyorlar olamazlar. Çok yakın bir arkadaşım sadece “5816 soruşturmaları geçirdi” diye (derginin yazı işleri müdürüydü) avukatlık stajı başvurusu reddedilmişti. Bir şekilde onlar da haklıydı: Anayasa’nın Başlangıç maddeleri ve mevzuatın içine serpiştirilmiş ““düşünce ve ifade hürriyetini kısıtlayan”, tek tipçi bürokrasiyi sağlama alan ““ilke ve inkilapları” vurgusu orada durdukça, bugün değilse de yarın mesleklerinden atılmaları mümkündür.

Meselenin aslı, Kürt Meselesidir, kabul edilsin veya edilmesin, “isteyen Kürt, vekil olabiliyor, dengbenj söylenebiliyor” gözboyacılığına kapınılsın veya, BAŞ MESELE budur. HDP’nin içindeki Türk Solu maskeli Kemalist merkez bir şekilde temizlenmedikçe ve asıl muhataplar oluşturulmadıkça, “büyük bir tarihi fırsat” halinde dikilen, 20. yüzyılın başında BİZE ait olan topraklarda (adı ve şekli önemsiz) hakimiyet tesisi imkânı kaçacak, “iç rahatsızlık” ile “ilelebet payidar” olmaya devam edilecektir.

Kendi ayağımıza sıkmaya devam etmek yerine herşeyi engelleyen “vurgu”dan konuşmanın, kurtulmanın vaktidir “çağrısı” yapılmalıdır.

Salih Demirci