28 Şubat her ne kadar bir süreç olarak görünüyorsa da Lozan Anlaşmasında verilen taahhütlere istinaden kurulan rejimin milletine karşı işlediği cürümlerden yalnızca birisidir esasında… Uzun bir yolculuk düşünün, hani bu yolculuk esnasında uğradığımız yerlerden bazıları akılda daha fazla kalır ya, onun gibi 28 Şubat da bu sürecin duraklarından yalnızca birisidir.
İslâm’ın kendisine düşman olan ve İslâmî olan her şeyi kendisine hedef tayin eden bu rejim, kuruluşundan bugüne, kendilerine iktidarı teslim edenlerin emir ve direktifleri doğrultusunda İslâm sancağının düştüğü yerden kalkamaması, belini doğrultamaması için efendilerini dahi utandıran birçok suç işlemişlerdir. 28 Şubat, İstiklâl Mahkemelerinden bu yana işlenen suçlardan birisidir.
Geçen sene kurulan Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu tarafından yapılan inceleme neticesinde toplanan bilgilerle birlikte 28 Şubat’ın askerî bürokrasi içindeki ayağına dava açılmıştır. Ankara 13. Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan bu dava bugüne kadar işlenen diğer suçların yargılanmamış olması bakımından elzem olsa da sanıkların celselerdeki gayr-ı ciddi hâlleri yargı bürokrasisinin zihniyetini tartışmaya açmıştır.
Star Gazete’sinin 11 Eylül tarihli haberine göre;
“Ya devran dönerse”
“2 Eylül'de Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan 28 Şubat davasının duruşmalarında yaşananlara tepki giderek artıyor. Başladığı günden bu yana duruşma salonunda ciddiyeti sağlayamayan mahkeme heyetinin, sanıkların duruşma disiplinini hiçe sayan tavır ve davranışlarına sessiz kalması, bu dava Heyet Başkanı Tayyar Köksal ve heyetiyle zor biter eleştirilerine neden olurken, heyet üyelerinin adliye koridorlarında “devran dönerse” şeklinde konuştukları ve bunun için sanıklara aşırı müsamaha gösterdikleri iddia ediliyor.”
 “İlk gün salonda kaos yaşandı
Duruşmaların ilk günü salonda disiplin sağlanamadı. Tutuklu/tutuksuz sanıklar isim tespiti sırasında salon içinde dolaşırken yakınları ve avukatlarıyla uzun uzun sohbet etti. Kimlik tespiti salondaki gürültü eşliğinde yapılırken, Mahkeme Başkanı Köksal, yoklamanın ardından ara vermek istedi. Ancak, sanık avukatlarının talepleri ve bazı sanıkların savunma yapmaya başlamasıyla ara vermeyi unuttu. CHP’li Kamer Genç duruşma devam ederken salona girdi, sanık yakınları Genç’i alkışladı. Hâkimler sessiz kaldı.
Sanıklara minder dağıtıldı
Davanın ikinci günü jandarmalar, sanıklara sandalyelere koymaları için minder dağıttı. İlk günkü duruşmada sanıkların sürekli ayağa kalkarak salonda dolaşmalarının dikkat çekmesi üzerine Jandarma’nın, tahta sandalyelerden rahatsız olan sanıkların ayağa kalkmalarını önlemek için böyle bir tedbir aldığı belirtildi. CMK’ya göre duruşma salonuna yiyecek sokulması yasak olmasına rağmen, sanıklar, çubuk kraker ve çerez-badem yedi. Mahkeme heyeti buna da sessiz kaldı.
Bir’in tehdidini yazdırmadı
Davanın ikinci günü rahatsızlanınca ‘sağlık’ gerekçesiyle tahliye edilen Teoman Koman’la ilgili karara müşteki avukatı Mustafa Polat itiraz etti. Bunun üzerine Çevik Bir, Polat’a “Akşam eve rahat gidebilecek misin?” diye çıkıştı. Polat, Bir’in sözlerinin tehdit olduğunu belirterek, bunun zabıtlara geçirilmesini talep etti. Ancak Mahkeme Başkanı “mahkeme heyeti tehdit görmedi” diye bu talebi reddetti.
Çetin Doğan telefonla görüştü
Pazartesi günü yapılan duruşmada ise sanıkların mahkeme düzenini hiçe sayan ve mahkeme heyeti tarafından görmezden gelinen tavırları zirve yaptı. Duruşma sürerken tutuklu sanık emekli Orgeneral Çetin Doğan, avukatından aldığı cep telefonuyla birkaç görüşme yaptı. Mahkeme Heyeti bu duruma da müdahale etmedi. Duruşmaları başından beri takip eden CHP Milletvekili Mahmut Tanal, CMK’ya göre yasak olmasına rağmen duruşma sırasında ikram edilen bisküvi yedi. Sanıklar birbirine bisküvi ikramında bulunurken, bazı sanıkların da iddianame okunurken sakız çiğnedikleri görüldü. Mahkemede ciddiyet olmadığını belirten davanın müştekilerinden Remzi Çayır “Mahkeme heyeti bir radikal karar alamazsa davanın sürdürebileceğine inanmıyorum. İşleyiş sağlıklı değil” dedi.”
*
Star Gazetesi muhabirinin haberleştirdiği gayr-ı ciddî tutum hakkında Yeni Akit Gazetesinde çıkan “Tiyatro Gibi Duruşma” başlıklı habere de bu mahkeme heyeti tarafından dava açılıyor. Açılan davayla alâkalı olarak Yeni Akit’ten Ali Karahasanoğlu’nun 17 Eylül 2013 tarihinde kaleme aldığı “Oldu olacak; 28 Şubatçıları bırakın, bizi alın içeri!” başlıklı yazısı, mahkeme heyetine isnad edilen gayr-ı ciddiyetten daha da vahim iddialar öne sürüyor. Evvelâ kendilerine mahkemeyi etkileme ve kamu görevlisine hakaret iddiasıyla dava açıldığını ve isnad edilen suçların yatarının dört yıl olduğunu söylüyor. Şimdi asıl vahim olan meseleye gelecek olursak Karahasanoğlu diyor ki “28 Şubatçılar ne ile suçlanıyorlar? Darbe ile.. Bakmayın siz, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istendiğine.. Otomatik 1/6 indirim ile.. 24 yılı şimdiden garantilediler onlar.. “Be insafsız, 24 yıl az mı yani?”  diyecek olanlar çıkacaktır... Duruşmadaki iyi hal ile ceza indi mi 24 yıla.. İlaveten.. 1999 yılında çıkarılan Rahşan affı gereği de.. Zaten yatacakları 10 yılı, cezadan düşmek gerekecek mi.. Gerekecek. 24 yıl ceza alırlarsa, şartlı tahliye kuralları (2004’den önceki kanun) gereği, ne kadar yatmaları gerekirdi? Takriben 11 yıl gibi.. 11 yılın 10 yılını, zaten Rahşan Hanım bunlara hediye kabilinden silmişti ya.. Geriye ne kalır? 1 yıl.. E zaten, cezasının bitmesine 1 yıl kalanlar, otomatik salıveriliyorlar.. O halde? 28 Şubatçıların hepsi dışarıya.
*
Başta dedik ya, rejimin Müslümanlara karşı işlediği ilk suç 28 Şubat değil diye, işte bugün bu zulüm ayniyle devletin bürokrasi kademelerinde sürüyor. 28 Şubat sürecini yalnızca DARBE diye bir başlık altında toplanması belki de Karahasanoğlu’nun dediği gibi sadece bir sene ceza almalarının vesilesi olacak.
Başörtülü kızların iş ve eğitim alanında çektiği eziyetler, Müslümanlara yapılan işkenceler, 14 yaşındaki Yakup Köse’nin aldığı idam cezası, Metris ve Bandırma cezaevinde tutuklu mahkûmların üzerine G-3 otomatik piyade tüfekleriyle yaylım ateşi açılması, memuriyetten atılanlar, mal varlıkları yağma edilen ve kapatılan STK’lar, soyulan memleket ve binlerce kişinin çalınan binlerce gününün hesabı sorulmayacak, darbe teşebbüsü  de yarım ağızla, olanca lakaytlığıyla sorulacak!.. Birilerinin NETİCESİ bütün bir milletten daha kıymetli görülecek. YAŞ için Erbakan’ın verdiği yemekte yapılan terbiyesizliğe istinaden, bir kadeh de rakı servis edin tam olsun…
*
Israrla, bıkmadan, usanmadan söylüyoruz ve söyleyeceğiz; bu devlet, milletinin hislerini tercüme etmekten ziyade kendisine iktidar verenlerin sözde ve hâlde tercümanıdır. İstiklâl Mahkemeleri’nden başlayan bu süreç 28 Şubat mahkemeleriyle devam ettiği gibi sivil ve askerî bürokrasi, medya ve sermaye ayaklarıyla hâlen, değişen iktidar, zaman, konjonktür ne olursa olsun, İslâm’ı hedef olarak görmekte ve İslâm sancağının düştüğü yerden kalkmasının ve Anadolu merkez olmak kaydıyla, bütün dünya Müslümanlarının bir araya gelmesinin önünü alabilmek adına ne gerekiyorsa yapmaktadır.
İslâm sancağının düştüğü yerden, Anadolu’dan kaldırılmaması için canhıraş mücadele eden yargı başta olmak üzere sivil-askerî bürokrasi içerisinden büyük bir kesim, medya ve sermayenin bilinen unsurları, bugün, Mısır, Suriye, Moro,  Irak, Afganistan, Somali ve Doğu Türkistan başta olmak üzere Müslüman Âleminde dökülen kanın da ortağıdır.
Rejim kendi kendisini hesaba çekmeden, eski yeni demeden ihanetin ve Müslümanlara karşı işlenen suçların hesabı sorulmadan, millet ile devlet arasındaki hesab kapanmayacaktır. Bu hesablaşma gerçekleşmeden de ne büyük devlet olunur, ne hukuk olur, ne de istikbâl ısmarlanır.
lafın yalama olduğu bu demde
 hâl de mi yalama oldu
ihanetin çaresi bellidir de
bu adalete ne oldu

BARAN Dergisi 349. Sayı