Telegramcı Yeni Dünya Düzeni ve 
Yerli ‘Muhafazakâr’ İşbirlikçileri


 14 yıldır ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezaevinde tutulan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı hukuksuzluklar konusunda son yıllardaki kıpırdanmaya rağmen, TELEGRAM’ın bitirilmesi yönünde müşahhas ve müsbet olarak vasıflandırılabilecek hemen HİÇBİR GELİŞME maalesef henüz yok!
Sevenleri ve takibçilerinin ısrarlı kampanyaları; etkili-yetkili figürler ve onlar nezdinde birçok kurum ve kuruluşla temaslar; bir kısım sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışma içerisine girilmesi; bir ölçüde yazar ve aydınları da içine alan toplantılar ve basın açıklamaları; Mütefekkir’in avukatlarının hukuk alanındaki hâlâ süren hummalı çalışmaları; milletvekillerinin Mirzabeyoğlu ziyaretleri ve daha sayamadığımız birçok faaliyet, hem 28 Şubat hukuksuzluğunun telafisi bahsinde, hem de ve özellikle TELEGRAM’ın bitirilmesi talebinde, neticede hep görünmeyen (!) bir “duvar”a çarpıp duruyor.
Dışarıda tüm bunlar yaşanırken, Mütefekkir’e uygulanan dünyanın en barbarca işkence metodu olan TELEGRAM da olanca hızıyla devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Mirzabeyoğlu’na namaz dahi kıldırmayacak derecede şiddetlendirilen bu işkence, biz bu satırları yazarken de hâlâ sürüyor.
“Resmî” siyaset arenasında ise, ister Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı 28 Şubat hukuksuzluğunun telâfisi, isterse TELEGRAM’ın bitirilmesi konusunda olsun, TBMM Başkanı da dahil olmak üzere Yürütme’nin içinden verilen mesajlar, “prosedürler” ve demagojiyle boğulan ve zamana  oynanan bir görüntü çiziyor, âmiyane tabirle topun taca atılamasından başka bir anlam arzetmiyor.
Bu noktada, Yürütme dışındaki “muhalefet”in yapabilecekleri de, sonuç alıcı müsbet bir sıçramanın yaşanacağı intibaını pek vermiyor. Zaten onlar da buna işaretle, “verdiğimiz veya vereceğimiz önergeler çok kolaylıkla âtıl hâle getirilmekte” diyorlar mealen.
Tabiî her iki cenah da, kendilerine her sorulduğunda, “Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan hukuksuzluk ve adaletsizliğin giderilmesi için…” diye söze başlamayı ihmal etmiyor. Sonrası da yukarıda söylediğimiz şekilde.
Dışarıdaki kampanyalara iştirak edenlerin ve toplumun beklentileriyle siyasî arenadaki “arzu”, SÖZ SEVİYESİNDE nerdeyse bir bütünlük arzetmesine rağmen –Başbakanın en başından beri ısrarlı suskunluğu dikkat çekici ve bunun dışında!-, icracı pozisyonunda 10 yıldan fazla bir zaman hükümet olan irade bu konuda nedense çok “isteksiz” görünüyor.
Çok uzatmadan kısaca ifade etmek gerekirse, bunun altında yatan, devlet mekanizmasındaki kuvvetler ayrılığının veya “erk” paylaşımının aslında “bilindiği şekilde” olmadığı gerçeği ki, bunun bilhassa farkedilmesi gerekiyor. MGK ve Müsteşarlıklar eliyle yürütülen ve “Kırmızı Kitab”la müşahhaslaşan bir oligarşidir bizdeki asıl Yürütme, işte bunun anlaşılması icab ediyor. Ve tabiî  “onlar”ın da üstünde olan bizim (!) “3000 Aile” temsilcileriyle kaynaşmış Siyonist Yahudi-Anglosakson Dünya Eliti’nin dikkate alınması gerekiyor. Mirzabeyoğlu’nun serbest bırakılması ve TELEGRAM’ın bitirilmesi, bu bakımdan bir “bağımsızlık meselesi” niteliği de arzediyor. “Kukla”lardan müsbet hamle beklerken, içerideki ve dışarıdaki “kuklacı”ların da unutulmaması gerekiyor.
Tüm bu “işgal” topografisini bizim anlayabileceğimiz şekilde elimize tutuşturması bakımından, Mütefekkir’in DGM’deki savunmasının defaatle okunması ve okutulması elzem. Hangi meşrebten olursa olsun, “Anti-Emperyalist” dünya görüşünün bu topraklardaki savunucularının varacağı son noktayı işaretlemesi yönünden de hayatî tesbitler manzumesidir o savunma.
Sadece Mirzabeyoğlu’nun tarihî savunması dahi, Yeni Dünya Düzeni Elitleri ve dolayısıyla yerli işbirlikçileri nezdinde Mütefekkir’e duyulan kinin, aynı şekilde, zikrettiğimiz hukuksuzluğun giderilmesi noktasındaki “isteksizliğin”, uyuşukluğun, ikiyüzlülüğün anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Yeni Dünya Düzeni seçkinlerinin-elitinin altında sefa süren “bizim” yerli (!) 3000 Aile’nin uşak ve hamilerinin dün şunlar, bugün bunlar olmasının ne önemi var? Aynı şekilde, bu “3000 Aile”ye son 10-15 yılda birkaç yüz “muhafazakâr”ın katılması neyi değiştirir? Bu katılanların neyi “muhafaza” ettikleri asıl mesele, hangi dünya ve devlet düzenini; daha doğrusu eşkiyalığını ve yağmacılığını “muhafaza” ettikleri. “NATO toprağı Anadolu” hâdisesi herşeyi pek “veciz” anlatıyor zaten.
Zikrettiğimiz “isteksizlik”, belli ki bu çarpık dünya ve devlet düzeninin sonunu da getirebilecek gelişmelerin önünün açılmasına duyulan bir korkunun ifâdesi aynı zamanda.
Diğer yandan, 3000’lere katılarak sınıf atlayan yeni zümre ve onlara yakınlıktan nemalananlar için bu “muhafazakâr” etiket, şartsız İslâm hâkimiyetini farz kılan Yaradan’a karşı ikiyüzlülüğün delili olduğu kadar, toplumun büyük kısmını teşkil eden avamın uyutulup yönlendirilmesi için rahat bir zeminin temin ve tesisinde işe yarayan bir “kimlik kartı” mesabesinde yine.
Yeni Dünya Düzencilerden gelecek kemikler uğruna hebâ edilen dünyalar ve ahiretler. Birlikte yürünen yol, Anadolu’ya ne kadar da ters ve yabancı oysa. Bunu da kısacık bir ifâde olarak KADER BİRLİĞİ şeklinde çerçevelemek mümkün. Yeni Dünya Düzencilerin kendi zaviyelerinden “Kader” mevzuuna bakışlarına temas edeceğiz bilâhare.
Yeni Dünya Düzenciler için, dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşayan ve nihaî amaçlarının gerçekleşmesini engelleyebilecek şahsiyetleri bertaraf etmek, onyıllardır uygulayageldikleri bir metod. Tabiî her “hedef”, kendi yapısına ve özelliğine münhasır şekillerde hedef tahtasına oturtulur. Kimisi kolayca basın yolu ile; kimisi belden aşağıya vurularak; kimisi faili meçhullerle vs. “etkisiz hâle” getirilir. 

Mirzabeyoğlu’na uygulananlarsa, belki hepsini içine alacak şekilde ama çok farklı ve uç metodlarla desteklenerek götürülen, çok ileri bir teknoloji ve çok büyük bir maliyet gerektirici TELEGRAM’la desteklenen bir büyük operasyon. 14 yıllık bu pratikte, Mütefekkir’in şahıs, fikir ve dava olarak önemine nisbetle; bilim, teknoloji, askerî silah sanayii ve daha birçok alanda insanlık tarihinin ulaştığı en son noktayı belirtici araç ve zeminler kullanıldı, kullanılıyor. Üstelik, tüm bu imkânları ellerinde tutan Yeni Dünya Düzenciler, bu konuda ellerinden ne geliyorsa yapıyor, tüm güçlerini seferber ediyor ve Mirzabeyoğlu için atılabilecek en ufak bir müsbet adımın önünü kesmek üzere, yerli işbirlikçilerini zabturabt altında tutuyor.
İslâm dünyasını az çok tanıyan herkesin bildiği üzere, bütün gözler ve ümid Anadolu’dadır. Halkı arkasına alıp sürükleyebilecek fikir ve aksiyon adamlarının önü bu yüzden kesilmekte; hiçbir hukukî değeri olmayan mesnetsiz suçlamalarla bu öncü şahsiyetler toplumdan tecrid edilmeye çalışılmaktadır. Mirzabeyoğlu bahsi bu mevzudaki en mühim misâldir ve O’na yapılanların tercümesi şudur: “İçeri atın da biz işimizi görelim. Hattâ içeride de rahat bırakmayın, O’nu her gün her saat elektromanyetik silâhlarla yakın; birkaç saat dahi derin uyku uyutmayın; milyarlık son teknoloji ürünü cihazlarımızla zihnen de çökertmeye, en azından daha fazla YAZDIRMAMAYA bakın.”
Sözün özü, Yeni Dünya Düzenciler ve yerli işbirlikçilerinin, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu “devlet”e kaçırtması ve yine “devlet”in eline tutuşturduğu TELEGRAM cihazı ile bir devlet hapishânesinde yıllardır fizikî ve zihnî işkenceye tâbi tutmasının ardında “büyük bir hesab” yatmaktadır.  
Bu sessiz ve yavaş idamı, hükümet, bürokrasi, askeriye, siyaset, yargı, basın ve daha birçok yapıyı da kullanarak (hattâ kullanılanların birçoğu esas amacın farkında bile olmadan) saklamalarının ardında yatan bir diğer gerçek de, KADER’E TESİR EDEREK KADER’İ KENDİ LEHLERİNE ÇEVİRME olarak tercüme edebileceğimiz şeytanî –ve beyhude- bir gayedir. 
Yukarıda “TELEGRAM cihazı” deyip basitleştirmemiz, cümlemizin kolay anlaşılırlığı adınadır. Yoksa TELEGRAM, birçok ilim, bilim ve teknolojiyi de içine alan, çok sofistike bir proje ve uygulamadır.
Hep vurguladığımız üzere, çok uzun yıllar öncesinden temel alan Zihin Kontrolünün bugün ulaştığı üç nokta olarak TELEGRAM, günümüzde öne çıkan nöroloji-bilgisayar-beyin merkezli ve “ultra-teknoloji” destekli çalışmaların bir eseri değildir sadece. Teknoloji harikası (!) bu askerî silah, daha öncesinde olduğu gibi, yine parapsikoloji, hipnoz, ezoterizm gibi fenomenlerle desteklenmektedir.
Yeni Dünya Düzencilerin “Kader’e tesir etme” beyhude uğraşı demişken... 
Meşhur Kabala uzmanı haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook, SİYONİZMİ, “kurtarıcı Mesih’in gelişini HIZLANDIRICI önemli unsur” olarak tanımlar. Bunda da Kabala’nın vazgeçilmezliğini öner sürer. Kabalist öğretide kâinattaki metafizik dengeler, şeytanî güçler ve şuuraltı âlemle ilişki önemli yer tutar. Tüm bunları büyü metodları ile etkilemeyi hedefler. Meşhur Yahudi araştırmacı Z’ev ben Shimon Halevi’nin (İngilizcedeki ismiyle Warren Kenton), “KABALA: TRADITION OF HIDDEN KNOWLEDGE – Kabala: Gizli İlimler Geleneği” isimli kitabındaki “tarifi” kayda değer:
- “Pratikte Kabala, kötülerle ilgilenmenin yolu ve semboller aracılığıyla psikolojik dünya üzerinde güç kullanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı formudur.”
Şimdi tüm dünyada bu zihniyetteki Siyonist Yahudi Dünya Eliti tarafından amaçlanan, askerî ve ekonomik gücü elinde tutan Siyonist Evangelistlerin de himaye ve yedekliğinde, kurtarıcı Mesih’in gelişinin  hızlandırılması için KADER’e tesir etme sapkın şeytanî projesinin devamlılığının sağlanmasıdır. Kendi içlerinden Moshe Sevilla Sharon gibi tarihçilerin tesbitleri de bu yöndeki izahatlarımızı destekler mahiyette.
Yahudiler içinde Siyonizmi reddeden dinî grubların Siyonist yahudileri sekülerizme kaymak, din dışına çıkmakla suçlamalarının kaynağı da budur. Siyonist Yahudi-Evangelist “elit” güruhun, yani Yeni Dünya Düzencilerin bu eleştiri ve ikazları dikkate almaları elbette beklenemez. 

Onlar, Büyük Kurtarıcı Mesih’lerini beklemeden Ortadoğu’da kurdukları İsrail devletinden sonra; bu kez Mesih’lerine çok daha “hoş” bir sürpriz yapma telâşesindeler. Üzerinde –MİRZABEYOĞLU gibi!- hiçbir “çıban başı”nın bulunmadığı ve çok daha geniş bir coğrafyanın üzerinde kurulacak “dünya devleti”ne Mesih’in teşriflerini beklemeye odaklanmış vaziyetteler.
Kimileri “medeniyetler ittifakı”, “dinler arası diyalog”, “kültürler arası dayanışma” diye uyutuladursun; Siyonist, Yahudi, Hıristiyan, “Ilımlı” elele; istikamet SİYONİST YENİ DÜNYA DEVLETİ’ne!..