24 Temmuz Cuma günü, Ayasofya açıldığı gün oralardaydınız, o atmosferi, heyecanı bize anlatır mısınız?

Gönüldaşlarımızla 23 Temmuz Perşembe akşamında oradaydık. Akşam namazında dahi her yer doluydu. İnsanlar akın akın Ayasofya’da yer bulabilmek için gelmişlerdi. Daha sonra polis, bomba araması sebebiyle insanları alandan biraz uzaklaştırdı. İnsanların yoğunluğu o kadar fazlaydı ki bu “biraz” uzaklaştırdıkları yer de Çemberlitaş’dan ötesi oldu. Emniyet güçlerinden Allah razı olsun, bu uzaklaştırmada 28 Şubat mantığı ile katiyyen kimseye sert yaklaşmadılar. Zaten mevzu tüm İslam âlemini kucaklayan bir mevzu olduğu için Müslüman bir polisten bu beklenemez. Çok itidalli bir ortam oldu, halk da buna uyarak polislere yardımcı oldu. Bu uzaklaştırmadan sonra civar camilerin hiçbirinde yer bulunamadı. Camiler dolu olduğu için biz de küçük bir caminin avlusunda namazımızı edâ ettik. Daha sonra 24 Temmuz sabahı valilikten 10:00’da Ayasofya etrafına insanlar alınacak açıklaması gelmesine rağmen Müslümanlar Ayasofya’nın heyecanı ile sabah namazının ardından alanları doldurmaya başladığı için yoğunluk olmasın diye 7:30 itibariyle yavaş yavaş alınmaya başladılar. Benim duyduğuma göre, İsmailağa etrafından gelen insanlar İstanbul Belediyesinden itibaren yoğunlukla karşılaştılar. Benim şahsi kanaatimce; görüntülerin de gösterdiği üzere Müslümanlar, Ayasofya’nın hakiki kimliğine dönmesindeki mânâyı kavradılar. Zira hem Cuma günü iş günü olmasına, hem de ekonomik sıkıntıların yaşanmasına rağmen çok uzak yerlerden gelerek Ayasofya’ya teveccüh gösterdiler. Amerika, Avusturya, İngiltere, Almanya ve birçok farklı ülkeden gelenler vardı. Yurtiçini hiç saymıyorum zaten, yurtiçinden ciddi mânâda bir teveccüh vardı. Bu manevi atmosferi yaşaya bilmek adına birtakım şeylerden fedakârlık yaptılar. Allahü Teâlâ da Müslümanlara Ayasofya’nın açılması sırasındaki manevi güzelliği yaşattı.

Yani alanda yeni bir fetih havası vardı diyebilir miyiz?

Ayasofya zaten kimlik olarak bu mânâyı ihtiva ediyor. Neden? İstanbul’un fethinde Ayasofya’nın taşıdığı sembol, kimlik dünya tarihine yer etmiş, dünya tarihinde bir mânâ ifade ediyor. Bu mânâda ikinci bir fetih denilebilir. Fakat cemiyetimizin üzerinden Kemalizm silindirinin geçmesi sebebiyle, bazılarının Ayasofya’nın hakiki mânâsında ki güzelliği tam olarak idrak edemediğini söylersek de yanılmış olmayız. Sadece fotoğraf çekilmek, “ben de ordaydım” diyebilmek için gelen insanları da gördüm. Ama tekraren söylüyorum bunlar çok az bir kısımdı, bunun da tek sebebi Kemalizm silindiridir, ideolojisidir, dinidir, eğitim sistemidir. Çünkü biz bir çimendik, az öncede ifade ettiğim gibi çimeni silindirle ezdiler. Daha yeni yeni millet kafasını kaldırmaya çalışıyor. Halktan da Ayasofya’ya beklenenin üstünde bir alâka olunca, insanların bazıları görüntü vermek amacı ile geldiler. Fakat bir röportaj seyrettim onu aktarayım. Bir şahıs elli sene evvel Almanya’nın Karlsruhe kentinde Ayasofya Camii diye bir camii yapıyor. O zaman o caminin açılışına gelen Tayyip Beyle, Erbakan soruyorlar, “Bu caminin ismini neden Ayasofya koydun?” O şahıs da “Bu caminin ismi, dualarımızla asıl Ayasofya Caminin açılmasına vesile olacaktır.” diye karşılık veriyor. Bu röportajı veren amca hüngür hüngür ağladı. Bu mânâda buraya gelen insanlarla, fotoğraf çekmek için gelen insanlar, küçük bir tezat oluşturdular o kadar. Dolayısıyla Ayasofya hadisesini fetih olarak düşünebiliriz. Çünkü dünyanın verdiği tepkiyi de göz önüne alırsak, bu iş ciddi mânâda küffara bir darbe oldu. Maddî ve manevî bir şeylerin önünün açılması olarak görüyorum ben bunu, özellikle Fatih Sultan Mehmet Han’ın bedduasının kalkması, bizim üzerimizde çok büyük bir bereket hasıl edecektir.

Kemalizm’in etkilerinden bahsettiniz, peki bir Kemalist bu manzarayı görünce ne hissetmiştir sizce?

Ben aslında bunu bir röportajda kısaca anlattım. Şu anda da o röportajdan dolayı, Oda tv, Sözcü, KRT, Ulusal, hülasa bizim “karşı taraf” diye kabul edebileceğimiz bir sürü yayın organı tarafından linç ediliyorum. Orada şunu söyledim; “Falih Rıfkı Atay diyor ki, Ayasofya Camiinin açılması demek M. Kemal’in kemiklerinin sokağa fırlatılması demektir.” Kemalistler bu mânâyı hakiki bir şekilde biliyorlar. Yani Ayasofya Camii açıldıktan sonra neler olabileceğini biliyorlar.

Biz başından beri, her zaman dedik ki; Fatih Sultan Mehmet Han’ın bedduası, o beddua Cuma günü, Cuma namazında kalktı ve aynı gün Tayyip Bey’e 5816 sayılı kanun vesilesi ile dava açıldı. Düşünebiliyor musunuz? Ülkenin başındaki şahsa, devlet başkanına birilerinin kışkırtması ile 5816 sayılı kanun üzerinden dava açıldı. Bu nedir? Eceli gelen köpeğin camii duvarına işemesidir. Bu ülkede ne yazık ki bazı şeyler, büyükler dokunmadan ciddi mânâda ele alınmıyor. Belki de bu ufacık hareket, 5816 sayılı kanunun hakikaten konuşulmasına sebebiyet verecek. Konuya başka bir minvalden baktığımız vakit de, bir imza ile, bakanlar kurulunun kararıyla siz burayı alıp müze yaptınız, 2020’de de Danıştay sizin kendi silahınızla bu kararı kaldırdı. Bu ne demek sizin rejiminizin çarklarıyla bu iş menfiden, müspete döndü. Kemalistler olaya bu vecihle bakıyor. Kemalistlerin gözünde öyle bir kadrolaşma yapılmış ki, onların ana temelleri ile oynuyorlar. Nedir bu ana temeller, bir tanesi başörtüsü sorununun çözülmesi. Bir tanesi Taksim Camisinin açılması, şu an hemen hemen Taksim Camisi tamamlandı sayılır. Bir tanesi şapka kanunu, 2014’de bir ek paketle beraber yok edildi. Bir tanesi Ayasofya, ki Ayasofya temel direği idi. Şu anda direği alttan aldık, bina sallanmaya başlayacak, bunun da ilk semeresi inşâallah Erdoğan’a soruşturma açılan 5816 sayılı kanunun tartışılmaya açılarak, neticede kaldırılması olacaktır. Zaten biz her zaman şunu söyledik; “Bırakın, tarihi şahsiyetleri tarih ve halk yargılasın. Kanunlarla korumakla hiç bir şeyin önünü kesemezsiniz. Fatih Sultan Mehmet’in, Kanunî’nin, Abdülhamid Han’ın kanunla korunmaya ihtiyacı var mı?” Bugün bir referandum yapılsın bu kadar yoğun Kemalist baskıya rağmen, bu milletin yüzde doksanı bu padişahlara katiyyen menfi bir şey söylemez ve bir mutabakat oluşur. Fakat M. Kemal’in ne doğum gününde, ne ailesinde, ne de yaptıklarında mutabıkız. Yani onunla alakalı neyi konuşuyorsak hep bir soru işareti var. Bu soru işaretlerinin tartışılması için de kanunun kalkması lazım ki insanlar bunları vesikalarla sövmeden konuşabilsinler ve hakikat ortaya çıksın. Biz sadece bunu istiyoruz, bizim kimse ile bir kavgamız yok, bizim kavgamız Allah’la kavga etmeye yeltenenlerle. Allah’la kavga edenlerle mücadele edenlerin, önüne koyulan engeller var. Biz bu engelleri onların ellerindeki imkanlarla aşacağız ve helvadan bir put olan demokrasilerini yıkacağız.

Kemalistler sosyal platformlarda, sarıklı insanları, tekbir getiren Müslümanları görünce “korkuyoruz” minvalinde yorumlar yapıyorlar. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz, bu tavırlarının sebebi nedir?

Ben bu yaklaşımı hiçbir zaman kabul etmiyorum. Neden kabul etmiyorum, bu sistem ister istemez bu görüntülerin mânâsını yok etti. Sene 94 Tayyip Bey geliyor belediye başkanı oluyor, o zaman Refah Partisi çok iyi bir ivme kazandı, zirveyi zorladı. O zaman laik kesim “Yandık şeriat geliyor meyhaneler kapanacak, biz rahatça içip eğlenemeyeceğiz, açık saçık dolaşamayacağız.” bilmem ne, kudurdular. Şimdi o günden bugüne geldiğimizde nerede bu mânâda ne bir zorluk, ne bir ceberrut var. Bu hadiseyi bir kenara koyalım. Tayyip Bey on sekiz senedir iktidarda, peki bu konu hususunda nerede bir adım atıldı? Aksine Ak Parti’nin bizim tenkit ettiğimiz farklı farklı sıkıntıları var. Buna misal verecek olursak işte; fazla fabrika açmaktan övünmek ama İstanbul Sözleşmesi üzerinden aileyi darmadağın etmek, milli eğitimi ayak altına düşürmek vs. Peki korkuya ne gerek var o zaman? İşin başka yönünden baktığımız zaman insanların kafası artık sekülerleştiği için, kimsenin bu işlerle uğraşacak zamanı yok. Yok sen açıksın sen kapalısın, bunlar komik işler. Her zaman önümüze konulan bir söz var “Bu yobazlar, bu başörtülüler gelişmemize engel oldular.” iyi de arkadaş “Sen uzaya füze yolladın da başörtüsüne mi takıldı?” Sen gittin kıllarla uğraştın, bir tanesi kadınların saç kılı, bir tanesi erkeklerin sakal kılı. Sen kıllık yaptın, kıllık üzerinden geldiğimiz nokta burası. Biz ufacık şeylerle uğraşırken, Avrupa beyin ile uğraştı. Bizden aldığı beyin ve beden gücü ile nerelere geldi. Ben daha önce yine M. Kemal’le alakalı mevzuda bunu söyledim, “1945’de atom bombası ile yerle bir edilen Japonya bugün dünya devi iken, 1922’de Yunan tiyatrosunda galip gelen Türkiye’ye atılan Atam bombasından dolayı biz neden hâlâ Avrupa kapılarında sürünüyoruz.” demiştim. Soru aslında bu bu kadar basit...

Evet, Ayasofya hususunda ekleyeceğiniz var mı?

Beni şahsi olarak en fazla duygulandıran mevzu, Osman Yüksel Serdengeçti’nin, Üstad Necip Fazıl’ın, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, Kadir Mısıroğlu’nun ve daha nicelerinin verdikleri mücadele ve kavga yerini buldu. O büyükler bir şeyleri feda ettiler, yeri geldi hapishanelerde süründüler, ama hiçbir zaman davalarından taviz vermediler. Allahü Teâlâ o güzel, o yiğit adamların yüzü suyu hürmetine bu muzafferiyeti bizim gibi adam olmayanlara nasip etti. Hatta 1400 senelik İslâm tarihinde, en kötü ramazanı bize yaşattı Allah. Düşünebiliyor musunuz teravih yok, toplu iftar yok, toplu sahur yok. Ama bu olayların arkasından da o güzel insanların ve içimizdeki ufacık çocukların, bir avuç samimi insanın ettikleri dualar vesilesi ile bizi bu düştüğümüz çukurdan zirveye çıkardı.

Ayasofya’nın açılması demek, dünya tarihinde tekrar bu milletin ayağa kalkışıdır. Biz narkoz yemiş hastayız, narkoz yemiş hasta sedyede yatarken, uyanmaya başladığında evvela el ve ayak parmakları oynar. Ayasofya ile bizim el ve ayak parmaklarımız oynamaya başladı. Eğer o narkozun etkisi geçer de biz bir ayağa kalkarsak, o zaman bütün dünya, bu milletin neler yapabileceğini biliyor. Viyana “Bu Türkler böyle giderse Viyana’da kiliseleri de camiye çevirir.” diyorlar. Bu nasıl korku? Demek ki bunlar üçüncü Viyana kuşatmasından dahi korkuyorlar. İşte sen öyle bir milletsin ki senin ismin dahi adamları yerle bir ediyor. Şehid Bayram Hoca bunu çok güzel nakleder ve şöyle derdi “Türk denildin mi Avrupa’da sana Müslüman denilir.” Yani senin öyle bir kimliğin var ki; Türk eşittir Müslüman. Sen bu kimlik ile bunların karşısındasın. Batılılar şunu çok iyi biliyorlar; bu ülkede olacak en ufak bir şahlanış, Batı’nın yiyeceği şamarların alametidir. Çünkü bizden, 400-500 sene tokat yediler. Sen atlarınla her gün onların bir toprağını ezerek şeref verirken, Batılı Viyana kiliselerinde 1950’ye kadar Osmanlı Akıncıları her an gelebilir, halkı tetikte tutalım diye her gün tehlike çanları çaldılar. 1950’de ise Viyana Belediye Meclisi şöyle bir karar aldı: “Artık Türk akıncılarının gelme tehlikesi kalktığı için bu çanların çalmasına gerek yoktur.” İşte böyle büyük bir millet “Yurtta sulh (sus) cihanda sulh (sus)” ilkesi ile susturuldu. Ama Allah’ın izniyle narkozun tesiri kalkıyor. Yakında tekrar ayağa kalkacağız inşallah.

İnşaallah.

Son olarak; yurt dışında ismini devamlı duyduğumuz bir ülke var, Yunanistan. Aslında ben ona ülke diyerek kendime edebsizlik ediyorum; çünkü Yunanistan’ı biz bir vali ile 500 sene idare ettik. Şimdi Yunan oradan hırlıyor. Peki bu kuvveti kimden alıyor? Bizim içimizdeki hainlerden, bizim içimizde ki hainler zamanında ülkeyi onlara peşkeş çektiler. Bundan şımaran Yunan da bizden güya hesap soruyor. Senin nüfusun benim İstanbul’umun yarısı. Bu mevzu ile alakalı mizahi bir paylaşım var sosyal medyada, sadece Türkiye’deki Avcı dernekleri bir araya gelse Yunanistan’ı fetheder diye. Şimdi çıkmış Türk bayrağı vs. yakıyorlar fazla üzerimize gelmesinler Avcı derneklerini Yunanistan’a yollar orayı fethederiz.

Teşekkür ederiz...

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 707.Sayı