“Kadın cinayetleri” başlığı altında bir suç birimi daha var uzun yıllardır gündemimizde. Habertürk gazetesinin yayınladığı bir haber ve fotoğraf sebebiyle, medyada konu yeniden alevlendi. Kocası tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen kadının fotoğrafını yayınlayan gazete yoğun eleştirilere maruz kaldı.
Meğer ne kadar da çok “etik kaygı” duyan varmış?! Meselenin, son yıllarda artan kadın cinayetlerinin sebebinden ziyade, fotoğrafın yayınlanmasının “etik-ahlâkî” olup-olmamasına bağlanması, toplumun geçirmekte olduğu “ahlâkî” cinnetin bir diğer tezahürü olsa gerek. “Gazetecilik etiği” ile yatıp-kalkanların görmek istemediği “etik-ahlâk”!.. 
Oysa, son yıllarda artarak devam eden şiddet haberleriyle, bu çerçevede özellikle kadınlara uygulanan şiddet sahneleriyle karşılaştığımızda asıl muhasebe edilmesi gereken nokta, toplumumuzun geçirdiği-geçirmekte olduğu bu “ahlâkî” cinnet hâlidir. Çünkü bu hâdiseler, kazada, tabiî afette vs. hayatını kaybedenlerin durumundan çok daha vahim bir içtimaî problemi önümüze getiriyor: İnsanları kalbinden yakalayarak onların sımsıkı uyduğu-uyacağı, uymazsa cezasını çekeceği ahlâkî prensiblerin hayatımızdan elini-eteğini çekmesi. Ailedeki huzuru, içtimaî hayattaki sağlık ve muvazeneyi bozan, insanların içlerinde gittikçe büyüyen işte bu boşluktur, idealsizlik ve amaçsızlıktır, neyi niçin yaptığını bilemezliktir. Bu cinnet hâlini ne ekonomik iyileştirmeler, ne politik manevralar, ne de “eğitim şart” ezberciliği düzeltemez.
Üstad Necib Fazıl’ın “Destan” şiiri, zıvanadan çıkan bir toplumun cinnet hâline sanki bugün gibi taptaze ayna tutuyor:
 
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp.
(1947)
 
Üstad’ın aslî muradını tenzih ederek, “Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey” mısraındaki o şey, bize bir bakıma, insanları bir arada tutan, onları “insanlıktan” çıkmaktan koruyan İslâm ve onun ahlâkını hatırlattı.
Şimdi tartışıyorlar: Toplumumuzda neden kadınlara şiddet uygulanıyor? Kadınlar neden öldürülüyor? Neden tecavüz vakaları artıyor? Töre cinayetleri nasıl önlenir?..
Çözüm adına, karısına şiddet uygulayanlara psikolojik tedaviden, hapis cezasına kadar pek çok fikir (!) öne sürülüyor. Dinsiz-laik bir rejimin bataklığında, o bataklığın ürettiği binbir sinekle tek tek nasıl mücadele ederiz hamâkati kısacası. Laik bataklık kurutulup İslâm ahlâkı bu memlekette yeniden ihyâ edilmedikten sonra, cezanın vicdanda bir karşılığı olmadıktan sonra, insanı kalbinden yakalayan böyle bir ahlâkî sistemin tezahürü olmadıktan sonra, kadınlara şiddet uygulayanları idamla cezalandırsanız dahi netice değişmeyecektir.
İslâm ahlâkını terkten doğan kendi ülkesindeki “cinnet hâlini” bir kenara bırakan “dindar” Başbakan, Arab ülkelerine de aynı hastalıkları azdıracak “laiklik” pazarlarken, yaşadığımız dünyanın asıl probleminin, dine devletten, hukuktan, içtimaî hayattan el çektirilmesi olduğunu göremeyecek kadar kör değilse şayet,  o da “cinnet” geçiriyor demektir. Dinî ahlâk ve hukuku dünyadan tahliyeye yeltenen laik bir “demokrasi”, ister “geri” isterse “ileri” cinsinden olsun, tam bir muvazenesizlik ve sosyal felâket davetçiliğidir çünkü. Öyle olmuştur, öyle olmaktadır, öyle de olacaktır.
Üstad Necib Fazıl’ın “Destan” şiiri, niçin İslâm ahlâk ve hukuku, niçin Başyücelik Devleti ideali dediğimizin, Anadolu’dan başlayarak tüm İslâm coğrafyası için “kurtuluş yolu”nun niçin Başyücelik Devleti idealinden geçtiğinin anlaşılmasında da yol gösterici bir işaret levhasıdır bizce.
Ya İBDA, ya her gün “Evde cinayet, tramvay arabasında zina!”