İslâm’ın genelde bir bölümünü yaşamaya ve yaşatmaya çalışan İslâmî yapıların en büyük hatalarından biri, parça olarak yaşamış oldukları İslâm'ı sanki İslâm'ın bütünüymüş gibi algılamaları ve mensuplarına bu şekilde aktarmalarıdır.

Gecenin en alaca ve sessiz vakitlerinde sahabe efendilerimiz kabirlerinden dirilse ve şu an İslam’ı temsil eden kurumlara gelse, “acaba nasıl tepki verirlerdi?” diye bir düşünce belirdi zihnimde. Sonra Asr-ı Saadet yılları gözümde canlandı. Sahabîler o zaman ne tepki verdiyse şimdi de aynı tepkiyi verirdi diye düşündüm. Çünkü dönemler, şartlar, imkanlar, teknolojik kabiliyetler değişmiş olsa bile mümin ve müşriğin zihin yapısı ve usulünün aynı kalacağını biliyordum. İşte bu şuur ve ruhla bu mevzuyu ele almak istedim. Bu yazıda da İslam'ı temsil eden yapıların zihin yapısı ve duruşu ile sahabînin zihin yapısını karşılaştırmaya ve tefekküre yol açması için sahabînin gözünden aktarmaya çalışacağım.

Abdullah bin Mesud'u düşünelim. İman edenler müşriklerin zulmü altında inlerken Abdullah bin Mesud'un dayak yiyeceğini bilmesine rağmen Kâbe’de müşriklerin ortasında ayeti sesli okumasını günümüzdeki İslâmî yapılar tatmin edici bir şekilde açıklayamaz. Çünkü bugün Abdullah bin Mesud, bunu yapmış olsa, aşırı tedbirci ruh hemen müdahale eder ve fitne çıkarmak olarak algılar, Abdullah bin Mesud'u durdurmaya çalışırlardı.

Hazreti Ebubekir'in Mekke’de açıktan namaz kılmasından rahatsız olan müşriklerin, evin içinde kılması şartı ile Mekke’de kalabileceğini ifade etmesine rağmen Hazreti Ebubekir Efendimizin kabul etmemesi ve aslında namazı görünür bir yerde kılarak, irşat faaliyeti yapmasını düşünelim. Bugünkü İslâmî yapıların dört duvar dışına çıkamamaları, açıktan, meydanda tebliğ yapmayı tehlike olarak görmelerini düşünürsek, günümüzde Hazreti Ebubekir yaşamış olsaydı, acaba ona tepkileri ne olurdu?

Selman-ı Farisî Hazretleri’nin Hazreti Ömer Efendimize hitaben “Eğer hata yaparsan seni kılıcımızla düzeltiriz” ihtarı ile günümüzdeki İslâmî yapılarda lideri iyi niyetle bile eleştirmenin kara listeye alınma sebebi olduğu bir dönemi kıyasladığımız vakit, acaba sahabîler bu dönemde yaşayıp, liderleri eleştirdiğinde tepki ile karşılaştıklarını gördüklerinde şaşırmaz mıydı?

İslâm’ın ilk dönemleri müşrikler tarafından sahabîlere ambargo uygulanırken, kadınlar ve çocuklar açlıktan kıvranırken, hiçbirine itiraz etmiyorlardı. Oysa bireysel maslahatını toplumun maslahatına önceleyen, ileride olası en küçük riskte bile hizmet ve irşattan kaçan, İslâm’ın sadece belli konularını anlatan, diğer konularını görmeyip güvenli limanda olduğunu düşünerek gafilliğini sergileyen kimi İslâmî yapıları görmüş olsaydı sahabe efendilerimiz, İslâmî mücadele bu değil diye sitem etmez miydi?

Usame bin Zeyd'in yaşı küçük olması hasebiyle ve ordu içinde Halid bin Velid gibi tecrübeli ve savaş kaybetmemiş biri bulunmasına rağmen Peygamber Efendimiz tarafından komutan tayin edildiğini, Abdullah bin Abbas'ın daha küçük yaşlarda Hazreti Ömer Efendimizin istişare heyetine katıldığını (Bu istişare heyeti yaşı büyük olan Bedir ehli sahabîlerden oluşuyordu. Abdullah bin Abbas yaşı itibariyle Bedir Savaşı’na katılamamıştır.) göz önünde bulunduralım. Bir de günümüzdeki İslâmî yapılarda, yaşça büyük insanların, küçük yaştaki insanlara, gençlere bakışını göz önünde bulunduralım. Günümüzdeki İslâmî yapılarda büyüklerin, gençleri küçük görmelerini, sözlerini dikkate almamasını Abdullah bin Abbas veya Usame bin Zeyd Hazretleri görseydi kalplerine hüzün çökmez miydi?

Peygamber efendimizin bizzat Müslümanlar ile çalıştığı, sahabelerine su dağıttığı bir yerde, yerinden kalkmayan, sürekli hizmet bekleyen liderleri sahabîler görseydiler çok şaşırmazlar mıydı?

Habbab bin Eret'in ateşle damgalandığı bir dönemde işkencelere muhatap olması, sahabîlerin bizzat canları, malları, akrabaları, yurtlarından çıkarılmak suretiyle imtihan edildiği bir dönemi düşünelim. Günümüzdeki İslâmî yapıların “Aman canıma, malıma, çocuğuma bir şey gelmeden İslâm’a hizmet edelim” mantığını kıyaslayalım. Günümüzde yaşamış olsaydı sahabîler, hiçbir şeyin çilesine muhatap olmadan her şeye kolaydan ulaşarak yaşanılan Müslümanlığa ne derlerdi acaba?

İslâm’ın genelde bir bölümünü yaşamaya ve yaşatmaya çalışan İslâmî yapıların en büyük hatalarından biri, parça olarak yaşamış oldukları İslâm'ı sanki İslâm'ın bütünüymüş gibi algılamaları ve mensuplarına bu şekilde aktarmalarıdır. Misalen, sadece iman hakikatlerini anlatan bir yapının İslâm'ın sadece iman hakikatleri olmadığını, ekonomiden sosyal hayata kadar birçok hükmünün olduğunu kendi mensuplarına anlatmaz. Sanki İslâm iman hakikatleri ve amelden ibaretmiş gibi bir algı oluşturur. Bütünsel bir İslâm anlayışının oluşmasından çok parçacı ve eksik bir İslâm anlayışının oluşmasına sebep olur. Bu parçacı ve eksik İslam anlayışının temelinde korumacı bir bakış yatıyor. Bu da pratik hayat ile sahabe yaşantısı arasında bir tezat oluşturuyor.

Peygamber Efendimiz’in yanında devlet başkanlığından aile reisliğine, yemek adabından ilmî, itikadî, fıkhî, ahlakî konulara kadar bütüncül bir İslamî şuurla ders alan sahabîler sadece İslâm'ın bir-iki yönünü anlatan İslâmî yapıları görseydi, “Bunlar nasıl Müslüman” demezler miydi?

“Siz sahabîlere denksiniz” sözüne karşı, Hasan-ı Basri Hazretleri, “Eğer siz sahabeyi görseydiniz, onlara ‘deli!’ derdiniz; onlar sizi görselerdi, ‘bunlar mümin değil’ derlerdi.” dedi.

Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024