Çakır, ela veya siyah gözünü, cumhuriyet lirası gibi yusyuvarlak açar, karşısındakine diker. Zavallı karşısındaki, öfkelenir, sinirlenir, ezilir büzülür, terler sıkılır, fakat ağzını açıp da bir şey söyleyemez. Ne desin yani?

“Efendi, ne bakıyorsunuz?” mu desin.

Cevabi hazırdır:

-Göze yasak mı var?

Yoldan bir kadın geçerken, teftiş gören asker gibi, başıyla 180 derecelik bir daire çizer ve kadının topuğundan saçlarına kadar, gözlerini sokmadığı yer bırakmaz. Zavallı kadın ne yapsın yani? Dönüp de bu küstaha iki tokat mı aşk etsin? Göze yasak olur mu hiç?

Evinize misafir gelir, tahtakurusu yuvalarına kadar gözüyle her deliğe gire

Hulasa bakar, her şeye bakar, bakar oğlu bakar. Başvekil olursanız, yüzünüze menfaati için; mübaşir tarafından takip edilirseniz, zevki için bakar. Hele mümkün olsa da birini ameliyat masasında, teneşirde, idam sehpasında seyredebilse.

Hep aynı mazeret: Göze yasak olmaz.

Halbuki en büyük, en ince ve en güzel yasak budur; göz yasağı... Göz yasağını anlayabilmek, derin bir terbiye ve kültür işidir.

Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve, 7 Ağustos 1939, s. 110