İrade, tefekkür tarihinin en çetin konusu olmuştur. İradenin hürriyetinden inkârına kadar çeşitli görüşler ve düşünce şekilleri karşısında insanlar şaşkına dönmüş bulunmaktadır.

Görebildiğimiz kadarı ile kâinatımızı dolduran cansız ve canlı her varlık, devamlı bir kıpırdanış, yer ve biçim değiştirme halindedir. Bütün varlıklar, zaman ve mekân içinde mütemadi bir oluş içinde yoğrulur. Elektronundan galaksilere kadar, tek hücreli canlısından en gelişmiş organizmalara kadar her varlık hareket halindedir.

Bu hareketin mahiyeti, sebebi üzerinde de farklı görüşmeler ve düşünceler mevcuttur. Hatta hareketin inkârına kadar giden Elealı Zenon gibi filozoflara dahi rastlamak mümkündür. Bütün bunlarla beraber biz, yaratıkları, itibarî ve izafi de olsa, hareket halinde ve hareket içinde bulup gözlemekteyiz.

Bir yaratık olarak insan da hareket halindedir. Bu hareketlerin bir kısmı şuurlu, bir kısmı da şuursuz olarak doğar. Psikoloji de şuurlu hareketlere iradeli, şuursuz olanlarına da iradesiz davranışlar adı verilir.

Bitki ve hayvanlarda şuur bulunmadığından onların davranışları iradeli olarak adlandırılamaz. Bitkilerde tropizm, hayvanlarda içgüdü ve şartlanmalar hakimdir. İnsan irade sahibi olmakla birlikte, sanıldığı gibi, bu iradesinde mutlak manada hür görülememektedir.

İleride, ahlâk konusunu incelerken bu meseleye genişçe yer vereceğiz. Biz, şimdilik bu meseleye kısaca dokunalım.

Deterministler, tabiatta ve sosyal hayatta, hürriyetten söz edilemeyeceğini savunurlar. Canlı ve cansız bütün varlıkların, belli şartlarda, belli sebeplerin etkisi ile zarurî olarak hareket ettiklerini iddia ederler. Bütün varlıklar gibi, insan için de etkisiz tepki yoktur. Hür bir tercih yaptığımız için sorumlu tutulduğumuz ahlâkî davranışlarımız dahi, deterministe göre böyledir.

Onlara göre, davranışlarımız, tavırlarımız, vazife ve sorumluluklarımız, tek veya çok faktörlü bir zorlamanın ürünüdür. İnsan da, kati, yahut ihtimali bir determinizmin içinde zarurî olarak doğar, büyür, yaşar, davranır ve ölür.

Mizahla dini vurma
Mizahla dini vurma
İçeriği Görüntüle

İslâm dünyasında, bu görüşe yaklaşan akıma, "Cebriyye" adı verilir. İlmin determinizm prensibini, teolojinin fatalizmine benzettiğimiz için hemen öfkelenmemek gerekir. Hiç kimse inkâr edemez ki determinizm de, Cebriyye de, insan iradesinin hür olmadığına ve davranışlarımızı kuşatan bir cebrin (zorlamanın) varlığında birleşiyorlar. Ancak, determinist, bu zorlamayı varlıklar arasındaki etkileşime bağlarken, Cebriyye, bütün davranışlarımızı (irade-i külliye) ile açıklar.

Batı'da da, İslâm dünyasında da insanın hür iradesinden söz edenler olmuştur. Şuurun dinamik olduğunu, kendi kendini yenilediğini savunan H. Bergson ve tabiattaki determinizmi yumuşatarak davranışlarımızın hürlüğünü ortaya koyan H. Poincare gibi, İslâm dünyasında, mutezile, Cebriyyenin zıddına, insan iradesinin hür olduğunu, aksi halde insanın sorumluğundan söz edilemeyeceğini iddia etti. Bunlar, "kendi kaderimizi kendimiz yaparız" dedikleri için Kaderiyyeciler diye de anılırlar.

Ehl-i Sünnetin reisi Ebu Hanife ve izleyicisi İmam-ı Maturidi, hem Cebriyyecileri, hem de Kaderiyyecileri yahut mutezileyi ifrat ve tefrite düşmekle itham ederek reddetmişler ve sapık anlayışlar olarak kabul etmişlerdir.

Ehl-i Sünnet in bu yüce imamlarına göre insanın iradesi, İrade-i külliye içinde bir irade cüzziyyeden ibarettir. Sorumluluklarınız, sadece irade-i cüziyyemizin niyet ve tercihleri ile ilgilidir.

S. Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, s. 98-99