Amerikalı hikâyeci O. Henry’e dair yazılmış ve söylenilmiş şeylere baktığımda; bu kadar güzîde bir adam hakkında pek az şeye rastladığımı fark ettim. Belki yeterince aramadım. Yazımızı kaleme almamızın sebeplerinden birisi bu. O. Henry’nin kim olduğunu cevaplamaya çalışırken, onun hikâyeciliğinden bahsedeceğiz.

Asıl adı William Sidney Porter (11 Eylül 1862, 5 Haziran 1910) olan Amerikalı yazar, kahramanları üzerinden kaderine, olacaklara karşı gelmek yerine teslim olup, buradan doğan şeyleri en olmadık, en beklenmedik şekilde okuruna anlatan bir tarza sahip.

Küçük Sidney, ismini mucitlik yapan doktor babasından almıştır. Babasının adı da Sidney’dir. O. Henry fenâ bir eğitim almamıştır; annesi Mary Jane de kültürlü bir kadındır. Gerçi annesi küçük Sidney henüz üç yaşındayken vefat etmişse de, annesinden doğan eksikliği halası Evalina üstlenip, bu uğurda canhıraş çalışmıştır. Evalina özel bir okulda yöneticilik yapmıştır; küçük Sidney’in hamurunda onun payı fazladır. Sidney, 13-19 yaş arasında okuduğu kitapların, sonraki okuduklarından çok fazla olduğunu söylemiştir. Binbir Gece Masalları ve ayrıca Burton’un Melankolinin Anatomisi, Sidney’i çocukken epey etkilemiştir. Binbir Gece Masalları o kadar güzelmiş ki, Rus bestekâr Rimski Korsakov’a da ilham vermiş; hatta Şehrazad’ın (1) fevkaladeliği ona beste yaptırmış.

Beste demişken, bu arada; O. Henry’nin hikâyelerinin arkasında hep bir fon müziği çalar; gerilip, dehşet ve hayrete düştüğünüz ânların nihayetinde, o fon müziğinin neşeli ritimlerden başka bir şey olmadığını hikâyenin sonuna geldiğinizde fark edersiniz. Ama bu öyle kuru bir neşe değildir. Ruhunuza dokunan, sizi hem teessüre uğratan hem de sade yüzünüze tebessüm düşüren bir şey de değil. Kalbinizle gülümsersiniz.

Şehrazad’ı da bir kenara bırakalım. O. Henry’nin hikâyesi deyince, canım hemen Yeşil Kapı, Noel Hediyesi, Polisler, Bilgiyle Gelen Mutluluk, Domuz Hırsızı Adama Acır mı? diye sıralamak istedi.

Yeşil Kapı

Hikâyeleri bilenlerin bazısı hemen sevinip, bir daha okumak istedi bile. Yeşil Kapı’nın kahramanı maceracı Ruddolf Steiner’dır. Şu ânda siz Ruddolf Steiner’sınız. Diğer hikâyecilerin çoğunda, hikâye içerisinde başka kahramanların rolüyle irtibat kurup, onun yerine geçebilirsiniz. Bu hikâyede, sadece Ruddolf Steiner olabilirsiniz, son fasıla kadar. Karşınıza olur olmadık şeyler çıksa bile.

New York sokaklarındasınız, “Akşam yemeğinden sonra ağzınızda puronuz, eğlenceli bir drama mı yoksa ciddi bir komediye mi gitmenin daha doğru olduğunu düşünüyorsunuz. Birdenbire kolunuza bir el yapışır; döner ve samur kürkler, pırlantalar içinde fevkâlade bir kadının tahrik edici nazarlariyle karşılaşırsınız. Elinize sıcak bir sandviç sıkıştırır, ufak bir makas çıkararak paltonuzun yukarıdan ikinci düğmesini keser, mânâlı mânâlı tek bir kelime söyler: ‘Mustatil’ der ve korkulu nazarlarla arkasına bakarak koşar gider. İşte bu hakiki maceradır. Kabul eder misiniz? Hayır, etmezsiniz, şaşkınlıkla kıpkırmızı olur, aptal gibi sandviçi elinizden düşürür, eksik düğmenizi yoklaya yoklaya yolunuza devam edersiniz. Böyle yaparsınız: Şayet hakiki macera ruhunu kaybetmemiş, o pek nadir insanlardan biri değilseniz…”

Ruddolf Steiner, Broadway’den aşağı doğru sallanırken kader kıyafeti giymiş siyahî bir broşür dağıtıcısına rastlar. Evet

Yeşil Kapı’nın kahramanı Ruddolf Steiner, hakiki bir maceracıdır dedik, yazısının nakaratı da bu olsun. “Odasında kalıp, beklenilmeyeni aramaya gitmediği geceler pek nadirdi. Hayatının en alâka uyandırıcı şeyini öteki köşenin arkasında bulacakmış gibi gelirdi ona.” Gündüzleri bir piyano satış mağazasında çalışan, akşamları ise merakının kamçıladığı bir at gibi koşturan adamın Broadway’de yürürken, kırmızı cüsseli bir zenciye rastladığını, bir kâğıt parçasını eline tutuşturduğunu canlandırın gözünüzde. İlk kez dişçi broşürlerine rastlamadı Rudolf, öylece aldı kâğıdı, arkasına baktı; iki kelime yazılıydı: Yeşil Kapı! Bu siyahî kaderin tâ kendidir. Ama bizim Steiner de maceracı ruhuyla, yazgısına bağlı bir mürid gibi hiçbir şeyden çekinmez. “Yeşil Kapı” kelimesini hazine avcısı gibi araştırmaya koyulur. Düşünsenize Broadway’de kaç kapının rengi yeşildir, kapının ardında bin türlü şey olabilir.

Rudolf’un iki kez tutuklandığını, defalarca kendisini dolandırılmış hâlde bulduğunu, saatinin “boş” merakının kefareti olduğunu hesaba katın. Sönmeyen ateşiyle, maceracı Rudolf ve Yeşil Kapı. (2)

Balzac’ın Paris’i, Dickens’ın Londra’sı gibi, O. Henry’nin New-York’u da (New-York’u Nasıl Sevdi? diye bir hikâyesi mevcut) şairanedir.

Noel Hediyesi

Noel’den (3) bir gün öncesi. Della, kasap, bakkal ve manavla çekişerek dişinden tırnağından birkaç peni artırır. Bu mukaddes günde ihtiyaçlarını giderdikten sonra cebinde tam bir dolar seksen yedi senti kalır. Eşi Jim de kendi hâlinde, kıt kanaat evi geçindirmek için çabalayan bir adamdır.

Birbirini seven, namuslu bir karı-kocanın hikâyesi. Della, hediye alacak parası olmadığı için ağlayan gariban bir kadın, kocası Jim ise meteliksiz bir adam. Noel Hediyesi beklenmeyen şeylere gebe, harika bir hikâye.

O. Henry Noel Hediyesi’ne dair, “Birbirleri için en kıymetli şeylerini feda eden iki akılsız gencin bir vakasını hikâye ettim.” diyor. Yazar, burada tuzak kurmuş olacak ki, iki akılsız gencin birbirleri için en kıymetli şeylerini feda ettiğini söylüyor. En kıymetli şey için, en kıymetliymiş gibi gözüken şeylerin feda edildiğini niçin söylememiş acaba?

Bu da sizin açmanız gereken bir “Yeşil Kapı”ya benziyor.

Polisler hikâyesi: Sherlock Holmes’e bir gönderme

Polisiye, esrarlı dedektif hikâyeleri deyince hemen Sherlock Holmes diyesimiz gelir. Halbuki Arthur Conan Doyle, Sherlock’ü yazmadan evvel de bu türde hikâyeler, gerçek olaylardan esinlenmiş, çözülmeyi bekleyen yahut çözülen ibretlik olaylar vardır. Meselâ Edgar Allan Poe’nun “Morgue Sokağı Cinayetleri”. O. Henry’nin Polisler isimli hikâyesi de ibretle dolu; en az Sherlock ve Morgue Sokağı Cinayetleri kadar heyecanlı.

“Polisler”in eğlenceli kısmı kız kardeşini arayan kahramanın, Shamrock Jolnes isimli bir dedektife başvuruyor olması. Shramrock Jolnes…

Polisiye tarz, bazen bir kadının sebebini merak ettiğimiz nazarı gibi bizi tutar yahut bir sanat eserinin karşısında bağ kurma çabamız gibi. Düşünsenize, Monet’nin bir resminin, Mikelanj’ın bir heykelinin sokak ortasında sergilendiğini, o güzelim şaheserler, bir süre sonra hiç de çekici gelmeyecektir.

Domuz Hırsızı Adama Acır mı?

Jeff, Wabash Irmağı’na (Indiana) doğru giden trende, bir sonraki dalaverecilik için plân yapar. Jeff Peters, dulların ve yetimlerin korkacağı birisi değil, o yalnızca fazlalıkları tırnaklamak isteyen, türlü dolaplarla parayı vurup keyfine bakma sevdalısı bir adamdır. Bu işte en zor şey, dolabı beraber döndürecek, “dürüst ve güvenilir” bir adam bulmaktır. Yol üzerinde, vur-kaç yapmaya müsait bir köy keşfeden Jeff, civarın en kötü insanıyla çalışmak ister. Aradığı adam Tatum’dur. Bu herif, “Blue Ridge’de bir domuz yavrusunu, görülmeden, işitilmeden, yakalanmadan aşırabilen nadide bir insandır. Domuz çalmak bu adam için bir tutku! İster gece olsun, ister gündüz, yavruyu kümes, bahçe, balkon çayır, koru demeden nereden olsa ‘gık’ dedirtmeden çalabiliyor. İnsanın absürt de olsa bir tutkusunun olması çok güzel. Jeff ile Tatum’un ortaklığında türlü dolaplar ve beklenilmeyen olayların hikâyesi. Ben bunu okurken, Tatum’un Yahudi tıynetli biri olduğunu hissetmiştim.

Hikâyeciliğe dair

Amerikan edebiyatının en kuvvetli hikâye yazarlarından O. Henry, “Caddelerde, kalabalık arasında dolaşmak, insanlarla konuşmak, gerçek hayatın gelgitlerini ve nabzını duyumsamak zorundasınız. Varoluşun tatsız hamuruna birkaç sohbet üzümü katın. Bir öykü yazarına can ve esin veren şey budur.” diyor. Özgün usulüyle, şehirli ve kırsal kişilerin münasebetlerin resmini çizen yazarın 10 ciltlik eseri, 1901’de bir araya getirildi.

Edipler, yalnızca kitab ve sanatla ilgilenmemelidir:

“Her şeyde bir öykü vardır. En iyi öykülerimden bazılarını park banklarından, lamba direklerinden ve gazete satıcılarının tezgâhlarından devşirdim.” der.

İyi ki devşirmiş.

 

Dipnotlar

1-Vezir kızı Şehrazad, her gün bakire kızlarla beraber olup ertesi gün kafasını vurduran gaddar Pers Şehinşah’ını, büyülü masallarıyla dize getiren kadın.

2-Yeşil Kapı, Salih Mirzabeyoğlu’nun Büyük Muztaribler isimli eserinin ikinci cildinde mevcut. Bir de hikâyeden önceki sayfada O. Henry Tarzı isimli bahis var, tavsiye ederim. (s. 192)

3- Noel, Hazreti İsa’nın dünyaya teşrifleri vesilesiyle ehemmiyetli bir gün. Mecusiler Noel’de birbirlerinin neye ihtiyacı olduğunu bilir, buna göre hediyeleşirlermiş.

Aylık Dergisi 208. Sayı Ocak 2022