Küfrün ve kâfir Batı’nın Müslümanlara karşı sırtlan yüzünü sergilenmesi bakımından Gazze, yeniden turnusol kâğıdı hüviyetinde... İsrail yine korkaklığının getirdiği vahşetini Gazze’deki Müslümanlara tatbik etmekte şu sıralarda... Burada Gazze’li Müslümanlardan bahsetmeye çok da lüzum yok; onlar imanlarının, hürriyetlerinin ve özgürlüklerinin gereğini zaten senelerdir yerine getiriyorlar. İsrail’den de çok fazla bahsetmeye lüzum yok; onlar da küfürlerinin gereğini yerine getiriyorlar. 

Peki ya dünyanın geri kalanı; hümanistler(!), diyalogcular(!), modernler(!),  medenîler(!)?.. İsrail’in vahşetine rıza gösterenler, alkış tutanlar, kılıf uyduranlar, sessiz kalanlar… Yalanlar üzerine inşa ettikleri Batı medeniyetinin, maskesinin aralanma vesilesi; ışıltılı maske altındaki cüzamlı suratın sırıtışındaki iğrençliği görüyoruz değil mi?..

Müslümanlara gelecek olursak, İslâm'a nisbeti olmayan rejimler idaresinde, birkaç yüzyıldır kan kusmakta; bunun lâmı-cimi yok, hakikat bu!.. Son devirde de, dünyadaki Müslümanlar globalizm ekseninde yeniden şekillendirilmekte… Bu şekillendirmenin sonunda elde edilmek istenen Müslüman tipini tarif etmek gerekirse; davasız, vicdansız, hayasız, entegre, ağlak, korkak, imansız, itaatkâr, sathî insan… Bunlar insana da İslâm’a da zıt keyfiyetler. Bu sıfatların ahlâkını bina ettiği insan tipinin olmayacağı belki de tek şey mü'minliktir ve bu sıfatlar ancak yürüyen leşleri tarif etmek için kullanılabilir… 

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu "biz insan olmadığımız için bu hâldeyiz" diyordu, yıllar evvel bir konuşmasında. Hâlâ insanlıktan nisbetimize düşen pay olmamış ki, insan olmak yerine leşleri taklid etmeye devam ediyoruz. Allah'tan çok başkasından korkanlar, rızkını kuldan umanlar, hayatlarını kula ısmarlayanlar, sevdiklerini kullara emanet edenler leş değillerdir de nedirler?

Bugün, İsrail Gazze'ye bilmem kaçıncı taarruzunu gerçekleştirmekte ve İslâm'ın sancağı maddîyattan yana gariban, ruhîyattan yana zengin bir avuç Gazze'linin elinde yükselmekte… İsrail; falan hesabla filanı yapıyor, zaten yok seçimleriydi, yok şuydu, bilmem neydi gibi aslında nefsi tezkîye etmeye yarayan her şeyden kaçınmak icab ediyor bu vaziyette… İsrail'in Gazze'ye yaptığı taarruz, kâfirin küfrünü Müslüman üzerine kusmasından ibarettir ve yalnız Gazzeliye karşı değil, Ehl-i İslâm kim varsa, topyekûn olarak bir meydan okumadır bu taarruz… Bunu evvelâ bu şekilde idrak etmek gerekiyor ki, ruhî bakımdan mânâlar yerli yerine otursun, yaraların kabukları deşilsin, başlar öne eğilsin ve "biz nasıl bu hâle geldik" muhasebesinin başlamasına vesile olsun… Bundan gayrı edilecek her kelâm, dedikodudan ibarettir. İmanın en düşük mertebesi olan “buğz etmek” dahi bir sonraki merhale olan dille müdahalenin zemini oluşturması ve sıçrama tahtası olması bakımından müthiş bir mânâ arz etmektedir. 

Haber bültenlerinde İsrail’e karşı verilen tepkilere baktığımızda gördüğümüz utanç verici manzaralar var, bunlardan birisi de Atina’da yapılan protesto eylemi çapında hiçbir Müslüman ülkesinde gösteri yapılmamış olması. Hâli anlamak mümkün; Yunanlı buhranda, Müslüman rahatında(!). Yunanlı iktisadî bakımdan da olsa buhranını yakalamışken, bunca buhran içerisinde Müslüman yalandan rahatında, yazıklar olsun bize… “Kahrolsun” demek bile kahretmeye ancak zemin hazırlayan olması bakımından kıymetliyken, “kahrolsun” demekten bile imtina edenler…

Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak sıfatlandırılmış mü’min, zamanın ve mekânın kendisine ait olduğunu, canın ve malın O’ndan emanet olduğunu ne vakit tam mânâsıyla idrak ederse, bu berzahın kurtuluşu da o vakittir…

Bir kısım Müslümanlar bu idrakten uzak, tozpembe(!) rüyalarının aldatmacasında olsalar da, Afganistan’da, Gazze’de ve daha cihad edilen bereketli birçok yerde görüyoruz ki, zamanın ve mekânın sahibi biziz! Biz, bizim olanı müdafaa ediyoruz, siz sizin olmayana göz dikiyorsunuz... Tam da bu sebeble, zaman zaman kazanan gibi görünseniz de, biz kazanmaya, sizse kaybetmeye mahkûmsunuz!..