1925’te çıkarılan Şapka Kanunu, bir kıyafet değişikliğinin ötesinde İslâm'a ve milletin manevî kimliğine yöneltilmiş bir saldırıydı. Bu kanuna karşı çıkan Müslüman millet, Anadolu’nun birçok yerinde ağır şekilde cezalandırıldı. Rize, Hamidiye kruvazörüyle bombalandı; köyler yıkıldı, yüzlerce Müslüman katledildi. Kanada Wilfrid Laurier Üniversitesi akademisyeni Gavin D. Brockett, İngiliz Konsolosluğu raporlarına dayanarak “Hükümet, isyanı bastırmak için Rize sahiline bir savaş gemisi gönderdi” ifadeleriyle bu gerçeği belgeledi.
İstiklâl Mahkemeleri’nde yüzlerce Müslüman, sarığını çıkarmadığı veya fesini takmaya devam ettiği için darağaçlarında asıldı. İskilipli Âtıf Hoca, şapka kanunundan önce yazdığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesi gerekçe gösterilerek idam edildi; cesedi günlerce Ulus Meydanı’nda asılı bırakıldı. Erzurum’da “Kadın şapka giye ki asıla?” diyen Şalcı Bacı, mahkeme kararı olmadan idam edildi.

Dedelerini asan kanunu bugün kutluyorlar
Bugün, o zulmün mağdurlarının torunları iktidardayken, o dönemin “modernleşme” adıyla sergilerle övülmesi, tarihî hafızaya ve millet vicdanına aykırı bir tablo ortaya koydu.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, bu zulüm devrini şu dizelerle özetlemişti:
“Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.”
Bir asır sonra hâlâ aynı zihniyetin gölgesiyle açılan sergiler, bu milletin hafızasında kapanmayan bir yara olmaya devam ediyor.
Rize, Giresun, Erzurum, Sivas ve Kastamonu’da yüzlerce Müslüman, sarığını çıkarmadığı veya fesini takmaya devam ettiği için darağaçlarında ipe çekildi, binlercesi sürgüne uğradı ve zindanlara atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın memleketi Rize Güneysu’da sekiz Müslüman, bu kanun gerekçe gösterilerek darağaçlarına gönderilmişti.




