Müteffekir Salih Mirzabeyoğlu’nun 1991 yılında yayınlanan eseri İşkence’nin 2. baskısı çıktı.

1991 yılında ilk gözaltına alınışı ve tutuklanışı, şubede Fetöcü polislerin işkencesine maruz kalması ve tüm bu süreci anlattığı eseri… Birinci Körfez Krizi sürecinde (1990) Cuma dergisine verdiği röportajlarda, Saddam’ın haklılığını savunuyor ve Amerika’nın Ortadoğu’ya müdahale hakkı olmadığını söylüyordu.

Amerika’nın Irak’ı bombalamasının ardından Cuma namazı çıkışı Müslümanların bu saldırıyı protesto etmesi ve açılan “Saddam Sen Oradan Biz Buradan” pankartları ardından, gözler Mirzabeyoğlu’nun verdiği röportajlara döndü ve 1 Şubat 1991’de Salih Mirzabeyoğlu bir operasyonla tutuklandı. 16 gün gözaltında tutuldu ve ağır işkencelerden geçti. İşkenceciler Fettullahçı polislerdi. O eserde bu işkencecilerin ruh fotoğrafını çekiyor ve rejimin ruh halini tasvir ediyordu. İşte bu süreci anlattığı tarihî kıymete haiz eseri…

Eserin arka kapağında ise şu destansı şiir yer alıyor:

– “Tenimizi ezebilirsiniz… Ama… Ruhumuzu asla… Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga… Gülümser durur inancımız hürriyet buudunda sonsuzca… Bizi edebilirsiniz evimizden, tenimizden… Ama… Dinimizden?.. Çok şükür… Pişmanlık uğramadı semtimizden… Ya siz?.. Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz?.. Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!..”

İşkence eserinin takdiminden:

İşkence mevzuu açıldığı zaman, umumiyetle şu beylik söz edilir:

-“İşkence bir insanlık suçudur!”

Oysa bu iş, mücerret bir prensib meselesi değil, hukukî bir suçtur; bu bakımdan da, birer lağım faresi olan işkencecilerin olmayan vicdanlarına seslenme yerine, doğrudan doğruya yetkilileri ve hukuk çevrelerini, hukuk namusuna davet etmek gerekir!..

Malûm olduğu üzere, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde işkence bir suçtur; buna mukabil işkence de, hiçbir “acaba” hissine yer bırakmıyan kaskatı bir vakıa... Yapılması gereken iş, ya kanunun geçerliliğini ispatlayıp işkenceciyi cezalandırarak işkenceye mani omak, veya “şu işi yapana şu işkence tatbik olunur!” şeklinde hukuku vakıaya uydurmaktır!..

Önce hukuk namusu; işkence yapılacaksa, kanunun hükmü dairesinde olsun... Önce hukuk namusu; “nasıl kanun?”, sonraki iş... Yetkili ağızların, kendi eli kafasını döven salak gibi, kuru kuru işkenceye karşı olduğunu ve işkenceyle mücadele ettiğini söylemesi, emrindeki adama lâf geçiremediğinin itirafıdır; ve bu bir devlet zaafıdır!..

Zaaf, kendi emrindeki ele lâf geçirememekle ve işkencecinin kendi üstündeki bir icra makamını temsil ettiğini anlamamakla kalsa iyi... Hukuk, “hûk”a doğru eksilen bir mânâda tecessüm ederken, süslü koltuklarda yağlı yemekler yiyip buna uygun gübre üretmekten başka gayesi olmayan kenef ağızlardan, şu itiraf da duyulur: -“Bu iş, beni aşıyor!”

Aşmanın “cima” mânâsında kullanılışına nazaran, onlara hak veriyoruz!..

“Hûk”, lûgatta “domuz ve hınzır” mânâsına... Dinen pis ve necis hayvan... Ruhsuz ve kalpsiz aşağılık insanlar için mecazen kullanılacaksa, aşağılık insanlar arasında baş köşede bulunan işkenceci, bu sıfata kemâliyle lâyık demektir!..

“Hûk”un, hukuka doğru lâtifleşmesinden ümidimizi kesmiş olarak, hükmümüz şudur:

-“İşkence ve işkenceciyle mücadele, antiemperyalist mücadelenin bir parçasıdır!”

Öyleyse, işkence ve işkenceciyle mücadele antiemperyalist mücadele çizgisi üzerinde bir birlik noktasıdır!..

Bu kitabı kaleme almamın sebebi de budur!..

Eseri Gölge Kitabevi'nden temin edebilirsiniz.