Uzun bir zaman önce kılıçlar çekildi, üstü kapalı veya açık, savaş bütün dehşeti ve vahşeti ile sürüyor. Geride sayısız ölüm var, birgün Mossad Ajanları Türk Bilim adamlarını taşıyan uçağı düşürüyor, birgün Aselsan’da güçlü ve zeki bilim adamlarına, proje ve program sahibi genç Bilgisayar ve yazılım uzmanlarına suikast tertip ediliyor. Marmara Gemisi’nde 9 Türk hunharca şehit ediliyor. Savaş bir gün İskenderun’da, birgün Dağlıca’da, birgün Uludere’de onlarca Türk’ün ve Kürd’ün canını alacak derecede vahşete tanıklık ediyor. Savaş kıran kırana sürüyor, At izi İt izine karışmış değil! Herşey ayan beyan ortada. İsrail ve Batı cephesi Anadolu üzerine kurdukları DEVŞİRME DÜZEN’leri bitsin istemiyor. Yüzyıla yakındır kanını emdikleri Anadolu İnsanı ayağa kalksın istemiyor. Hergün bir tarafını kırma peşinde, hergün bir tarafına ateş salma peşinde. Lakin olaylar istedikleri gibi akmıyor, BİR ŞEY AKIŞI TERSİNE ÇEVİRİYOR.
İki yüz yıl önce başlayan, Osmanlı Devlet sistemine sızma ve müdahale etme geleneği, Cumhuriyetle birlikte iktidarı ele geçirme ve muhafaza etme şekline dönüyor. Ve İttihat ve Terakki geleneğinden gelen, Batı devşirmesi Kemalistler, Batı’nın ve Yahudi’nin işgalinin mecburi maskesi, savunucusu oluyorlar. O andan itibaren devletin en özel köşeleri, Anadolu’nun rahatlıkla sömürülüp kanının emilebileceği en önemli mahfilleri  Batı ve Yahudi’nin eline geçiyor. Güdücü pozisyonda, cebine iktidar keki ve yağmadan pay konulan sözüm ona Türkiye’liler Batı ve Yahudi’nin programını çizdiği ve 90 yıldır tatbik edilen Laik Batıcı sömürü çarkını kuruyorlar. Büyük Doğu Mimarı bu süreci şöyle özetlemektedir; ““Meşrutiyetle Cumhuriyet arası 15 yıllık süre, kabukta İslâmiyet yaftasına ve «Kanun-u Esasi» de «devletin resmî dini “İslâm’dır” kaydına rağmen artık İslâmiyet’in kâh resmî, kâh yarı resmî ve kâh hususî ellerde çürütülmeye ve işte resmî, yarı resmî ve hususî plânlarda böyle bir kast güdülmeye başlandığını gösterir.
Ziya Gökalp'ın İslâmiyet esası üzerine kurmak değil de, İslâmiyet’le yer değiştirmekten başka gayesi olmayan posa milliyetçiliği, Enver ve Cemal Paşaların Birinci Dünya Savaşında şapkaya doğru yol açmak niyetiyle icat ettikleri Enveriye ve Cemâliye serpuşları, yine Enver Paşa'nın kumar parası gibi harcadığı Türk ordusunu düşünmek yerine Türk «Elifba»sına musallat olması ve Lâtin alfabesi şeklinde birbirinden ayrı ve rabıtasız harflerle bir imlâ hayal etmeye kalkışması, Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet'lerin alenî inkâra sapmaları ve millî ruh kökünü çürütücü kalem faaliyetlerine girişmeleri, felâketin Tanzimat ile beslenen mikroplarına ilk tecelli zemini olarak Meşrutiyet devresini çerçeveler.
Böyleyken, akıllarınca medenîleşmeye engel saydıkları İslâmiyet’e karşı düşmanlık büsbütün resmî ve alenî plâna çıkamaz, daima tutuk ve kekeme bir zemin üzerinde cereyan eder ve tam tezahürünü bulmak için Cumhuriyet yıllarını bekler.”(Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları)
Ve Cumhuriyet dönemi… Yapılanları tek tek saymaya gerek yok, yapılanları herkes ezberledi zaten. Bu zulme kimin seyirci kaldığını, Emperyalistleri ülkede 80 yıl kimin baş tacı edip göklere çıkardığını artık herkes biliyor. İşkenceci Kemalistler, laik batıcı İslam düşmanı leş yiyiciler, Sabataizm mikropları ile Mason deliklerindeki fareler vs. Anadolu artık kimin ne yaptığını, kimin dilinin altında bir çıyan’ın olduğunu çok iyi biliyor. Her biri İslâm’a, Anadolu insanına ve bu milletin örfüne geleneğine söverek ayakta duran bu zatların ifşa olmuş iplikleri, neredeyse milletin hesaplaşmasının başlangıç noktası olacak.
MİT operasyonu veya KCK operasyonu veya İsrail operasyonu veya Cemaat operasyonu veya Erdoğan Operasyonu! Adını ne koyarsanız koyun. Türkiye’de birileri Anadolu ile olan savaşını en yüksek dozda sürdürüyor, Çünkü Anadolu ellerinden çıkmak üzere. Panik bu yüzden, satır aralarında bu korku ve endişe gizli. Kontrol edilemeyen ve tabiatına dair bilgi sahibi olunamayan zatlar, MİT’te, Emniyet’te ve Yargı’da görev almaya başladı. Yukarıdan aşağıya kısmından bahsetmiyorum. Kimin adamı o da önemli değil, ama birileri bu değişimden farklı şekilde istifade etmeye başladı. Bir nevi kontrol edilemeyen bir değişim dönüşüm başladı. KCK’nın bahane gösterilmesi kamuoyunu aldatmaya yönelik, daha çok propagandaya dayalı bir palavra. Oysa olan biten aslında içerideki refleksin harekete geçmesi… Bazı işler yürümüyor, bazı tartışmalar söz konusu. Hal böyle olunca Masonlar, Sabataistler, Batıcı ve Yahudici odaklar harekete geçiyor. Çünkü çizgi değişiyor, istihbaratın istikameti değişiyor. Batı’ya ve Yahudi’ye dair  istihbarat kaynaklarında artış var, özellikle Marmara Katliamından sonra… İsrail açıktan cephe savaşı başlatıp Türkiye’de bir çok saldırı yaptı. Nüfuz ettiği mahfiller aracılığı ile siyasi, hukuki, ekonomik baskı unsurları ve yaptırımları devreye soktu. Yetmedi Carlos’un Kalb’el Vuku, Erdoğan’a suikast iddiası (ki yabana atılır bir iddia değil, hastalığı ile radyasyon saldırısına uğramış olma ihtimali)ortalığı kasıp kavurdu. İsrail’ci “Taraf” ve Malum cemaatin yayın organları vasıtası ile kaybettiği mahfillerde oturanları itibarsızlaştırma ve imha etmeye dönük propagandalar yapan Batı ve Yahudi son yıllarda iyice köşeye sıkıştı. Ve şimdilerde elinde ki imkânı kaybetmek üzeredir. Cemaat içi bile kimlerle yola devam edileceğine dair “iç hesaplaşmalar”, operasyonlar olmaktadır. Hakikaten sağlam, metodu zayıf ve yetersiz de olsa niyeti samimi bazı zatlar “haddini aşan bir övgüyle, saygıyla” kenara çekilmekte, moda deyimle kızağa alınmakta ve etki alanları zayıflatılmaktadır. Alttan yukarı akan bilgi ve iş dağılımı bir müddet Malum cemaatin üstüne çöereklenmiş Batı ve Yahudi odaklarının eline geçmekte, onların elini güçlendirmektedir. Bu oyun yıllar önce farkedildi ve artık işler eskisi gibi yürümüyor. Güya antiemperyalist söylemlerle İslam düşmanlığından başka bir şey yapmayan Kemalistler ve diğer güçler şimdilerde DEVLETİN KURUCU VE YÜRÜTÜCÜ GÜÇLERİNİN KİMLER TARAFINDAN NASIL GÜDÜLDÜĞÜNÜN AÇIĞA ÇIKMASININ ENDİŞESİNİ TAŞIYORLAR. 
Olayları anlamak için nereden başlamalı? Biz başladık hem de içimizdeki haini ve dışımızdaki düşmanı göstererek.
İsrail Tayyip Erdoğan’ı istemiyor, otoriteye itaati amelinin baş şartı haline getiren Malum cemaatte istemiyor… İki ay kadar önce yazdım, Malum cemaat cephesinde 2012’de Tayyip Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi itibarsızlaştırma çalışmaları olacak. Bu yapılıyor, hem de iktidarı paylaşan iki cephe karşı karşıya getirilerek.  İsrail Ak Parti iktidarından rahatsız ve bu yüzden Oslo görüşmeleri sızdırılıp bir taşla iki kuş vurmak istediler. Hem istediler ki Ak Parti işlevini ve görevini yerine getiremesin kamuoyunda küçük düşsün hem de istediler ki Kürt ve Türk sakın ha birbirleriyle anlaşmasın. Birbiriyle barışık bir nizam ve sitem kurmasın. Ki Kürt ve Türk’ün arasındaki ittifak Yahudi’nin ve Batı’nın Anadolu’dan defolup gitmesi demektir. Diğer taraftan Malum cemaatinde içinde bazı kişilere ihtiyaç kalmamış olabilir bu yüzden yola devam edecekleri kişileri iyice eleyip devam edecekler ya da onlarda arada yitip gidecek. Çünkü işler; İsrail için de, batı için de, Ak Parti için de, Malum Cemaat için de, Kemalistler için de iyi gitmiyor…
Hakan Fidan… Kimliğine dair kısmen bilgi sahibi olduğumuz bu zat, başında bulunduğu kurum hala Müslümanlara yönelik İstihbarat çalışmasını sürdürmekte ve o istihbarat çalışmalarına bağlı olarak yüzlerce Müslüman haksız yere mahkûm edilmektedir. Elbette kurumlar tek bir kişiden mürekkep değil, ancak bu peşin fikrimizi unutmamak lazım ki; meselemiz çarkın dişlileri arasında kaybolmasın. Derin devlet 1996’lardan itibaren yenilenmeye başladı, 2000’lerle birlikte açıktan yürütüldü, hatta 2001’de yayınlanan Aksiyon Dergisinden birinden “Ergenekon yeniden yapılandırılıyor” deniliyordu. Açıkçası şuydu; derin devlet yenileniyor. Eski derin devletin içinde mevzilenmiş sıranın kendilerine gelmesini sabırla bekleyen Malum cemaatten bürokratlar da AKP iktidarı ile birlikte yeni derin devletin içinde yerlerini aldılar.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve eski Müsteşar Emre Taner'in şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılıyor. MİT’e yönelik operasyonla başlayan bu kavganın ardında İsrail izleri var. Hakan Fidan bahanesi ile Anadolu insanı terbiye edilmek nizama sokulmak isteniyor başarılı olundu ya da olunmadı. O kadar mühim değil, sadece bir şey var “Su istedikleri gibi akmıyor, çark istedikleri gibi dönmüyor?” Bir yerde arıza var. İlk bakışta "Şimdiye kadar ittifak halinde mücadele yürütmüş güçler arasında çatışma” gibi görünse de işin aslı öyle değil. Hatta bu iddia bile bir manipülasyon olarak görünmeli. 
Peki kim bu Hakan Fidan, Batı, Yahudi ve Cemaat bundan niye rahatsız?
Hakan Fidan 26 Mayıs 2010’da MİT Müsteşarlığına atandığında kamuoyu eski bir astsubay olan Fidan’ın yabancısı olsa da  İsrail istihbarat makinesinin dikkatini çok daha önce çekti. 2008 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda Türkiye’yi temsil eden Fidan İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer program geliştirme hakkına sahip olduğunu söylemişti. Fidan, İsrailliler tarafından  Türkiye’nin Brezilya ile birlikte İran’a önerdiği “Uranyum Takası” projesinin de mimarı olarak görülüyordu.
Fidan, MİT Müsteşarı olduğunda, İsrail’in Haaretz gazetesinde, Amir Oren imzalı yazı İsrail’in hoşnutsuzluğunu ifade etti. Yazıya göre İsrail güvenlik çevreleri Gazze’ye Yardım Operasyonu’nu Erdoğan ve Davudoğlu ile birlikte MİT’in 42 yaşındaki yeni başkanı Hakan Fidan’ın da planladığını düşünüyordu. Ayrıca Fidan Türkiye’nin İran ile ilişkilerinin güçlendirilmesinde merkezi bir rol oynuyordu. İsrailliler Fidan’ın MİT’in sivil unsurları üzerinde Erdoğan’ın kontrolünü artıracağını düşünüyordu.
Fidan’ın açıkça “istenmeyen adam” ilan edilmesi İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın  1 Ağustos 2010 günü İşçi Partisi toplantısında söyledikleriyle oldu:  “Türkiye dost bir ülke ve stratejik bir müttefik. Fakat son haftalarda İran destekçisi bir adam Türkiye Mossad’ının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var. Son iki aydaki izlenimimiz, bu sırları İran’a açabilecekleri şeklinde. Bu da çok rahatsız edici.” Bu mevzuyu iyice açalım; Neden rahatsız bu Yahudi.
Göreve geldiği günden itibaren MOSSAD ve CIA'nın “MİT'in başında bu ismin olması bölgesel güvenliğimiz bakımından çok büyük risktir” diyerek MİT Başkanı Hakan Fidan'ı hedef gösteren Yahudi aslında  MİT arşivindeki İsrail ve ABD'nin kirli çamaşırlarının telaşına düşmüş. Hakan Fidan ve ekibi ile birlikte, artık, 1940'lı yıllardan başlayarak CIA ve MOSSAD'ın MİT üzerindeki etkisi, Türkiye ve bölgedeki çeşitli siyasi operasyonlar, askeri darbeler ABD ve İsrail'in güvenmediği bir kadronun elinde bulunuyor. 1948'de ilan edilen İsrail devletinin bir faşist polis devleti olarak bölgedeki tahkimini sağlamak üzere kurulan MOSSAD'ın başından itibaren Türkiye ile yakın işbirliği içinde olduğu, MİT'le gayri resmi ilişkiler içinde olduğu malum. Bu ilişkinin kimlere uzanacağını herkes çok iyi biliyor. Selaniklilere kadar ucu dokunacak bu mevzu Türkiye’nin “sistem” yapısını, rejimini bile etkileyebilir. Nihayetinde Yahudi, İsrail kurulduğunda şunu demiyor muydu; “İsrail bizim kurduğumuz ikinci devletimiz” Hakan Fidan gibi bir ismin bu yapıyı çözebilecek bir konuma gelmesi söz konusu çevreleri tedirgin etmektedir. Haklılıklarını inşallah Hakan Fidan layıkıyla ispat eder, yoksa ne farkın var senin ve ne gereği var bunca yıpranmanın? Elbette bunun birinci yolu Salih Mirzabeyoğlu’na kimler işkence yapıyor bu husustaki sis perdesini kaldırmak ve Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan işkenceyi durdurmak. Bunun istihbaratına sahiptir herhalde!
Devam edelim…
Aynı gün türlü hadiseler… Baransu, Uludere ile hemen MİT’e tepkileri yönelten MİT’i hedef gösteren kişi. Nereden beslendiği ve arkasında kimlerin olduğu malum bu zat kendisinin MİT’çiler tarafından takip edildiğini şikayetçi olarak açığa çıkarıyor, Tesadüf mü bilinmez aynı günde (elbette ondan dolayı değil) KCK operasyonlarını yürüten Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün ve İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan'ın görevden alınıyor. 
Bu dönemde başta Taraf’ta Ahmet Altan, Emrullah Uslu, Mehmet Baransu gibi güdümlü yazarlar Uludere katliamı olunca “İstihbaratı MİT verdi” diye yazdılar. Oysa bugün istihbaratı CIA’nın mı MOSSAD’ın mı verdiği tartışılıyor. Yapılmak istenen belli siyasi iradeyi teslim almak ve en azından Kürt sorununda çözümsüzlüğü pekiştirmek. 
Burada kısa bir not düşelim; 1000’e yakın istihbaratçı KCK’ya sızdı deniliyor, KCK kaç kişiden mürekkep bir örgüt? Biraz daha üzerine gidelim! Peki MİT’in ne kadarı İslami gruplara; mesela Gülen Cemaatine, Mesela Yeni Asya Cemaatine, Mesela Nakşibendi ve Kadiri tarikatlarına, mesele Hizbullah’a ve DHKP, TİKKO vb. örgütlere sızdılar. Az veya çok var diyelim. Bunların görevi, amacı ne? Bunlardan Mason kulüplerine sızan ve edindiği bilgileri MİT’e aktaran var mı? Bunlardan Sabataist dolandırıcılık yuvalarına ve Türk’ü Kürd’e Kürd’ü Türk’e kırdırma planlarını yapan rotary kulüplerine sızan var mı? Yine buradan elde ettiği bilgiler gerçek anlamda istihbarat kurumlarına aktarılıyor mu? Ya da açık soralım ANADOLU’NUN GERÇEK DÜŞMANI BU MASON DERNEKLERİNE ROTARY KULÜPLERİNE MİT NEDEN SIZMIYOR?
Peki aslında Türkiye bu yönde tartışmalara odaklanmışken derinlerin en derininde neler oluyor, bir de ona bakalım;
ABD Türkiye’de yeni üs kuruyor
Şurası bir gerçek ki ABD malum cemaatten ve Ak Parti'den  yana sıkıntılı değil. ABD yakalarını kendilerine kaptıran bu ekipten dilediği gibi yararlanıyor, korkutarak, ürküterek her istediğini yaptırmaya çalışıyor. Suriye mevzuunda olduğu gibi, Libya mevzuunda olduğu gibi, Somali mevzuunda olduğu gibi.  Yahudi ise Batı aracılığı ile cemaatin gücünden ve Erdoğan’ın karizmasından faydalanıyor. Ancak son dönemlerde Ak Parti cenahında -yukarıda bahsettik- Anadolu insanının “kendiliğinden” oluşan baskısı ve yine beklentisi Batı’nın planlarının işlemesini imkânsız kılıyor. Türkiye’yi açıktan Suriye savaşına zorluyorlar ve kendilerinin söylemesi gerekenleri sözcüleri Ahmet Davutoğlu’na söyletiyorlar. Hem Türkiye’nin karizması çiziliyor Ortadoğu’da hem de emperyalistlerin isteği oluyor. Kürecik üzerinden İsrail koruyuculuğuna soyunuluyor ve mevcut yapıda siyasilerin bu yönde iradeleri teslim alınması isteniyor, MİT’ti, KCK idi, Uludere istihbari oyunları ve katliamcılığı idi, hastalıktı vs. sayısız operasyonlar siyasi iradenin eli kolu bağlanmak isteniyor. Kürecik’i Türkiye istedi deniliyor ve ardından ekleniyor: Predatorları da Türkiye istedi. Geri dönüp bakalım siyasi irade nasıl esir alınıyor. İstihbarat kimden kime akıyor. Kim kimin için istihbarat topluyor. Kamuoyuna İran gösterilerek, Türkiye’ye inanılmaz operasyonlar yapılıyor ve Anadolu her köşe başında işgal üsleri ile donatılıyor. Sebep belli DÜNYA’YI SARSACAK İSLÂM İNKILÂBININ ANA MERKEZİ ANADOLU’DUR. O zaman daha olmadan ve uzaktan gelmek imkânını avantaja çevirme adına Türkiye’ye yerleşiyorlar.
Başlığımızla ilgili haber şöyle;
“Amerikalı yetkililerin, ''ABD'nin askeri liderleri, Türkiye ve Ürdün'ün doğusunda, Irak sınırının yanında, yeni özel operasyon üsleri oluşturulması konusunu inceliyorlar'' dediklerini de ileri süren gazete, bu üslerin, bölgede, Yemen, Somali gibi yerlere yapılan operasyonlarda kullanılan insansız uçakların ve özel küçük ekiplerin konuşlandığı iniş pistleri ve diğer tesisleri tamamlayacağı yorumunu yaptı. ABD ordusundaki insansız hava uçakları Predator ve Reaperlar son dönemde Afganistan'da Taliban'a karşı verilen savaşta kullanılıyor. ABD, Pakistan'daki Taliban hedeflerini insansız uçaklarla vuruyor.
NATO üssü İncirlik’te ABD’ye ait nükleer bombaların sayısı resmi olarak bilinmiyor. WikiLeaks’in sızdırdığı 12 Kasım 2009 tarihli gizli bir Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporunda Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un, İncirlik’te nükleer silahların mevcut olduğunu belirten bir ifadesi yer alıyordu. “Atomic Scientists” dergisinde Kasım 2011’de Robert S. Norris ve Hans M. Kristensen imzalı bir rapora göre Türkiye’deki nükleer B61 tipi bombaların sayısı 60-70 arasında ve hepsi İncirlik’teki ABD hava üssünde bulunuyor. 2001 yılında bu rakam 90’dı. Ankara’da Akıncı ve Balıkesir’de bulunan hava üslerindeki 40 kadar ABD nükleer silahı, buradaki üsler kapatıldığı için İncirlik’e kaydırıldı. Termonükleer B61 bombaları Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ABD’nin nükleer silah envanterinin çoğunluğu oluşturuyor. Orta ölçekli taktik ve stratejik nükleer bombanın patlama gücü 340 kiloton kapasiteye kadar çıkabiliyor. Bu Hiroşima’ya 1945’te atılan bombanın yaklaşık 20 katıdır.”
Ve Hatay’dan MİT dalgası
“Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığındı ancak MİT görevlisi Ö.S. tarafından 100 bin dolara Esad'a satıldı. İşte o korkunç iddia; Özgür Suriye Ordusu Kurucusu Albay Hüseyin Mustafa Harmuş’un Türkiye’den Suriye’ye kaçırıldığı iddiaları üzerine başlatılan soruşturma kapsamında, geçen hafta meslekten atılan MİT görevlisi Ö.S.’nin de aralarında bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı.” Ve bir başka haber “ 49 MİT elemanı Suriye’nin elinde… Suriye’de iç karışıklık devam ederken, Baas rejimine yakınlığı ile bilinen Şam Radyosu’nda yayınlanan habere göre, 49 MİT istihbaratçısı Suriye tarafından gözaltına alındı; Baas yönetimi bunların serbest bırakılması için 3 şart öne sürüyor. Resmi açıklama kişinin MİT’çi olduğu diğerlerinin olmadığı şeklinde olsa da aslında casuslar savaşının kızışmış bir şekilde canlı canlı sürdüğü söylenebilir Çünkü bu habere cevaben Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gazetelere şu bilgiyi verdi “Muhalifler tarafından yakalanan 11 İranlı casususun kendilerine teslim edildiğini söyledi. Davutoğlu “İranlılar tarafımıza teslim edildi. Bunu İran halkına bir mesaj olarak iletilmesini isterim. Şu anda Türkiye’deler” şeklinde konuştu.” Pazarlık ve devamı… Gayri resmi yollardan Mustafa Harmuş Esad’a MİT elemanları karşılığında verilmiş olabilir mi?
Türkiye ordusu ve MİT savaşmadan teslim alınmak isteniyor… Uzun süredir sürdürülen bu savaş Müslümanların gözünde, Kemalistler içeri tıkılıyor, Balyozcular içeri tıkılıyor şeklinde cereyan etmektedir. Evet bunların hepsi doğrudur ve Millete darbe planlayanlar, millete ABD-İsrail aklıyla katliam yapacak olanlar en yüksek cezayı da almalılar. Fakat bununla BOP planın bozulmaması endişesi taşınıyorsa ve yine bununla çökmekte olan Batıcı-Laik rejimin yenilenerek, tahkim edilerek farklı bir yüzle ama yine Batı’ya ve Yahudi’ye dönük olması isteniyorsa iş değişir. Değişmelidir de! Bu yıllardır söylenen ve bilinendi. Şimdilerde kim kime sızmış, işler karıştı, Yahudi’nin güvendiği ve güttüğünü sandığı yere sızılmış ve yeri zamanı geldiğinde dayanaksız bir ortam oluşursa ne olacak, Batı’nın güttüğünü sandığı yere sızılmış ve yine yarın öbürgün ortam oluşunca etkisini-zuhurunu gösterecek olursa ne olacak. Bu gün yaşanan tam da budur! İşler Batı’nın ve Yahudi’nin istediği gibi gitmiyor. Bir şey akışı tersine çeviriyor.


Baran Dergisi, 266. Sayı