Yazan: Bülent Civan

Hakikat ile irtibatı kopan insanlık karanlığa mahkûm oldu. Bu sebepledir ki hakikat ile bağı olmayan mevcut gerçeklik insanın zindanıdır. İnsanlık vahiyden uzak bilginin istilası altında, düştüğü kuyudan, kurtarıcı kervanını beklemekte. Mevcut gerçekliği inşa eden bilgi evreni, mütemadiyen bilgi üretiyor, bilginin hacmi artıkça satıhta genişliyoruz; mikro ölçekte üretilen bilgi, kendi sahası dışına çıkamıyor; çünkü parçalanarak durmadan çoğalıyor, bütünle irtibatı kurulamıyor...

Mütemadi imal edilen bilgi cümbüşünün bir merkezden azade olması, derinlikten de mahrum olmasına sebep oluyor. Durmadan parçalıyor, dağıtıyor, bilgi dağıldıkça, insan ve hayatda dağılıyor. Bilgi; terkip, vahdet, tevhit gibi muayyen bir çerçeveye alınmadığında, tertip edilemiyor ve dağılıyor. Mevcut bilgi evreni (Batı bilgi evreni) insanı zihni akli evrenine kilitlediği için, insanın ruhi-kalbi evrenini dışarıda bırakıyor; hasılı, insan, varlık ve bilgi meratibi bölünüyor. İnsanla mühürlenen varlık meratibi ve irtibatı, bütünden koptuğunda, tek gerçekliğe mahkûm oluyor ve onun zindanında yaşıyor. İnsan, ruhi-kalbi süreçlerden mahrum kaldığında, sadece pozitivist bilgi ile zihni evreni işgal ediliyor. Bu bilgi evreninin tecessüm etmiş hali mevcut gerçekliktir. Dünyada hâkim olan anlayış ve gerçeklik budur.

İnsanı tek cihetiyle ele alan bilgi evreni, insanı derinliğine keşfedemediğinden dolayıdır ki insanın ruhi ve kalbi evrenine yabancıdır. Bu durumda insanı, derinliklerinden tezahür edecek edep-ahlakın oluşturacağı hayat mecralarına karşı, sağır, kör, dilsiz yapar. Hülasa; mevcut bilgi evreni ve gerçekliğin, tüm hayat mecralarını kuşatıcı olması muhaldir; çünkü derinliğine ve genişliğine insan telakkisine yabancıdır. Derinliğine insan keşfedildiğinde, iç nizam ve mimari dışarıya tatbik edilir.

Sabitesi olmayan, yekpare telakkiye yabancı olan Batı bilgi evreni, mücerret kıymetler manzumesinden de mahrumdur. Sadece müşahhas cihetiyle kuşatıcı olamaz.  Zihnen ve ruhen istilasını yaşadığımız bilgi evreninin kurduğu dünya, tüm insanlığı kuşatacak bir vizyondan mahrum olmakla beraber, mütemadiyen de sahilden yani asıl olandan uzaklaşıyor. Ve böylece insanlığı çıkartacağı bir sahili olmadığı ayan-beyan görünüyor.

Modernizm bir kopuştu, postmodernizm ile de farklı parçalanışlar devam ediyor…. Evet, mevzuyu izah babında, zihnimde şu tedaiye göre ifade edeyim: Yunus’un ifadesiyle: “Yusuf’u kaybettim Kenan ilinde Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz.” Yusuf ile Kenan diyalektiğinden de anlaşılacağı üzere Yusuf, vahdeti ve dolayısıyla tevhidi temsil ederken, Kenan da mekânı, kesreti yani dünyayı, sathı sembolize eder. Günümüzde dünyaya hâkim olan bilgi vahye nispeti olmayan bilgidir, vahye nispeti olmayan bilginin terkip ve vahdet güzergâhında ilerleme gibi bir imkân ve gayesi yoktur. Kesretin bilgisi parçalar, dağıtır; çünkü merkez olmayınca, muhitten çıkamaz; insanlığı taşıyacağı bir menzile sahip olmadığı için, insan ve hayat, kesret girdabına duçar olur. Bu bilginin tüm disiplinleri marifeti ile dünyayı işgali, insanı ve hayatı mevcut gerçeklik zindanına mahkûm etmiştir.

Bilginin, terkip edilmesi ve vahdet güzergâhından tevhide bağlanması, Nübüvvet müessesesi marifetiyle gerçekleşir. Müslümanların bilginin kaynağına bakışı ve üretilecek tüm bilgilerin çerçevesini oluşturması kaynaktan azade bir şekilde gerçekleşmesi düşünülemez. Dünya tarihindeki ilk ana mecra Peygamberler tarafından açılmıştır. Bildirdikleri ötelere ait bilgi, yani vahiy, varlık, insan ve hayatı gibi temel meselelere muhteva kazandırmıştır. Ve böylece, bilgi evrenimizin temelleri oluşmuştur. Tüm meselelere bakışımız bu minvaldeyken, yaklaşık iki asırdır zihni kodlarımızın değişime uğraması sonucu, bilgi kaynaklarımız da değişime uğrayarak, dünyayı pozitivist bir zaviyeden değerlendirme itiyadı oluşmaya başladı. Bizi var eden ve kendi dünyamızı inşa eden, “Manevi vatanımızdan” ruhen ve fikren uzaklaştık. “Manevi vatan” terk edilince temel meselelere bakışımız da mahiyet değişikliğine uğradı; çünkü doku uyuşmazlığının olması kaçınılmaz bir durumdu. Akabinde başta üniversitelerimiz olmak üzere, farklı bir uygarlığın bilgi evrenine ihtida etti... Kendi bilgi evrenimizden yani Peygamberlerin açmış olduğu ana mecranın yörüngesinden çıkarak farklı bir uygarlığın karanlığına girmiş ve hakikat ekseninde seyretmesi gereken bilgi, zıddına inkılap ederek eksen değiştirmiştir.

Merkezinde hakikatin olmadığı bilgi evreninin kendisi ve kuracağı hayat mecraları ve medeniyet arızidir. Peygamberlerle başlayan vahiy eksenli bilgi evrenimizin mecrasından kopan bilgi kaçınılmaz olarak materyalist bir bilgi evrenidir. Materyalist anlayıştan meydana gelen pozitivist bilim mecrasındaki disiplinlerin, özellikle beşerî bilimlerin satıhta kalması da zaruri bir sonuçtur. Rum suresi 7. Ayet-i Kerim’e mevzuyu izah babında oldukça manidardır. “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü kısmen bilirler; âhiret hakkında ise tamamen gaflet içindedirler.” Evet, gaflet (Allah’tan ve ahiretten) içerisinde olanların yeryüzünde kısmen ürettikleri bilgi tabii ki kuşatıcı bir mahiyete sahip olmadığı gibi, pozitivist telakki temel saik kabul edildiği için hakikati de perdelemektedir.

Mevzumuz açısından Hucurat suresinde geçen “Fasığın biri size bir haber getirdiğinde onu tetkik edin” buyruluyor; burada fasık ameli zafiyet içinde olandır. Ameli zafiyette olanın bilgisi bile tetkik edilirken, “Allah ve Resulüne” iman etmeyen, gafil birinin bilgi ve bilimi ne derece hakikati yansıtır. Yine aynı şekilde, Fatiha suresinde geçen, “Bizi nimet verdiklerinin yoluna ulaştır, dalalete uğramışların yoluna değil” Evet, nimet verilenlerin ürettikleri bilgiyi tahkir ederek (kadim müktesebat) sırtlarını dönenler (Mealci vb.) dalalete uğramışların bilgisiyle hayatlarındaki boşluğu dolduruyorlar. Bu şekilde, batının bilgi evreni, Müslümanların zihnini işgal etmeye devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni bir bilgi gündemi meşgul etmesin. Her meşguliyet de bizi asıl gündemimiz olan, daha doğrusu ebedi gündemimiz olan ahiretten ve onun bilgisinden koparıyor. Bu hususta yazdıklarım, beşeri ilimler alanı öncelikli olmak üzere nakledilen bilgilerdir. Yazdıklarımızdan şu da anlaşılmamalıdır; bizim dışımızda üretilen tüm bilgiye sırtımızı dönelim, anlatılmak istenen bu değildir. Bunun usulü, tasnifi farklı bir yazının konusudur.

Ne yazık ki iki asırdır gümrüklerimizden bu bilgi ve disiplinler geçmekte hem de herhangi bir karantinaya tabi olmadan. Maalesef, Batı’nın “İzm”ler çöplüğü, olduğu gibi sınırları geçerek, zihinleri işgal etmektedir. Batı, insanı derinliğine anlayacak bir disipline sahip değildir. İnsandan sadır olan her şeyi insani olarak anlayan, ruh-nefis dilemmasından habersiz, sığ bir bilgi evrenine sahiptir. Hâlbuki İslam bilgi evreni insanı derinliğine ve genişliğine kuşatmış bir bilgi evrenidir. Batı, evrimci-materyalist bir telakkiye sahip olduğundan, insanın merkezi olarak beyni-aklı kabul eder. Bizim insan telakkimizde ise insanın merkezi ruhtur. Kadim müktesebatımızda ise mevzuyla ilgili devasa hacimde bilgi mevcuttur. Müktesebatımız bu derinliği anlatan eserler ile doludur.

İslam medeniyetinin varlık ve bilgi telakkileri alabildiğine şümullü bir mahiyete sahiptir. Varlık telakkimizde olsun, bilgi telakkimizde olsun, birçok meratip vardır. Bunların derinlik ve genişlik buutları, insanda olan tüm hususiyetleri hem geliştirecek, hem de kuşatacak mahiyettedir. İslam, insanı kendi farklılığını yok etmeden, geliştirerek ve hayatta o hususiyetlerin mecralarını inşa ederek hayat buldururken; batı ise insanı azaltır, insanı böler, birey yaparak yalnızlaştırır, cemiyeti dokuyan ruhtan uzaklaştırır; insanı homojenize ederek, kontrol altına alır, kitleselleştirir, ruhunu yok eder. Fert ile cemiyet muvazenesini kuramaz, kuracak unsurun ne olduğunu bilemez. Fert cemiyet zıtlığı üzerinden sistemini kurar.

Bir misal üzerinden anlatacak olursak, kilim, unsurlarından fazla bir şeydir; kilim unsur üstü terkiptir, unsurlar ise yalındır. Birey de aynı şekildedir, yalındır ve yalnızdır, diğer unsurlara yabancılaşmıştır. Kendi dışındakini obje gören bir sığlığın adıdır. Şahsiyet ise terkiptir. Fert ile cemiyet terkip ve muvazenesinde ise sanatçının ifadesiyle: “Aşkı dokudum kilime” sözleriyle de cemiyete üflenen ruhu telakki ederiz. Bu ifadelerden anladığımız husus, içtimai dokunun oluşum süreçlerindeki kıvam ve ruhi olanın içtimai dokudaki önemi ve muvazene amili olması ve ruhta mihraklanmış ahlakın cemiyeti terkip etmesi esastır…. Evet, kendi bilgi evrenimiz içerisinde, kendi kaynaklarımızla, irfan havzamızdaki varlık, insan ve hayata bakıştaki engin tecrübemizle, modern çağın ve epistemolojisinin bize sunduğu bilimlerle değil, kendi derinlik ve genişliğimizle yeni ilimlerin kuruluş safhasını başlatmak zorundayız. Yeniden kurulan dünya düzeninde söyleyecek sözü olanlar yeni ilimlerin kuruluş sürecini başlatarak, kendi manevi vatanımız olan, İslam bilgi evrenine avdet etmeliyiz.

Çağa hâkimiyetin temelinde bilgiye tasarruf etmenin büyük rolü vardır. Son asırlarda bilgi üzerindeki tasarrufu kaybettiğimizden dolayı, zamanın muhtevasına ruh üfleyecek fikri üretemediğimiz için zamana nüfuz edemedik. Bilgiyi üreten ve tasarrufu altına alan farklı bir evrenin çekim alanı içerisine mahkûm olmuş durumdayız. Bilgiyle muhatap olabilmemiz kendi kaynaklarımıza nispetle olması gerekirken tam zıttı olan bir durumla karşı karşıya kaldık. Çağa hâkim olan bilginin illiyet zinciri bizi materyalist bir havzaya çıkarır.  Batı uygarlığının ürettiği bilgi evreninden neşet eden disiplinlerin penceresinden kendi hayatımıza ve meselelerimize baktığımızdan hiçbir temel meselemizi çözebilmiş değiliz. Bilgiyi zapt altına alabilmemiz, kendi ilim telakkisine dönerek, bilgi evrenimizi inşa ve ihya etmekten geçer. Sonra da “ilimler tasnifi” yapılarak kendi mevzu haritamızı ortaya çıkarmak durumundayız. Böylece yeni ilimlere olan ihtiyaçda ortaya çıkacaktır.

Batının bilgi evreni içinde kaldığımız müddetçe epistemolojik işgalden kurtulamadığımız için eksiklerimizin de farkına varamayacağız. Yeni ilim dallarına olan ihtiyaç; ancak kendi bilgi evrenimiz içerisinde olduğumuzda netleşir. Çağa hâkim olabilmek, zamana nüfuz edebilmek, İslam bilgi evreninde imal edilen bilgi ile mümkün olur. Son asırlarda zamana nüfuz edemediğimiz için zamanın dışına savrulduk, birçok sahada yeni ilimlere olan ihtiyaç zaruret noktasına gelmiştir. Yeni ilimlerin kuruluşu bir kök telakkiye dayanmalıdır; bu şu anlama gelmektedir; ağacın köküne mutabık meyvelerin bahçemizde yetişmesidir. Kendi kökünden kopan ağaç meyve veremez kurur. Bilgi de kendi temellerinden kopunca savrulma kaçınılmaz olur. Kökten başlayarak, meyveye kadar olan sürecin, ontolojik ve epistemolojik bir bütünlük arz etmesi gerekir.

Önce ilim telakkimize dönmek, batının bilgi evreninden kurtulmak, sonrada kendi bilgi evrenimizi kurarak ilimler tasnifi ve yeni ilimlerin kuruluş aşaması şeklinde gerçekleştirmek zorundayız. Yeni ilimlerin kurulması ihtiyacı aynı zamanda bir idrak sürecinin neticesinden kaynaklandığı için tekrara mahkûmiyetten kurtuluşu da nazara vermektedir. Kadim müktesebatımızda yeni ilimlerin kurulmasına kaynaklık edecek devasa bir birikim mevcuttur. Kadimdeki bu irfan birikimi, kurulacak yeni ilimlere de kaynaklık teşkil edecek bir hacim ve derinliktedir.

Batı bilgi evreni materyalist bir havzada deveran eder, dolayısıyla ahlaktan kopuktur. Batı bilimlerinin temelinde materyalist bir zemin vardır; dolayısı ile tüm disiplinler, materyalist felsefenin bilimsel çocuğudur. Dünyayı materyalist bir mihrakta anlamlandıran batı felsefesinden neşet eden bilimsel disiplinler, önümüze pozitivist bir dünya resmi serdetmektedir. Batı bilgi evrenini, bilim telakkisini temelden reddederek, “La” süpürgesi ile ruhlarımızdaki yabancı tesir örümceklerini süpürerek, temelden tesviye ve tasfiye ederek “İllallah” diyerek, vahiy merkezli bilgi anlayışımızı inşa ve ihya etmeliyiz. Nazari vatanımıza avdet etmeden temel meselelerimizi çözmek muhaldir.

Aylık Dergisi 199. Sayı Nisan 2021